27 Ekim 2009 Salı

pek bir mutlu ama en çok şanslıyım ben...

çünkü başımı sıcak tutsun diye ördüğü bere, aslında yüreğimi ısıttı...
ahh! nasılda severim turkuaz rengini...
biliyorum ki aynı şehirde olmasaydık da, yine "acil durumda aranacakların" başında gelecek ve yine böyle sarıp sarmalayacaktı bizi, o en içten sevgisiyle...
çünkü Derin'de artık kısmen bir abinin varlığını biliyor, onun sayesinde...
ve tıpkı benim annesine sarıldığım gibi, o da sıkı sıkı sarılıyor, arkadaş kontenjanından abisine...

iyiki geldin İstanbul'a, iyiki geldim sana...

ben senin yüzünü güldüreyim derken, sen beni öyle ters-düz ettin ki yamuğun alasıyım şimdi...
herşey çok güzel olacak, biliyorum, biliyorsun...

21 Ekim 2009 Çarşamba

izmir vurdu, salı salladı...

ben İzmir'in üzerinden, salı günü de benim üzerimden geçti...
hiç inanmazdım, "bir film izledim, bir kitap okudum hayatım değişti" diyenlere...
değişim gelişimlerle tamamlanan bir süreçti bana göre. öyle pat diye, vahiy gelir gibi bambaşka biri olunmazdı...benim kadar kendiyle çelişen biri daha yoktur heralde. 28 yaşındayım, bir anneyim... hayatımı temize çekerken, doğru bildiklerimin kocaman saçmalıklara dönüşümünü izliyorum şaşkınlıkla... içime kaçan biri sürekli fısıldıyor. şunu yap, bunu bırak, sen busun, yaaa bi git güzelim yaa diye diye... birde edepsiz, sözünü dinlemesem fırçayı kayacak gibi heran...kocaman bir şehre yeni adım atan saç örgülü Kezban ürkekliğiyle dinliyorum söylediklerini içimdekinin. bu hayatı asıl bilen o diye birde güveniyorum ki sorma...


nasıl güvenmem...

geçmişim, yaralarım, gülücüklerim, çocukluğum, hayallerim aslında o... hayatımın en tozlu sayfaları, o dolabın en üst rafı aslında... üzerine örttüğüm tozlu örtüyü kaldırınca duyuldu sesi... tüm geçmişim dimdik duruyor karşımda... yaşamadığım her günüm elele tutuşmuş, bir otoban gibi uzanıyor önümde beni hayallerime kavuşturmak için...


diyor ki; gözlerini açman yetmez, perdelerini de aralamazsan görmek istediğin deniz hep hayalinde kalacak, o serinlik ancak anlatılan kadar canlanacak zihninde... değiş... bakmakla görmek arasındaki farkı irdele... gözünü de aç, gönlünü de...
ve çık dışarı... bak nelerden mahrum ediyorsun kendini, içini, en önemlisi kalbini... şimdi sadece gülümse geleceğine... ne istiyorsan onu yaşayacaksın...

not: bu yazı, bir haftalık İzmir kaçamağıyla bir can'ı, bir dost'u ziyaretimden sonra kendi kendime belirlediğim yeni mottom olsun... fotoğraflar İzmir'de kaldığım eve ait...

11 Ekim 2009 Pazar

bir küçücük fıçıcık, içi dolu Derin...

bir çocuk park ister, top havuzu ister, zıp zıp ister yada işte bilemedin kumda tepinmek ister dimi... 3 yaşına 2 ay kalmış bir çocuk ne anlar Miniatürk'ten... kimseyi kandırma Duygu, en çok sen istedin oraya gitmeyi... derin ne bilsin, İzmir Saat Kulesi'ni, Sümela Manastırını ıvırı zıvırı... bal gibi de eğlendin ve bal gibi de yoruldun kızını Efes Antik Tiyatrosu'nun içine girmeye çalışmasını engellemek, Anıtkabir'de Atatürk'ü görücem diye ağlamasını susturmaktan... bunca yorgunluğa değdi diyebilmeyi isterdim.. eğer bu kadar kalabalık ve gürültülü olmasaydı...
gezdin gördün peki ne yedin içtin diye sorarsan -ki bilmiyorum merak edermisin- ahanda şu derim sana... spiral kesilmiş patates kızartması... ahım şahım bişi değil, şekil itibariyle merak uyandırdı bende... Derin klasik sunumdan yanaydı... tabakta tercih etti kızartmasını... (ve evet bugün sağlıklı mönüyü pas geçtik) anne-baba aç gözlü olur, çocukta kırıta kırıta yemek yerse, onun tabağına sulanmamak olmazdı...
aaaa bak Derin orda ne var?
ya anneeee ben yiyicem...öff gidin yaa...
tanrım... kızımın benden tabağını saklayıp gizli saklı bir köşede yemeğini yediğini de gördüm ya, ölsem gam yemem artık :)

bugünü Taksim'de sonlandırmaya karar vermiştik ki, Derin mercimeğinin uykusu geldi... huysuzluk tavan yaptı... ama ben Balık Pazarı'na girmişken, o pasajdaki sahafları gezip eski kitapları koklamak, önceleri pek bir uzak dursam da şimdilerde çok sevdiğim midye tava yemek istemiştim... ama...
kös kös evimize döndük...

8 Ekim 2009 Perşembe

al işte, olacağı buydu...

buldumcuk olmuş gibi evladının her anını kare kare fotoğraflarsan, o cüce de, bunu kullanmaz mı???
çocuk sanıyor ki insanlar büyürken, dakika dakika fotoğraf çekerler, bu yemek yeme, su içme gibi olağan bir durum...
güzel anlardır dimi, ölümsüzleştirilen yada ilginç...
yani mesela şu değildir,
-anneee bak ben şimdi sana şu bardağı fırlatıcam hadi resmimi çek,
-anneee benim çişim geldi, resim çekmicen miii?
-anneee sana böööle banane banane yemicem derken resmimi çekseneee...
....
....
dimi yani bu değildir...
bu işe bir son vermeliyim, sanırım moku çıkmak üzere...