29 Eylül 2008 Pazartesi

bu bayram bütün çocuklar bize gelsin...


















neden mi?
işte yukarıda gördüğünüz şirin şeker kutuları yüzünden...

yayınlamak için hepsini bitirmeyi bekleyemedim. pembeler bitmek üzere, sırada yeşil ve sarı renkler var. biraz uzun sürüyor yapması ama inanılmaz zevkli.

burada görüp, yaptım.

aa bide dipnotçuk: bu kutudaki şekerler dişleri çürütmüyor :)

herkese şimdiden iyi bayramlar...
sevgilerimle...

25 Eylül 2008 Perşembe

bana masal anlat anne...

derin-anneeeee, bak kocaman suuuuu...
ben-annecim o deniz, kocaman su denizi oluşturur.
birkaç gün sonra suyla dolu küveti görünce,
derin-anneee bak küçük deniz. :)

derin-anneeee karanlık oldu (gözüne güneş gözlüğü takmış)
ben- annecim gözlüğünü çıkar bakalım nolucak.
derin-aaaaa aydınlık. :)
gözlük takmak istediğinde ise, "anneeee karanlığa gidelim" :)

parkta tanımadığı, ismini bilmediği yaşıtlarına "arkadaşım" diye sesleniyor. sevdin mi sen arkadaşını diyince "canımmmm" diyip başını omzuna yaslıyıp, sarılıyor. (bu kadar sevgi ifadesi ve aslında dolu dolu)

bir arkadaşımın kızı vantilatörü tanımlıyor "üşütücü" :)
bir yerde okuduğum sevgi tanımlaması, "anne seni o kadar çok seviyorum ki git git bitmiyor" :)

gülümsetiyor beni kızımın dünyası. ne kadar basit yaşıyor hayatı. bildikleri yetiyor yaşadıklarını tanımlamaya. oysa sadece 21 aylık. ama gördüğü, duyduğu herşeyin bir karşılığı var zihninde. yanlış değil ama tam olarak doğru da değil, sadece biraz eksik.olsun... birlikte tamamlıycaz hepsini, hepsini yaşayarak, görerek, konuşarak, tartışarak... sabırla... o'nu esir etmiycem hiçbir zaman ne televizyona, ne bilgisayara. zaten meraklı da değil şimdilik. gülmeyi;parmak kuklalardan, canının acımasını parkta düştüğünde bacaklarında oluşan yaralardan, birlikte olmanın keyfini kurabiyelere verilen komik komik şekillerden, komikliği aynada yüzümüzün aldığı garip şekillerden bilecek.
onu bırakmıycam hiçbirzaman o renkli ekranın hızla akıp giden zihni bulandıran çekiciliğine... söz veriyorum!!!
çocuğum dünyaya geldiğinde aldığım bu kararı hatırlattım kendime, izlediğim o televizyon programında konuşan pedagog hanımın söylediklerinden sonra yine ve yeniden. en mutlu çocuklarınmutlu ailelerde, paylaşım içinde yaşayanlar olduklarını vurguladı. birlikte hayal kurmanın, masal okumanın yada masal uydurmanın :), tekerlemeler söylemenin çocukların zihninde yarattığı renkli dünyadan bahsetti uzun uzun. seanslarından örnekler verdi... gülümsetti birçoğu beni. çocukların gerçekleri tanımlama şekli ne farklı. kimi şaşırtıcı, kimi düşündürücü... babasını kaybetmiş bir çocuğun ki ise çok acı vericiydi.
9 yaşında ve okul dışında kalan zamanının büyük bir çoğunluğunu bilgisayar başında oyun oynayarak geçiren bir erkek çocuğu... gerçeklikten çok uzak... sanall bir hayat...
ilk seansta babasının ölümünü anlatıyor doktor hanıma...
"biliyormusunuz, babamın sadece bir -1- canı varmış, çok şaşırdım"...

içimden birşeyler kopup yere düşüyor ve unufak oluyor. ürperiyorum...

18 Eylül 2008 Perşembe

kızımın içinde alien var...


