28 Şubat 2011 Pazartesi

bizim oralarda, sandalyede ayağı yere değen kızı everirler...

-anne, sakın bana "sandalyede otururken poponun altına minder koyayım mı" diye sorma, artık büyüdüğümü anlaman gerekiyor...

ama hala minnie mouse gibi görünüyorsun, naaber dilli düdük :)
---

27 Şubat 2011 Pazar

ve şaşkınlık, bir itirafı doğurur...

-anneee, bu köpek beni Emre gibi dudağımdan öptü...
-höö ?!?!?!?!?...

24 Şubat 2011 Perşembe

ağacın arkasından yolu gözleyen patatesler...

birgün Pamuk Prenses, balkabağından yapılmış trene binip, Ali Baba ve 73 Haramilerin düzenlediği baloya gider... Baloda Denizkızı Ariel'in 7 küçük cücesi ile tanışır ve onlarla elele tutuşup kutu kutu pense oynar... Onun bu neşeli oyununu gören yakışıklı Prens, Pamuk Prenses'i ebeler ve sarayda koşturmaya başlarlar... Pamuk Prenses koşarken, birden ayakkabısının bir tekini düşürür, ayakkabısı eskidir ve koşarken yırtılmıştır, Pamuk Prenses çok utanır ve saraydan kaçar...

Prens arkasından gitmez, çünkü sarayda çok güzel kızlar vardır, kendini tek bir kıza bağlamak için henüz çok gençtir... 24 yaşını doldurduğu için gönül rahatlığıyla viski kadehini eline alır ve "Gölgelerin Gücü Adınaaa" diye haykırarak kadehini kaldırır... Onun bu heybetli bağırışını duyan gökkuşağı korkudan mavi rengini suya düşürür... ve artık denizin rengi kırmızı değil mavidir...

Pamuk Prenses, arkasından prensin gelmediğini görünce hırs yapar, Facebook profilindeki durumunu "evli, mutlu, çocuklu" olarak değiştirir ve Prens'i dürter :)

Prens, bu durumu hiç sallamaz... bakar dalgasına...

bu masalda mutlu olan tek grup 7 cücelerdir, çünkü önüne gelenle kutu kutu pense oynayıp milleti canından bezdirmiş ve herkesi saraydan kaçırmışlardır...

Sonuç olarak, burdan bişi anlama gerek yok, ki anlaşılacak tek bir doğru cümle de yok... zaten başlık da konuyla çok alakasız ama bak resimle alakalı...
sen hiç ağacın arkasına saklanıp kamyonları gözleyen patates gördün mü?
O'da görmedi ama çizebildi, hey yavrum hey :)

20 Şubat 2011 Pazar

sindrella'nın ailevi meseleleri...

bütün masal kahramanları aileden arızalı mı olur, sanki birgün çok mutlu olabilmek için üvey anne-baba veya kardeş zulmüne maruz kalmalıymışsın gibi...
Hani ben, kendimi bilirdim sulugöz, gözyaşı gözünün ucunda yaşayan biri... Benim boynuz, kulağı daha şimdiden geçti, suluzırtlak halleri ile...

Keşke bu kadar yaratıcı olmasa masalları dinlerken...

-Sindrella'ya ne kadar kötü davranıyorlar? Mesela, O'na hiç yemek vermiyor olabilirler mi?
-O'nu dövüyorlar mıdır?
-Hani onu baloya götürmüyorlar ya, acaba parka da götürmemişler midir hiç? ya atlıkarıncaya hiç binmediyse?
-İstediği zaman pasta yemesine izin veriyorlar mıdır?
sadece masal mantığıyla dinlemesi gerektiğini öğrenene kadar, bizim evde ailevi problemler konuşulmayacak, bütün dünya dostça da yaşamayacak belki ama bulucaz işte bir dengini...

yahu çocuğun içi çıktı bunları düşünüp tıstıs ağlamaktan....
not : foto : küstüm çiçeği halleri...
"peçete ile rujunu sildikten sonra yemeğini yiyebilirsin" dediğim için, bu dünyada kimsenin O'nu anlamadığını düşündüğü an... bir nevî erken ergenlik...

