29 Aralık 2008 Pazartesi

uyuyamadık, saklandık...

derin öğle uykusuna yatmıştı... bende sakin sakin nette takılıyor(du)um. derken...

derin-anneeee, annesimmmm, anneeeeeee....
annesi-geldim balım... aaaa uyandın mı hemen bitanem....
d-annneee omuyooooo (yatağına oturmuş, ellerini aça aça konuşuyor) oomuyo annee üffff....
a-ne olmuyor annecim?
d-anne yaa üfff, ooomuyo annneee...
a-annecim olmayan ne?
d-anneee uyumuyorum.... ooomuyooo. (sanırım uyuyamıyoruz)
a-:):):):)... tamam hadi beraber yatalım. gözlerimizi kapatalım, sarılalım...

5 saniye sonra...
d-annneee ooomuyooo.
a-annecim uyumak istiyomusun?
d-ı-ıhhh.... ışık açiiimmmi sana? (yüzünde kocaman bir gülümseme)
a-açmayalım (bende kıllık yapıyorum)
d-üüfffff.... küstüm ben sana (dudaklarını büzüp arkasını döner) vee git buuudan...
a-annecim küsme ama hemen... pekiii kulağından öpimmi? (en çok sevdiği şey)
d-öp..... sana ışık açimmi? :)
a-açma... (biliyorum çok kılım)
d-yaaa anne yeeettteeeerrr aaarrrrrtık (bu arada -r- harfini çok baskın söylüyor, sanırım kızgınlığının şiddetini ifade etmek için) git ben kendim yatıcam...
a-aaa kızdın sen bana... peki o zaman hadi gel kaybolalım... (yorganın altına giriyoruz)
d-ihihi ihihi ihihi ihihi... (kızım mutluluktan uçar... en sevdiği oyunlardan biri) kaaaaboooduk bizzz... bulamaskiii bulamaskiiii.... kaaboooduk...
a-kuzucum bizi kimse bulamıycak. pekiiii şimdi sana ışık açiimmiiiiii.... :)
d-ı-ıhhh içeri didelim... odaya... oyncak oyniiicam...
a-nasssııı yaaa????




28 Aralık 2008 Pazar

kısa bir mola...

bu aralar gecikmeli doğumgünü partimizin hazırlıkları, Derin'in "benim oyuncaaamm, ben yerim, ben kendim giyerim, uyumıcam, yemiyceeeemm, anneee git buuudan, ben kendim oynııcammm, boyııııcam, elmisemi giyicem, pijamamı kışartmadan elmisemi giyicemmm...." leri, ları ve bazen de emir kipleriyle mücadele ederek geçti. biraz mola ve dinlenme, eksikleri tamamlamak için zamana ihtiyacımız var... şimdi de yeni yıl telaşı başladı. ve biz de gecikmeli olarak (derin'in durulup sosyalleştiği zamanları fırsat bilerek) yılbaşı ağacımızı süsledik,


durup durup baktık ışıklarına,süsler az geldi diyip biraz daha alladık pulladık,

bir doğumgünü kutlaması bizi tabiki kesmedi, dilim dilim pasta alıp bir daha bir daha kutladık doğumgünümüzü (40 gün 40 gece sürecek korkarım),
Derin bazen kahkaha krizlerine girdi,

ben ise, derinin kıyafet kreasyonlarına örnek model oldum,derin ustanın elinden aromalı çaylar içtim (patapya- papatya demek istiyor- çayıymış),
yine derin ustanın elinden haşlanmış mısır yedim, hıımmm pek bi lezzetli,
derin anne oldu, beni uyuttu uyuttu uyuttu... zzzzzzıızzzzzz....


heheee sonra o da büzüşerek uyudu...
ben şimdi masal dünyasına dalıyorum... 100 yıl uyuyan prenses oldum ben... mümkünse prens gelmesin...

not: birkaç gün buralarda olamıycaz... tatile falan çıkmıyoruz canımmm... hele hele bu ekonomik krizde... sadece yeni yıl telaşı, parti yorgunluğu falan derken.... nadasa alıcam kendimi... parti ayrıntılarıyla dönmek üzere... şimdilik hoşça ve mutlu kalın...