şiddetli bir mide ağrısı, gözden damla damla akan uyku ve Derin'in bitmek bilmeyen kahvaltı işkencesi... güne harika bir başlangıç değil mi? öğle sonrasına kadar devam etti bu durum. nasıl dayandım, ne yaptım sormayın çünkü hatırlamıyorum. kendimi bilmeden bir günü sonlandırdım. bedenimde bu arızalar hortlamışken, değişimi yaşayan sadece ben değildim. sanırım kızım ergenlik dönemine girdi :) yada bu benim kızım değil. hani olur ya öyle arsız çocuklar sizin dediğinizin aksini yapmayı marifet sayar bide bunu yaptıktan sonra böyle göbekten rakrak diye güler,hani pek bir sevimsiz olurlar. işte o modelden şuan bizim evde 1 adet mevcut. kendisi bana bugün bu yeteneği de olduğunu sergiledi müthiş bir perfonmansla. kızıma nooldu anlamadım. gece uykusunda içine şımarık ve arsız bi çocuk girdi sanırım. sabah uyandığında önce "anneee, annecimmm ve sonrasında guyguuuu" diye seslendi. bendeki şaşkınlığı sanırım anlayabilirsiniz. yanına gidip her zamanki gibi onu mıncıkladığımda bana gittt gittt dedi, zaten uyku henüz beni terketmemişken "eee iyi madem bende yatıyım" diyip arkamı döndüğümde arkadaşım (!) bana yine seslendi "guyguuuu". sanırım bana adımla seslenmekti onu mutlu eden. nerden bilebilirdim bunun harika (!) geçecek bir günün başlangıcı olduğunu. hayırdır bakalım diyip güne başladık - aslında sadece derin güne başladı çünkü ben nedense bir türlü günü aydınlayamadım öğleye kadar. akabinde süregelen Derin'in balkona çıkıp tüm mahalleyi ayağa kaldırmak istercesine "uççaaakkkkk, yelebaaaa, yasılsınnnnn, kayanlık koookma taammaaammm mıııı? uçççaaaakkkk gülegüle, nınnnına iyi bak-kendine iyi bak demek istiyor" şeklinde çığlık kıvamında bi dolu cümle serisi döküldü ağzından. ben camlara çıkan komşulara mahçup bir ifadeyle "ehh çocuk çok sıkıldı işte " gibisinden birkaç sözcüğü gevelemekten beter ederek ağzımdan salıverdim. ama bizimkini içeri almak ne mümkün. işte o an anladım bu çocuk benim değil, hayır bu kadar zeki ve şirin olmasa diyicem ki hastanede karıştı heralde :) bu işte bir terslik var ama tam olarak neresi? büyüyor mu, şımarıyor mu iyiden iyiye? dikkat mi çekmek istiyor? bu son ihtimal kuvvetle muhtemel. çünkü benim ilgi delisi sevgi kelebeğim bugün bana seslenmesine cevap ver(e)mediğim bir an parmaklarını ağzına sokup kendini kusturmaya çalıştı. KÖTÜ!. bu hareketini kızımın bugün içine kaçan o arsız çocuğa bağlıyıp, dikkatle gözlemeye alıyorum. vukuatlar bununla da bitmiyor. hanımım bugün ne isterse üzerine onu giymek derindeydi ancak pijamalarını çıkarmadan. yani hepsini üst üste. bütün gün üzerinde pijmalarıyla yaptı o yıldıran delilikleri, sonra bizim bir şapka takıntımız var, evde de sürekli şapka takmak istiyoruz ama değişik değişik, tüm şapkalar elimizin altında olacak tabi bide ayakkabı, terlik..vs. durmadan değiştiriyoruz. allahtan şimdilik bu kadar. bunlara bide kıyafetler eklenince vay benim halime. pijamalarımızı çıkarmadan kafamıza şapkamızı takıp ayağımıza da ayakkabılarımı geçirdikten sonra neden bilinmez aklına elbise giymek geldi. (ne şom ağızlıyım dimi). ve gidip dolaptan enn yazlık elbise canhıraş çığlıklar içinde indirildi ve giyildi. tabi pijamalar çıkarılmadan.ööyle rüküş rüküş dolanıyor evde bizim kız. pembe pijamalar, pemde elbise (neyseki bu uyumlu), yeşil çorap, kırmızı ayakkabı ve kot kumaşından şapka ... tam bir renk cümbüşü. sıkıysa müdahale et. bugün kendisinin dokunulmazlığı var diyelim dedik, bugün de böyle takılsın, herkesin bazen dağıtmaya ihtiyacı olur diye düşünüp, yani bu duruma böyle bir kulp uydurup kabullendim. yarına Allah kerim.
neyse ki akşam uykusu bastırınca telkinlere açık bir şekilde itaatkar oluyor da üzerindekileri çıkarabildim. ama herbirini ayrı bir yere fırlattı :) ses çıkartmadım. nasılsa birazdan pili bitecek. ve bitti de... inanamıyorum. bedenime çöreklenen bir uyuşukluk, kulakları sağır eden bir sessizlik var evde. dinginleşiyorum yavaş yavaş, az kaldı nirvana'ya ulaşmama :) ama yoo yoo şimdi değil. ben yığılıp kalırsam kim derleyecek bu evi. biliyorsunuz evi derlenmesi ve akabinde toparlanması benim görev tanımıma giriyor diğer 36032 madde gibi. yok öyle postu sermek hemen. anne dediğin çelik gibi sağlam bünyeye sahip olmalı. ne o öyle HENÜZ 21 aylık olan bir UFAK TEFEK kız çocuğu yüzünden serilip, gevşemek.... kendime de bu gazı verdikten sonra, ifinim şimdi müsaadenizle evde izi sürülüp keşfedilip bulunacak, herbiri özenle dağıtılmış pijama (alt ve üst ayrı yerlerde tabi) çorap, elbise, ayakkabı (birkaç çift) ve şapka (o da tabi birkaç adet) var. ben sabaha ancak adam ederim bu evi. ve fırsat bulabilirsem uyumalıyım, malum kızımın içinde bu aralar bir yabancı yaşıyor, teyakkuzda olmalıyım...