12 Şubat 2011 Cumartesi

sen uyurken, çocuk...

dışarıda bir hayat dönüyor çocuk...
*kimileri dans ediyor, kimi bir puzzle'ı tamamlamaya çalışıyor, eli çenesinde dalgın belki...
*kimi sokakta çöpleri karıştırıyor, evde bir kuru ekmekle ziyafet çekmesi için çocuklarının...
*kimi bir yoğun bakım odasında, hayatla tek bağı olan o nefesini sunarak ailesine, yaşadığını müjdeliyordur,
*kimi sevgilisinden gelecek mesajı beklerken, telefonunu ağzına sokacak kadar heyecan içinde...
*belki biri sevgililer günü için güzellik salonunda bakım yaptırıyordur, bu esnada bir konfeksiyonda romeyözcü, işleri yetiştirme telaşında akşam yemeğini geçiştirdiği için, çay ile midesini sakinleştiriyordur...
*bazı çocuklar, ailelerini hiç tanımadan büyüdükleri, o, kendileri gibi olan bi dünya çocukla aynı yatakhanede, belki farklı ama aynı toz pembe renkte rüyalara dalmıştır, esirgendikleri o kurumda...
*bazı çocuklarda, bale dersinin yorgunluğunu, bakıcılarının bacaklarına yaptıkları masajla atarak, kuş tüyü yataklarında, yaşadıkları hayat gibi toz pembe nevresimleri içinde, ipek geceliklerine bürünüp yatıyorlardır, Fransızca masallar dinleyerek...
*kiminin tek derdi Küçük Sırlar'daki kızların oje, ruj, ince çorap rengini tartışmak, kiminin ise, ailesini masrafa sokmadan yaşadıkları şehirde bir üniversitede okumak için tüm dizilerden soyutlanmış gerçek bir hayat hikayesinin içinde..

Sen uyurken, dışarıda hiç de adil olmayan bir hayat akıyor çocuk...
ve ben bazen, herkesi, herşeyi unutarak, saçlarını tek tek örüp, kare kare fotoğraflarını çekme telaşına girebiliyorum....
aklıma geldikçe, dışarda yaşan(amaya)n hayatları düşündükçe, kendimden utanıyorum...

Sen uyurken çocuk, ben çekiyorum, vicdanımın payıma düşen azabını...

10 Şubat 2011 Perşembe

F harfi ile başlayan bir hayvan: FELEBEK mi???

Hayat, O'nun doğru bildiği sevimli yanlışlarla öyle eğlenceli ki....

*okulda önce tek tek, sonra çok çok fotoğraf çektirmişler... (toplu fotoğraf çekimi)

*bazı çocuklar, konuşurken, bizim oturma organımızın (!) ismini söylüyorlarmış ama Derin, o çocuklar bu kelimeyi kullandıkları zaman onlarla aynı kelimede olmuyormuş... (popo ve aynı fikirde olmamak)

*bugün, onu servisten inerken benim karşılayacağımı hep aklına takmış ve bu fikri hiç bırakmamış. (aklında tutmak ve bunu hiç unutmamak)

*bazı şarkılarda sabahları ergezsiz (egzersiz) yapıyorlarmış ama o en çok reditasyonu (meditasyon) seviyormuş...

*banyoda rengeçle yüzmek (yengeç) çok eğlenceliymiş.

*ömürcek (örümcek) aslında hiç korkunç bir hayvan değilmiş...

*keşke dünyada sadece pink rengi (pembe) olsaymış...

*f harfi ile başlayan hayvan tabiki felebek değilmiş ama o daha minicik bir kız çocuğuymuş, herşeyi bilemezmiş, ben annesi olduğum için ona doğruları öğretmeliymişim.

*çizim yaparken en çok saylangoz resmi yapmayı seviyormuş (salyangoz)

*birde, ben artık O'nunla yeteri kadar kudurmuyormuşum !!! (oynaşmak sanırım yada eğlenmek yada güzel vakit geçirmek yada O, o anda artık her ne istiyorsa)
Bunları yazmazsam unuturum diye korkuyorum...
Bu çocuk, öyle deli malzemeler veriyor ki, artık eskisi kadar mizah dergisi okumadığımı farkettim... mizahın kralı yapılıyor bizim evde...

3 Şubat 2011 Perşembe

gözlerin kadar yakışıyor dudağına kırmızı...

yetersizliklerim, kendimle kavgalarım, iyi bir anne-eş-evlat-dost olma yolundaki çabalarım... tüm kaygılarım, başka bir bedene ait gibi oluyor seninle vakit geçirirken çocuk...
sen... beni başkalaştırıyorsun...
basit görüyorum hayatı, tek derdim hayaletleri düzgün kesmek...
bir tek umurunda olan seninde, kırmızı rujunu taşırmadan sürmek...
gamsız hayat...
...
...
...
bakma sen bana çocuk...
bazen...
göremez olursan hayatındaki güzellikleri, sahip olduğun o müthiş değerleri...
kim olduğunu unutursan, çocuk...
oku bunları...
birlikte geçirdiğimiz anların büyüsüne bırak kendini...
ve unutma...
sen var olduğun için dünya böylesine güzel...
hayalet diye bişi var çocuk... hemde çok sevimli...
hayal-et yeter ...
:) :)
not: karışıklık... med-cezir ruh hali... hiçbir yere ait olamama anları...
bu yazı böylece kalsın... bugünümü aratmayacak günlerim olsun...