23 Aralık 2008 Salı

uyduruktan buyurdum...


bazı kelimeleri maalesef hatırlayamıyoruz. özellikle yeni öğrenmişsek veya biraz karmaşıksa... yada o an aklımıza gelmiyorsa işte... ama bilmiyorum demiyoruz yada duymamalıktan gelip kafamızı çevirmiyoruz biz (genelde çocuklar şımararak konuyu değiştirirler). peki ne yapıyoruz??? hatırladığımız kadarını söyleyip kalanını uyduruyoruz :)

-anneee bak muffaktan aldım. adı da TUNİ (huni demek istiyor)
-anneee bak ooyncak. maiii sil (mavi fil).
hemen burda araya girmek istiyorum. derin, -F- harfini eğer kelimenin başındaysa -S- olarak telaffuz ediyor. kelime ortasındaki -F- harfini gayet iyi söylüyor. bu durumda -fil- -sil- oluyor.
-anneee elobon istiyoooouummm ( bonibon)
-aaaaa enkukennn (penguen)
-kahkahalar atarken anne sorar nooldu bebişim? ve cevap; hobaaaaa. (bu da yapı kredi vadaaaası)

-bu arabaa tostos (wolksvagen- kısaca vosvos)

düzgün bir Türkçesi ve yaşına göre kusursuz bir ifadesi olan kuzum bazı kelimeleri işte böyle karıştırabiliyor. tabi doğrusunu bir kez söylemek yeterli bir daha tekrarlanmıyor. ama olsun onun bu kafa karışıklığı bile öyle sevimli ki. zaten yüz ifadesinden "yani ben söylüyorum ama çok da emin değilim" cümlesi çıkıyor. ancak bunca karışıklığın içinde söylemekten en çok hoşlandığı kelimenin "kırmızı traktör" olması acaba benimle kafa mı buluyor diye de ince ince düşündürüyor.


fotoğraf çok alakasız oldu. bu, ağzı peynirle dolu olan kuzumun bö diye bacaklarımın arasına girip beni korkutması anıdır... yüzü de mengene gibi bacaklarımın arasına sıkışınca yaşlı gibi mi duruyor ne?

ayy çok korktum...

22 Aralık 2008 Pazartesi

yooo hiç de pişman değilim...

sabahları pilates yapıyorum, ebru şallı eşliğinde... ilk zamanlar yoğun ağrılı geçirsemde bu azap saatlerini şimdi daha az ızdırapla ama sözümden dönersem beni sallandırın tarzı bir yemin etmişim gibi aksatmadan yapıyorum her sabah şipooorumu (derinimin ifadesiyle)
yalnız sorun şu ki, sadece spor yapıyorum... o kadar... saçma geldi kulağa dimi.. yani alternatif olarak hafif bir diyet yapasım var ama yiyesim de var... ve ne yazık ki yiyesim yapasım'ı da yiyiyor ve yoluna mutlu mesut devam ediyor. ancaaaakkkk sıkı bir kural varki asslllaaa, iki elim kanda da olsa, ütü de yapsam, oturup televizyon da izlesem, örgü de örsem yapmaktan vazgeçmediğim karnı içeri çekme egzersizi var kiiii ben özellikle çokokremli ekmek yerken bilhassa uyguluyorum. bunu, o iğrençççç sıfır bedeniyle hareketleri hiç zorlanmadan yapıp kasım kasım kasılan ebru şallı'nın da dediği gibi içimde oluşan vicdan azabından değil, sadece hemencecik alışkanlık edindiğimden yapıyorum. ooohhhh pek bir düz karınım artık yaaa... o zaman bir tane daha çokokremli ekmeği hakettimm bee :) eferin bana :)
yaşasın pilates kardeşliği :)

19 Aralık 2008 Cuma

atlıkarıncadan, küçük prensese...

benim yüreğim atlıkarınca coşkusunda seninle...

sen lüle lüle saçlarınla hayalimin çizgi film kahramanı küçük prenses...


birkaç küçük öğüt sana benden küçüğüm:
sen çal, hayatın ritmi bize eşlik etsin...
birçoğu hatta her rengi yanıbaşında olsa da, koş ardından yakalamak istediğinin...O .. küçük sarı bir top olsa bile...



sadece raflarda değil hayatın her anında ara, ihtiyacın olanı... hazıra konma...

