14 Mayıs 2011 Cumartesi

öğretmen geldi, tahtayı sildi, üzerine bir nokta koydu...

10 yaşındaki bir erkek çocuk, arkadaşlarına seslendi,


-ağacın dibinde karınca yuvası var, gelin bakın BEYLER!

Kocaman gülümsedim.. Kısacık şortlu, kimisinin burnu akıyor, genelde çelimsiz bu çocuklar, birbirlerine "beyler" diye hitap ediyorlar... Komik yahu, ne ara büyüdünüz de "bey" oldunuz...


Sonra bir tanesi saklambaç oynarken, "sobe"lemek derdiyle hırs içinde koşarken, kafasını ağaca çarptı... Sessizce izlerken, çocuğun dudağının kanadığını görünce hemen koştum yanına, baktım etrafına kalabalık toplanınca, nazlanır gibi oldu,

-ohhooooo askere gidip vatanı koruyacaksın olum sen, yakışıyor mu sana, dedim... saçlarını karıştırıp şakalaştım onunla...

Sonra kızdım kendime... Yahu erkek çocuk bile olsa, 10 yaşında daha, canı yandı işte...


Ama sustu çocuk sonra, oynamaya devam ettiler, hiçbişi olmamış gibi, bende affettim kendimi... böyle büyüyecekti işte, toplumdan farklı davranmadım ben... Kızıma da aynısını yapıyordum nede olsa...


Erkek çocuklar saklambaç oynarken, yaşları az biraz daha büyük kızlar, modelleri yüksek cep telefonları ile başları bir yana eğik, saçma pozlar veriyorlardı, muhtemelen facebook profillerine koymak için...

Erkek çocuklarını daha çok sevdim o zaman.... Nede olsa, anın-çocukluklarının tadını çıkarıyorlardı... Yoktu öyle, "ayyy güzel çıktım mı" dertleri...

tohumları atılıyordu kadın-erkek farkının gözümün önünde... Vazgeçtim ilişkileri sorgulamaktan o an :)


Tüm bunlar olurken, bizimki seksek oynamanın derdindeydi, yaşının getirdiği tüm o pervasızlığıyla...


Rüzgar gülü sezonunu da açtık hadi hayırlısı...



Yani diyeceğim o ki;


Bahar, tüm güzel yenilikleriyle geldi, içimize... :) :)

13 Mayıs 2011 Cuma

bugün de su samuru olmak istemişti oysa...

Aslında her çocuk gibi, gözleri boğum boğum uyanıyor sabahları, bildiğin mahmur...





Ama ne oluyorsa günün ilerleyen saatlerinde, kanatlanıyor bizim mercimek...


ve tabi dilleniyor da iyice...

-senden tek istediğim, televizyonu açman anne, onu bile yapmıyorsun... !!!!

-ne var yani bende ruj sürsem, zaten herşeye kızıyorsun... !!!

-bıktım artık bıktım anlıyormusun... !?!?!?

-bu senin sorumluluğun, hep ama hep... işte şey yapıyorsun, neydi o, ihtimal miydi -ihmal demek istiyor (O'na tuvalette eşlik etmek)

-öyle yerlerde mi dans edilir, yukarıda olayım ki herkes beni görsün...



Sence bu sözler kime ait,
Bir rakuna mı?
çalışkan bir arıya mı?
Yoksa, uçan bir mercimeğe mi?


Binbir renk var içinde...

Ve ben bu rengarenk dünyada, sarhoş gibi, deli gibi, kuyruk gibi dolanıyorum peşinde...

içimde sonsuz mutlulukla...

8 Mayıs 2011 Pazar

ve artık ayıp, gizli, saklı kalmaz...

-anne, biliyormusun erkeklerin önünde kuyrukları vardır ama adı başka bişi... (ve kikirdemeler...)


Bizim zamanımızda konuşulmazdı böyle şeyler... ncık ncık... :)



not : foto, Ness'in kadrajından, Ankara günlerimizden... Özlem dolu bir foto: hem Ankara'ya, ordaki yürek yarıma, hemde kızımın gözlüklü hallerine :(

7 Mayıs 2011 Cumartesi

benim günüm...