not : son bir üzerini örtüp kontrol ettiğimde gördüm yüzüne yerleşen melek gülümsemesini ve hayretler içimdeyim, bugün tüm bu yazdıklarımı yaşadığım çocukla şuan yatağında döne döne ve gülümseyerek uyuyan aynı çocuk mu? haaa birde konuşuyor uykusunda "uççaaakkk güüle güüle" ...

sevgilerimle...

17 Eylül 2008 Çarşamba

bugünlerde bunu yaşıyorum...








biz kampa girdik kızımla... ben ramazan nedeniyle iftara kadar bekliyorum, derin'de beni zıvanadan çıkarmak için öğlene kadar bekliyor yemek yemek için. bu birkaç haftalık yokluğumun sebebi bu küçük afacanın tatilde bünyesine yerleşen o yılışık iştahsızlık ve aslında ona çok yakışan ama şiddetle evimizden def edilmesi gereken maymunumsu şımarıklıktan kurtarmaya çalışmaktan kaynaklanmaktadır. derin kelebeği ben önüne her yemek koyduğumda eliyle yüzünü kapatıp, parmak aralarından bana bakarak, sadece ses çıkarıp ağlama taklidi yapmakla beni alt edemez. hele hele o eve doldurduğu 11-12 yaşlarında 6 kız çocuğundan kaptığı o küsme, arkasını dönüp gitme, uyduruktan bağırma huyları bu bünyeye sökmez. "yaaa bırak o daha küçücük çocuk, şimdi şımarmıycak da ne zaman şımarıcak" diyenlere burdan 28 kaplan gücüyle kafa atıyorum. ben onun yemek yememek için türlü bahanesini (5 kez su içme isteği, önce pooo yesin savuşturması-pooo teletubbies'imiz-uçaaaaakkkk karanlıktan korkma tamammı? repliği, annneee çişşşşşş uyduruğu..... vs. gibi 739 adet bahane) çekiyorum. ama bünye maalesef bu kadarını hazmediyor. bu 739'dan sonrası artık bana gelen gınaları görmenizi tavsiye etmem. gözlerimi kocaman açınca bana sarılıp "szanım,szanım" demesi (şımarmadığı zamanlarda gayet güzel "canım canım "derken bu zamanlarda nedense çek dilinde konuşmaya başlıyor), öpücük diyip boynuma sarılması sonucu yelkenleri suya değdirmeme az bir süre kalmasına rağmen direniyorum. bunu çocuğumun sağlıklı gelişimi için yapmak zorundayım. şımarıklık 739 adede kadar varlığı kabul görülen ama ondan sonrası "aaaa yeter artık" dedirten bir bunaltı hali çünkü.
varmıdır acaba şöööyle her yemeği (mesela ıspanağı, pırasayı, enginarı...) sorunsuzca ve afiyetle yiyen bir çocuk. varsa da gözüme gözükmesin lütfen, çünkü parçalarım....
işte böyle sevgili okur, canımı dişime taktım, derin denen çok dişli canavarla boğuşuyorum. nihai zafer yakındır çünkü muhtaç olduğum kudret damarlarımda gezinmeye çalışan sabırda mevcuttur. ve derin sadece 21 aylık bir bebektir...
sevgilerimle...