şükretmeyi de bil canım fazla doyumsuzluk etmeden... :)


Ve dokun her güzelliğe, hatta öp.. hisset sıcaklığını...




bazen de nedensiz yat öylece... miskinleş... hayatın tadını çıkar... ama kimseye, kendine bile küsmeden...
zorluklar seni yıldırmadan, istediğine ulaşabilmenin yollarını ara... evet çok güçlü olacaksın ama unutma sen süpermen değilsin! mesela yüksekse eğer oyun havuzunun basamağı bir tabureden yardım almaktan çekinme... :)


sevdiklerini unutma, seni sonsuz sevgi ile sevenleri de... her fırsatta sarıl onlara...

ve sonra tak sepeti koluna... çık kendi hayat yoluna...
yada dalga geç hayatınla... ve şunu söyle bağıra bağıra: TREEEEN GELİR ÇUFÇUFÇUF, TREEEEN GİDER ÇUFÇUFÇUF... :)

başaracaksın biliyorum...
sevgilerimle...
not: bu kadar fotoğraf ile bu postu yayınlayabilecekmiyim bilmiyorum. ama eğer sen bu satırları okuyabiliyorsan, başarabilmişim demektir... :)


18 Aralık 2008 Perşembe

18.12.2006






18.12.2006 / 08:30
büyük gün... 2 kişi çıktığımız bu evden, 3 kişi olarak geri dönmeyi ümit ediyorum...
seni almak için çıkıyoruz bu evden tırtılım, kelebek olup konacaksın hayatımıza...

bekle bizi...

09:00
hastanedeyiz... koçi(cumhur), annem, bulut(kardeşim), kayınvalidem... şimdilik bu kadarız... aaa birde Derin... ama o şuan karnımda :)

10:30
odamıza yerleştik, annem süslemelere başladı bile... ve ben sancı odasındayım. suni sancı verildi. bekliyoruz ve heyecandan ölmek üzereyim.

12:00
halaaaa tık yok. annecim... keyfin yerinde galiba orda... şişşt bak burası daha güzel, ferah, ışıklı, renkli, oohhh mis gibi valla... sende gelsene...

13:15
hafif hafif bişiler hissediyorum. merak edip arayan soran her kişinin telefonunda kalbim yerinden fırlayacak gibi oluyor. kızım gelmicekmisin yoksa bugün... çok nazlı çıktın sen ama. acaba adını Derin Nazlı mı koysak???

15:30
artık ara ara hissediyorum sancıları. yalnız şiddeti artmaya başladı.

16:00
doktorum su kesemi patlattı. biraz canım yanıyor. ama kısa süreli. annecim yok merak etme hemen geçiyor. hadi gel artık... sabırsızlanıyorum.

18:00
artık yazmaya devam edemeyebilirim. sancılarım çok arttı. bebeğim biliyorum her sancı sana kavuşmamı hızlandırıyor. hayır korkmuyorum sakın öyle düşünme. sadece artık gelmeni çok ama çokk istiyorum...

19:30
gidiyorum... doğumhaneye... birazdan kollarımda olacaksın... ağlıyorum mutluluk mu korku mu bilmiyorum ama tek istediğim sana biran önce kavuşmak...

20:15
3570 gr. 52 cm. pespembesin... sen... tahmin ettiğimden de güzelsin...


21:30
odamız çok kalabalık. akrabalar, arkadaşlar, kuzenler, telefonla arayanlar... ama ben birtek seni görüyorum. sanki sadece sen ve ben varız koca dünyada... birde senin tanrısal kokun...

insanın hayalinin gerçek olmasından daha mutluluk verici ne olabilir... o hayalin adının "DERİN" olması... hoşgeldin mutlu, küçük dünyama...

tam 2 sene önce... bu satırları hastane odasında yazarken, hiç büyümese diye içimden geçirdiğimi bugün haala hatırlıyorum. ama büyüyorsun koşar adım... beni beklemeden... oysa durup biraz soluklansak şurda, saatlerimizi atsak kolumuzdan... öylece kalsak... ama haksızlık bu... biliyorum...