İlk mesajımızdı birbirimize…
Parmağımı sıkışı göğsüme yattığında, o kocaman gözlerini dikip, yüzyıllardır aşinaymış gibi bu surete, yüzüme baktığı andı…
Ve o anda, efsunlandığımıza bugün bile yemin edebilirim…
Bir melekti omzumdan bize bakan ve dünyanın bütün iyi dileklerini ikimiz için isteyen…
Bir yabancıydı O…
Benden gelen, bana ait olmayan, yüzü başka, gözü başka, kalbinin atışı başka…
Ve bir yabancıydı aslında bütün benliğimi değiştiren… Tüm kayıtsızlığımı cömertçe sergilediğim, bütün hayatımı, gelişiyle temize çektiğim bir yabancı…
Beni sevmesi için bir uğraş vermeme gerek yoktu, Onu sevmek için ise bir bahaneye ihtiyacım…
O, hayatıma giren, yaptıklarıma kayıtsız kalmayacak olan tek kişiydi… Benimle güler, ağlar, benimle mutlu olurdu… Hepsini pekala, tek başına da yapardı ancak ne olursa olsun, hayatım boyunca duygularımda bana eşlik edecek olan tek kişi, O idi…
Bir dişti çıkardığı aslında ama dünyanın yükü ağzındaydı sanki, ateşler-ağlamalar… Hepsi benim içindi, yaptığım yemekleri layıkıyla yiyebilmek için :)
İlk adımlarını atarken, koşarak atıldı ya kollarıma… İşte o yüzündeki sevinç… “Geldim anne, sana geldim… Bundan sonra, bana her ihtiyacın olduğunda sana gelebilmek içindi tüm çabam… Bekletmeyeceğim seni anne, yolumu gözletmeyeceğimdi”, tüm o söyleyemedikleri…
İlk kelimesi, bundan sonra duymak istemediklerim kadar, tekrar tekrar kulağıma çalınsın istediklerimle geldi…
İlk öğretmeni, ilk arkadaşı, ilk aşkı, hepsini ayrı ayrı kıskandım, sevdim de o ayrı ama burulmadı içim desem, koca bir yalan olur…
Annelik, sebepsiz duygu geçişlerini barındırıyor bünyesinde…
Hep derim ya, “Annelik, kadın olmanın en deli halidir”…
“Anne” olacağımı, öğrendiğim günü hiç unutmam…
Kedileri sevmem ben, yok tamam hadi biraz yumuşatıyım ifademi, “kedilere dokunamam” diyelim…
Hastaneden geldim, şirkete gidiyorum, yok yok “uçuyorum” diyelim, çünkü 5 haftalık hamile olduğumu tekrarlıyorum sürekli içimden, suratımda salak bir gülümseme ile…
merdivenlerde bir yavru kedi gördüm… Yüzüme bakışını bugün bile hatırlıyorum…
Tek istediği onu sevmemdi, buna emindim ve kucağıma alıp, yüzümü yüzüne gömdüm…
Bugün, bacağıma bile değmesinden hoşlanmam kuyruğunun ama o gün… Başka bişeydi…
O yavru kedinin bana ihtiyacı vardı bence yada benim anaç duygularımı, bir yavruya akıtmaya :)
O gün… Bugün… Bir mercimek var hayatımda, üzerine başka sevgi tanımam…
Bir mercimek, varlığıyla beni keyiflendiren, deli eden, yokluğu acıtıcı boşluk, varlığı karnaval coşkusu…
Bir mercimek, Beni “anne” yapan, beni insan yapan, sabır ettiren, şenlendiren, yoran, düşündüren, endişelendiren, daha katlanılası biri yapan, mercimek…
Kızım.. Gelişine ettiğim şükür az, bugünü kutlamama imkan verdiğin için teşekkür ederim.


not : kızımın "anneler günümü" kutlama kartı...

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Kaflik... :) :)

Rengarenk çocukluğum çıktı karşıma, bakkalda...

Sadece süt alacaktık oysa, bir avuç misketle döndük evimize...
Seçtik kendimize birer "kaflik"..
Bilirsin dimi, kimisi uğur getireni seçer, kimisi en büyük olan misketi "kaflik" diye...

Bizimkiler standart boydaydı, renkli olanları seçtik :)

Nasılda sızladı burnum... Sokaklarda oynamalı, kumları ayaklarımızla tepinerek düzlemeliydik ama nerdeee toprak zemin...artık her yer zaten beton...
Yinede... zevkliydi be... o misketi parmaklarının arasında tutamayan mercimeğin hırs küpüne dönmüş halini görmek, ilk kez, kazanmasına göz yummadan, çocuksu bir kıskançlıkla oynamak O'nunla, aynı yaşta olmak birden... çok keyifliydi...
birde saç saça tutuşup kavga etseydik tam olurdu :)

3 Mayıs 2011 Salı

"iz" değil, bir çocuk neşesiydi duvarlarımı süsleyen...

"Bazen duvarda yada mobilyalarda bıraktığım parmak izleri, seni hayal kırıklığına uğratır.


Fakat; hergün büyüyorum ve bir gün yetişkin olduğumda, tüm parmak izleri yavaş yavaş yok olacak!

İşte sana küçük ellerim,

böylece küçükken parmaklarımın nasıl göründüğünü hatırlayabilirsin"


yazmış öğretmeni, kızımın rengarenk parmak izlerinin olduğu şeker pembesi bir kartona...

ve açınca içini...


dünyanın en güzel, en içten, en gerçek ifadesini buldum karşımda...

ve evet artık O da biliyor, gözyaşlarının sadece üzüntüden akmadığını...

1 Mayıs 2011 Pazar

çiçekler, kızımın bana uzattığı ellerinde güzel :)

her pazar aynı terane...

-anne, kaç gün okula gidicez?

-5 gün annecim.

-peki kaç gün tatil olacak sonra?

-2 gün, cumartesi ve pazar.

-ooofff ama haksızlık bu, 5, 2'den 3 kere büyük !!!



oysa okul hayatının eeeenn eğlenceli senesi....

ki hani ben, belki doktor olurdu diye hayallenmiyor da değilim...

bunu duysa, "neeee 6 sene tıp fakültesi miiiiii" derdi heralde gözlerini kocaman açarak :)


not : başlık ve fotoğraf yine çok alakasız dimi? bu kez böyle olsun, fotoğrafa göre bişi yazıcaktım, canım mercimeği şikayet etmek istedi :)

not'a not : evet boş vazomuz yoktu :)