29 Aralık 2010 Çarşamba

ceyda, butik tatlar, primarima... 5. yaşımın en büyük armağanları...

biliyorsun aslında, hepsi, en çok kendimi tatmin içindi...
klasik bahaneye sığınmak en iyi ihtimal; bizim zamanımızda böyle şeyler yoktu...
hadi ordan! nutella kavanozu yok muydu? bu kadar süslü kurdela olmasa da yine cıvıl cıvıl bişiler vardı ama yap(a)madık biz kendimize, şimdi hiç büyümeyen içimdeki çocuk tutuyor kızımın elinden...
iyi de yapıyor...
ancak, bazı anlar var ki... tarifi zor...
biri gelir, tutar hayatının bir kıyısından, öyle eğreti de değildir tutuşu, bırakmamacasına...
ve anlarsın... gelip geçici olmak değil niyeti... verirsin tüm sıcaklığını sakınmadan...
başka birileri olur... profesyonelce yaptıkları işe katarlar tüm sevgilerini... bir mesajla başlar aradaki iletişim ama o kelimelerden yayılan enerji varya, tanıdıktır sana ruhları... teslim olursun...
bir kadın vardır hayatın başka köşesinde... okursun önce gizlice, sonra alenen, hayatının birkaç kesitini kendi gibi olanlara sunarken... hiç görmezsin onu, hiç bakmamışsındır gözlerine, nasıl konuşur bilmezsin... ama bildiğin tek bir şey vardır, onu sana çeker, anne'dir o da... hemde yüreği misss gibi sevgi kokan bir anne...
ben kızıma 5. yaşına girerken güzel bir kutlama hazırlamak istedim, herkes yüreğini koydu ortaya... hiç beklemediğim yerden sordu hayat bana ve ne güzel ki bilmediğim soruların yanıtı hiç ürkütmedi beni bu kez...
bin teşekkür sana Ceyda... her anımda yanımda olduğun, en güzel anlarımızı bir kez daha ölümsüzleştirdiğin için, varlığın için...

bin teşekkür size sevgili Gözde ve Özge (butiktatlar), yaptığınız sadece bir pasta değildi, biz sizin elinizden yayılan sıcacık bir sevgiyi paylaştık 12 minik canavar ile birlikte...
ve bin teşekkür ebru (primarima)... harika sürprizlerin için, nasılda bulmuşsun benim arayıp da hüsrana döndüğüm o minik arılı çikolataları... ve nasılda özenli bir sunum hazırlamışsın... iyiki yolun geçti hayatımızdan... iyiki varsın...
sözün özü...
ben kızımı mutlu etmek için çıktım yola, dostlar çıktı karşıma ilk sapakta... beklemişler beni o partinin kapısında, yüreklerinde kocaman sevgileriyle...
ne desem bilemiyorum...
mutluluk bende değilse bu ara, boşuna arama, hiçbiryerdedir...

not : daha çok fotoğraf için... tık tık...

21 Aralık 2010 Salı

hadi hayal kuralım, karnımız doysun...

hepimizin çocukluğunda vardır, gökyüzündeki bulutlara bakıp bişilere benzetme anıları dimi?
kedi, köpek, tavşan, kaplumbağa... genelde hayvanlara benzetirdik...

birde biz kardeşimle, çayımızı karıştırdıktan sonra çıkan köpükleri bişilere benzetirdik, daha doğrusu uydururduk... yahu kimin çay bardağındaki köpükte kurşun asker olabilir ki (!)...

şimdilerde bizim mercimek başladı...
--anneeeee tişikür edeeerim, bana çiçek şeklinde köfteli pilav hazırladığın için... önce yapraklarını yiyebilirmiyim (köftelerden bahsediyor şişşş çaktırma)
--aaaaa şuna bak, deve şeklinde tavuk... anneeeee önce bacaklarını yiyim de gitmesin bir yere, sonra yakalamak zorunda kalırım ve yorulurum, yorulunca yemek yiyemem...
--a aaa şu makarnalara bak, suyun altında nefessiz kalınca kafalarını dışarı çıkarıp nefes alıyorlar. hadi anne hemen pişir de, boğulmasınlar, sonra onları yiyelim...
hahaa... seviyorum bu kızın beyninin sağ lobunu :)

Emre'nin kafası biraz karışık ama kalbi sıcacık...