şimdi uyuyorsun... üstelik bugün seni uyuturken beni şaşkınlıktan hüngür hüngür ağlattın... ve beni öylece bırakıp uyudun... kulağımla oynamadan sadece öperek... sağ kulağım, sol kulağım, sağ gözüm, sol gözüm, burnum, dudaklarım, saçlarım, sağ elim, sağ kolum, sol elim, sol kolum... hepsini tek tek öptün ve terden sırılsıklam olana kadar sarılıp szanım szanım diye diye uyudun... bense ağladım sessiz sessiz... ve kulağına hep seni çok ama çok seveceğimi fısıldayarak... 2 sene önce bugün varlığını, şuan ise doğumgünü hediyeni verdin bana... ben sana iyiki doğdun demeden, sen bana iyiki beni doğurdun dercesine sarıldın...

canım kızım... iyiki geldin... iyiki varsın... nice mutlu yaşlara...



17 Aralık 2008 Çarşamba

iyiki mi desem, keşke mi???

hani olur ya bazen... üzerinizden pijamalarınızı çıkarmak istemezsiniz, kahvaltı yapmak bile öfff dedirtir insana. ve yorganın altına girip bütün günü öylece orda sinmiş bir halde geçirmek istersiniz. ama... ayaklarınız ne yapsanız da ısınmamakta diretir ve siz yorganı ayaklarınızı iyice doladıkça o yatak ucunda beliren ve sizin oyun yaptığınızı düşünüp sürekli yorganı kaldırıp ayaklarınızı gıdıklayan ve hatta üşüyorum diyince çorabınızı getirip giydirmeye çalışan ama parmaklardan ileriye çorabı geçiremeyen bir canavarınız varsa evde, bütün bu istekleriniz ancak bir hayal olur kalır... işte bugünün başlangıç karesi... başımda adresimi nerden bulduğunu anlayamadığım bir migren ağrısı... halbuki iyiydik biz böyle migrensiz. nede güzel geçiyordu günlerdir hayatım ağrız sızısız ve yorgun... tuz-bibermisin be kardeşim sen... zaten miskinim. sende bulmuşsun ortamı hoop birde ben katılıyım şu kadının şenlikli bünyesine dercesine çöreklenmişsin. git!!!
geceden belliydi geleceği krizin. uyumayıp kızım için şu altta görünen şirin takımı yaparken hiç düşünememiştim sabahında beni en şiddetli haliyle günaydınlayacağını bu migren krizinin... ama olsun ben yaptım yaa aklımdakini. o da gelsin... (henüz teğelli, makineye çekemedim sanırım bu krizli halimle bugünde çekemem. ama olsun derin bu haline bayıldı yaa yetti bana)
sabahleyin kızım tüm kokoşluğu tavana vurmuş halde bu kez parmağımdaki yüzüğümü kıskanınca da oyalanıyım da ağrıyı unutayım düşünceleriyle tek tek geçirdim lastikli misinaya boncukları. meğer bu boncuklar kızımın boncuk parmakları için gelmiş tuhafiyeden taaa bizim eve kadar... iyi onlar da gelsin...
canım sıkkın yaaa. oyalanıcak işler peşindeyim. geçtim buzluğun karşısına... hımmmm burda tamda bugünler düşünülerek hazırlanmış birkaç paket erik var... e sıkılır bunlar yahu o kadar zaman burda sıkış tepiş durmaktan... azıcık hava aldırayım ve hatta birazda sulandıralım ki içleri rahatlasın... eee erikler de geldi mutfağa.... tamam gelsinler... birde bunu tüketecek biri lazım. "prenseeeesss bak ne yapmış anne... meymeee suyu" derin: "aaaaa meyme suyuuuuu". evet canım hüplet hüplet...


ohhhh... ağrım hafifledi mi ne???
bütün bunlar yaşanırken fonda TRTÇOCUK kanalı açık... ve "bizim mahalle" programı var. hani bilirsiniz bizim çocukluğumuzda "susam sokağı" vardı... en faydalı bilgileri en absürt şarkıları ordan öğrendik (meselaa: dağdan gelecek bir kız döne döne, dağdan gelecek bir kız döne döne, bir kız gelecek döne döne, dağdan bir kız döne döne, bir kız gelcek dağdan döne döne... diye). işte bu "bizim mahalle" şimdiki zamanın "susam sokağı" adayı... süper karakterler var. evet minik kuş, kırpık yada kurabiye canavarı kadar sevimli değiller belki ama yinede saçmasapan çizgi film karakterlerine göre oldukça iyiler. mahalledeki tüm çocuklar ıspanak seviyor, yardımlaşmayı biliyorlar ve hepsi hergün renkleri ve sayıları tekrarlıyorlar... sıkıysa anlama... hergün herügn tekrar ama eğlenceli bir şekilde öyle dümdüz bu kırmızı, bu 5 gibi değil... bu programda bir de müzik grubu var. grup şurup... birbirinden çılgın müzisyenler ve kokoş bir solist... bugünkü şarkıları "merhaba komşu" gibi birşeydi. ve derin şarkı biter bitmez bana "komşu" diye seslendi... bakın etkisini nasıl da gösteriyor çocuklarda. tavsiye ederim.

diyeceğim o ki sevgili blog, bugün karışığım... iyiki bunları yapmışım ama keşke başım bu kadar ağrımasa... ve iyiki bu bloğu açmışım ama keşke daha sık yazabilsem...
karışığım ama aklımı henüz yitirmedim... ve farkındayım sahip olduğum güzelliklerin... o zaman son olarak; iyiki varım ve iyiki anneyim...
sevgilerimle...










14 Aralık 2008 Pazar

hastasıyım kulaklarının...