Emrecim...
Yanımızdayken, klasik erkek tavırlı ama -sadece- Derin ile birlikteyken tam bir romantik olan yakışıklı prensim...
Koruyan, kollayan, sadık, capcanlı bir dost... Bize çaktırmasan da, biliyoruz sevginin büyüklüğünü ve inan bizde -ve özellikle Derin- seni çok ama çok seviyoruz...
Hazırladığın sürpriz doğumgünü kartı, o minik dolma parmaklarınla yazdığın eciş bücüş kutlama yazısı varya, Derin belki şuan anlamıyor ama birgün bunlara baktığında gözünden akıtacağı birkaç damla yaşın garantisi var... Tıpkı benim, kart elimize ulaştığında hissettiğim, boğazıma dizilen o yumruk gibi, içimi burkan o tatlı sevincim gibi...
sen...
çok özel bir çocuksun...
ve çok özel bir anneye sahipsin...
Hep böyle atsın kalbin ve hep bu yaşının masumluğunda yaşa hayatını...
Nice güzel yaşlarımızı birlikte kutlayabilmek dileğiyle...

İyiki varsınız...
not : Derin'i kaçırma fikrini aklından çıkar... Gel adam gibi izin iste, vermeyen ne olsun :)

18 Aralık 2010 Cumartesi

sen var olduğun için dünya böylesine güzel...

bir bebek doğduğunda bir anne de doğarmış...
4 sene önce bugün doğduk biz...
sen, o günden beri hayatımın aitlik eki,
en uzun olmasını istediğim cümlemin yüklemi,
en anlamlı sıfatımsın...
gelişinle aydınlattığın dünyam, göz kamaştırıcı...
iyiki doğdun mercimeğim...
not: bu yazı bir ritüel olacak, geçen seneden başlangıçla...

16 Aralık 2010 Perşembe

ne var yani çocuk, bende biraz senin gibi davransam !!!

ben - biliyormusun bugün bizim şirkete penguenler geldi.
derin - höö ?!?!?!
ben - şaşırdım bende senin gibi, nerden gelmiş olabilirler acaba?
derin-kutuplardaaaannnnn.
ben - ahh evet yaa, kutuplardan tabi, bişi yemek istermisiniz, dedim, pizza yemek istediklerini söylediler.
derin - bu çok saçma, çünkü penguenler balık yer.
ben - haklısın, bende onlara balık verdim zaten... "ne içmek istersiniz" diye sordum, bana "karamelli macchiato" dediler.
derin - annneeee, penguenler karamelli makine (!) içmezler, onlar okyanus içerler.
ben - eevvveeett bu çok doğru... sonra birden denizkızı ariel geldi, yanıma oturdu...
derin - anne sen neden bu kadar çok uyduruyorsun, canın oyun oynamak mı istiyor?
ben- :):):):) hayal kurmak istiyorum ne var bunda.
derin - of anneee, çocuk gibisin!!!
ben- höö ?!?!?!?

yaaa işine gelince minnie mouse bizim evde makarna pişirir, elmo onunla banyo yapar, ben isteyince hava gazı... ne âlâ memleket...

15 Aralık 2010 Çarşamba

çünkü kahve, bir kültürdür...