ten teması ve bir tek kulak... uyumak için olmazsa olmazımız... derin'den bahsediyorum. bebekliğinden beri yüzünü yüzüme gömmeyi, tenimi hissetmeyi çok seviyor. aslında sadece benim tenim değil, kiminleyse ona dokunmayı, yüzünü yüzüne değdirmeyi çok seviyor küçük kedim benim...
uyumaya çalışırken konuşur konuşur (anne yemek bitti dimii, aaakışşşş derin'e; çocuklar pat pat koştu, koooktum; yağmur yağdı çat çat hiiii koooktum...vs.) konuşur konuşur.... sonra sarılır yüzünü yüzüme değdirir, ben yüzümü onun yüzüyle yastığı arasındaki sıcaklığa sokarım (ne müthiş bir kokudur o bebek kokusu) bir elini hemen uzatır kulağıma ve tıs tıs uyumaya başlar. böyle küt diye uyur. çünkü konuşurken tüm enerjisi bitmiştir. ama ayinimiz kulağa dokunmadan tamamlanmaz.
geçenlerde bir akraba ziyaretinde anlattım uyku seansımızı. eleştirildim... :( çocuk alışmasınmış öyle uyumaya, kendi kendine uyursa ben çok sorun yaşamazmışım... ( bu arada derin 6 aylıkken kendi odasında yatmaya başladı. ve halaa uyuduktan sonra kendi yatağına yatırırım. uyanınca sadece "anneee" diye seslenir ve koşar adım yanına varırım) çocuğunu uyutmanın bir anne için ne tür bir sorun teşkil edeceğini anlayamadan dinledim. ve kocaman itiraz ettim... annelik nedir ki??? çocuğunla ilgilenmeyeceksen, onu dinlemeyeceksen, yemeğini özveriyle yedirip, evcilik oynamayacaksan ne yapacaksın bir anne olarak... yakınımda bir arkadaşımın çocuğuyla hiç oyun oynamadığını, çocuğunu yalnız oynamaya alıştırdığını duyduğumda şoka girmiştim. iyi de sen öğretmezsen, çocuk oynamayı nasıl öğrenecek. mesela çocuğun geometrik şekillerden oluşan oyuncağı var ama hangi parça hangi deliğe gelecek bilmiyor. renklerinden haberi yok. hayvanları tanımıyor... elinde kalem hababam karalama yapıyor... kimbilir iç dünyasında neler yaşıyor... bu değil annelik... sonra, çocuğu ayağında sallayarak uyutuyor. evet bu yöntem çok yaygın olarak uygulansa da en çok eleştirdiğim de bu... çocuğu sersemleştiriyorsun ve sonra da bu uyutmak oluyor... çocuğunla konuşarak, ninni söyleyerek eğer biraz daha büyümüşse masal anlatarak uyutmanın hazzını hiç aldılar mı acaba? sanmıyorum... çocuk uyusunda azıcık kafamı dinliyim diyen anneler maalesef o kadar çokki... ve bir de yemek mevzusu var... benim kızım öyle tombiş bir çocuk değil... ve 15 aylık olana kadar da çiğnemeyi bilmiyordu. hiç blender kullanmadığım halde pütürlü yiyecekleri çıkarıyordu. ve hatta 3 ana, 2 ara öğün olmak üzere 5 öğünü her yedirmemde çıkardığını ve tekrar hazırladığımı bilirim. sonra bir gün artık sinirlerim iyice gerilmişti... karar verdim... o çıkarmaya çalıştıkça oyunla, oyalayacak herhangi bir şeyle yemesine ısrar ettim. yemedi, bıraktım... öğününü geçirdim. nasılsa yiyecekti. çiğnemeyi öğrensin diye sakız çiğnettim ona... sık sık sakız verdim... yine yemek zamanında yemeyince bıraktım... derin biraz kilo kaybetse de ben kazandım. aslında bu benim değil onun kazancıydı... çünkü yemek yemeyi bilmiyordu. ve bunun hazzından haberi yoktu. birbirimize zaman tanıdık, artık açlığı, tokluğu , susamayı biliyor. evet öyle hapur hupur yiyip her bulduğunu ağzına sokan tadını merak eden bir çocuk değil ama neyi nasıl yemesi gerektiğini biliyor. acıkınca susayınca söylüyor. arkadaşımın çocuğu 4 yaşına yeni girdi. ve kahvaltı dahil her yemeği çorba kıvamında yiyiyor. ve hayat annesi için işkence halini almış. her yeni gün, yeni yemek kavgaları demek... hal böyle olunca da çocuğuna bir kardeş fikri telaffuz bile edilmiyor evlerinde. ve asosyal bir hayat yaşadıkları için bir bezginlik var üzerinde. tabi çocuk normal olarak yemek yemediği için dışarı çıkmak için hazırlanmaları en az 2 saat sürüyor. öyle "hadi yaa hepimiz toplandık siz de gelin" demeler onları daha da bunalıma sokuyor... şimdi ben düşünüyorum... eğer rahatına biraz düşkünsen, içinde sonsuz bir insan sevgisi hele hele çocuk sevgisi yoksa, sabırsızsan, çok titizsen çocuk yapmak için 2,3 hatta 4 kez düşüneceksin ki iyi bir anne olasın... "halı kirlenmiş, yemek dökülmüş, oyuncaklar her tarafa dağılmış, aaa şu topuklu çizmeler ne güzelmiş, yeni aldığım şu mini eteğimi de hiç giyemedim" leri bir süreliğine bir kenara bırakacaksın... evet pekala şıkır şıkır giyinip çocuk da bakabilirsin o zaman lekeli bir gömlek veya eteği sökülmüş bir elbiseyi kullanmayı göze alıcaksın :) annelik rahatlık ister. bu yazdıklarımı onaylamayanlar olabilir (gerçi çok fazla okuyucum yok ama olsun) ama genel olarak çocuk 3 yaşına gelene kadar annelik böyle bişi.
bu konuya bayramlarda yaptığım akraba ziyaretlerinde derin'in hareketleri ve konuşma tarzıyla takdir toplamasından, herkesin elini adet olduğunu bilerek hiç sıkılmadan öpmesinden kazandığı "aferin"ler ve buna rağmen az ama sağlıklı yemekler yemesinden aldığım tepkiler neticesinde yazıyorum. kilolu çocuk sağlıklı çocuk demek değildir. ben bunu bilir bunu söylerim. ve bir çocuk öööyle ayağında 5 dakika sallayıp uyutulmaz. gittiğimiz yerlerden derin'in düzenini bozmamak için uyku saatinde önce evde olduğumuz veya kalmamız gerektiğinde yanına yatıp en az yarım saatte tekrar insanların yanına döndüğümde sorulan soruların cevabı ve yorumlar bana bunları yazdırdı. ve ohhh be yazdımda rahatladım.
tabiki eleştirilere açığım. derinin bebekliğinde mesela gaz sorunu için büyüklerime danıştım hep anane yöntemleri kullandım. kendimde mikrobik bi durum olmadığı sürece ilaç kullanmadığım için kızımda da buna yakın yöntemleri denedim. alması gereken vitaminler hariç hiçbişi kullanmadım. alternatif tıp ilgi alanım ve en önemlisi enerjiye çok inananlardanım. derin bebekken çok dinledim büyüklerimi hala da dinliyorum ama hepsini uyguladığım söylenemez. herşeyi biliyorum havasında da değilim ama çocukla "ilgilenmenin" hemen hemen her kapıyı açtığını ve en önemli iletişimin ilgiden geçtiğini biliyorum. yine de tabiki danışıp bilgi alıyorum. ama dediğim gibi hiçkimse bir çocuğu "annesinden" daha iyi tanıyamaz ve kesinlikle her çocuğun kendine has bir karakteri vardır.

ve bunca söze uyuma seansımızla geldik. aşağıda derini uyuturken benimde içimin geçtiği (!) halimizi göreceksiniz. şimdi siz söyleyin... bu mutluluk değilse nedir???

13 Aralık 2008 Cumartesi

herşey bir inek yüzünden...

Derin: anneeee inek bilisik takmışşş. hıııı bana bana banaaaa tak bilisik...



















hayhayyy kuzuummm...




















derin: anneeee kalppppp. kalp giymiş. bana bana banaaa kalp. giycem kalp...



















buyrunnn işte kalp...


















Derin: anneeeee taççç. piyenses oomuşşş. bana bana piyenses takk.


















hımmmm bunun fotoğrafı yok. çünkü kızım sadece özeniyor. fotoğraflıyacak kadar kısacıkkkk bir süre tutamadık saçımızda tacımızı...
tamammm bugün için belirlenen inekli konseptimiz tamamlandığına göre artık öpüşüp günaydınlaşabiliriz....

















szanım szanımm szanım (canım canım canım)















herşeyi takıp takıştırmak istiyor. evde Fransız asilzadeleri gibi dolaşması komşu çocuklarını da özendiriyormuş. şikayet alıyorum. çok ciddi! :)

9 Aralık 2008 Salı

ben yaptım...

scrapbook sen ne güzel şeysin...

evet hatalarım var meselaa resimleri tamamıyla sığdıramadım ama olsun... ben beğendim bile...


öpücük... :X
not: yavv bide neden acaba benim kaydettiğim büyüklükte göremiyorum çalışmalarımı :(
çözücem ama bunu da çözücem. heyy teknoloji sen mi büyüksün ben mi??? :)
hadi oldu oldu idare ediverin beni.

7 Aralık 2008 Pazar

işte kuzu kuzu geldim...

şeker bayramında, bayramımızı kutlamaya gelen şeker çocuklara vermek üzere hazırladığım el yapımı çikolata kutularından (el yapımı olan maalesef çikolata değil sadece kutuları-şimdilik) sonra bu bayramda ikramlık bişiler hazırlamak istedim.


bunlar şeker bayramı cicilerimdi...






ve bu kuzuların kesilmek için değil masada süs, buzdolabında magnet olarak daha güzel durduruğunu ebeveynlerine hatırlatmak için çocukları kullandım :)
tamam dinimizin gereği ama ben kan akıtmak yerine bağış yapmanın daha insancıl olduğunu düşünenlerdenim.
bunlar bayramlık kuzularım. kimi notluk olacak kimi de magnet.

bu kuzuların 2'sinin bacaklarının ortasındaki renkli tahta parçaları not iliştirmek için dekoratif mandal. ancak 2'sini böyle alttan yapıştırınca görüntü hoşuma gitmedi :) bir tanesini üstten yapıştırdım sanırım daha iyi oldu. birde not yazdım üzerlerine (peşimde eli bıçaklı saldırganlar var, saklayın beni ; işte kuzu kuzu geldim; şişşşt şimdi kuzu kuzu odana git ve ödevlerini bitir bakalım...vs.)

bunlar da magnetler... görev yerlerine dağılmışlar bile kuzu kuzu...

not: biliyorum 10 marifettekinin aynısı hatta kuzucukların yüz ifadeleri bile aynı. ama ben resim özürlüyüm yavv çöp adam bile çizemiyorum. ancak bu kadar oldu.

en azından bişiler yapabilmiş olmanın huzuru içindeyim.

ve son olarak

sevdiklerinizle mutlu huzurlu nice bayramlar dilerim. gözlerinizden öperim...