hani derler ya, "bir film izledim, bir kitap okudum... hayatım değişti... " diye.
benim hiç böyle bir cümlem olmamıştı şimdiye kadar, açıkçası bana çok arabesk gelirdi...
ama ben, ettiği lafları yeme kapasitesi oldukça yüksek biri olarak, bu lafımı da afiyetle ve hatta enfessss Starbucks kahvesi eşliğinde yedim...
Billur'un düzenlediği Starbucks kahve seminerinde, hemde nasıl güzel yedim ve nasılda güzel içtim o ettiğim lafları biiiiirrrrr bir... itiraf etmeliyim ki hiç bu kadar eğleneceğimi düşünmemiştim... neden bahsediyorum? Starbucks kahve seminerine katılıp, güle eğlene, yiye içe geçirdiğim vakitten sonra, her molanın adı, her dedikodunun mekanı, her kutlamanın adresi Starbucks olacak da ondan... bir kahve içtim hayatım değişti :):):) (hoppp bukelamun Duygu)
çünkü onlar, işin mutfak kısmından, sunumuna ve hatta eğitimine kadar bu işi layıkıyla ve öyle eğlenerek yapıyorlar ki, coşkularına katılmamak mümkün değil...
çünkü onlar, kahveyi bir kültür olarak yaşayıp, bir su gibi, ekmek gibi zorunlu ihtiyaç olarak görüp, en iyi hizmet kalitesiyle sunuyorlar tüm misafirlerine... (evet misafir, çünkü strabucks gelen hiçbir müşteriye, müşteri değil, misafir gözüyle bakıyor)
bu arada, hiç denk geldi mi sizede, kahvenizi yudumlarken, birden o kahvelerimizi hazırlayan ekipten (bizim tezgah arkası dediğimiz bölüm) bir alkış sesi gelir... herkes coşar durduk yere... ne olduğunu anlamazsın, sonra herkes döner işine bakar... işte o alkış anlarında, ya biri birşey kırmıştır ve ekip, o kişi kendini suçlu hissetmesin diye alkışlar onu, kendilerince kutlarlar "amaaaannn cana geliceğine mala gelsin" der gibi, yada güzel bir haber almıştır ekipten biri ve diğerleri de onun o anda sevincini paylaşmıştır... alkışlar bundan kopar ve sonra herkes sessizce dağılır...
işte bu sıcaklık... güzel şey bence.
sözün özü... Starbucks abicim... adamlar harbi sıkı kahve yapıyorlar yaaahuuuu!!!
birde eğitim veren o dinamik arkadaş ve sunumda kendisine eşlik eden bollll esprili sevimli arkadaş, en önemlisi bu etkinliği düzenleyen Billuurrrrrr.... biz çok eğlendik... bir daha isteriz :)

13 Aralık 2010 Pazartesi

bütün bu fotoğrafların sebebi sensin çocuk...

o kadar çok malzeme veriyorsunki bana, bazen tek kelime yazmama gerek kalmıyor...
ama ben duramam ki, sana ait bu hayatın detaylarını konuşturmadan...
en olmadık zamanda karşıma dikilen küçük sürprizlerin, kalpte eriyen koca bir damla sevgi çikolatası oluyor... (itiraf ediyorum bu çok arabeskti)... ikinci parantez, cümle yapısına aykırı biliyorum ama (parmağıyla işaret ettiği benim için yaptığı enteresan (!) gökkuşağıymış)
yahu çocuk, özlüyorum işte sadece "anne" olduğum günleri...
çünkü bu saçma sürprizleri her an görmek istiyorum etrafımda...
beyin fırtınası yapıyorum !!!
haftasonu 3 gün olsun, 2 gün gezmece olsun, 3.gün heryer kapalı olsun evde tıkılıp kalalım, aktivite manyağı olalım, nasıl? çok şükellaaaa dimi :)
napiim seviyorum uleyynnn bu mercimek çocuğu...
not: fotoğraflara bakarken sıkılmaca yok, eklemezsem çatlarım çünkü :)

10 Aralık 2010 Cuma

O'nu bu kez galiba çok bunalttım...

Yoksa ne diye bana böyle gider yapsın ki,
-Allah'ım sabır ver bana. Al işte anne tut elimi, istersen 2 elimi birden tut, hiç gitmiyim bir yere...
of yaa, of sıkılıyorum anlamıyormusun?


hep öyle sevgi kelebeği diiliz biz işte...
böyle de posta koyabiliyor işte bu mercimek...

7 Aralık 2010 Salı

gel-git Derin... bana kalsa hep gel, hiç gitme derim...

bugün...
amigo gibi geldi eve... sesini böyle erkek gibi kalınlaştırarak "föööönörbaahçeee" diye diye... erkek populasyonu yüksek bir sınıfta ya... ezici çoğunluğa ayak uyduruyor zaar...

yine de anlam veremiyorum kızımın bu gel-gitlerine...
tutarsız bir yay burcu O...

birgün prenses oluyor, böyle ite kaka tamamlıyor dünden kalan, üzerine bastığım o puzzle'ını...
başka birgünde kafası karışık bir sanatçı gibi gaydırıgubbak eşleştirmelerle darmaduman ediyor ortalığı...
"olmak" kime göre, neye göre tam karşılığını bulur ki...

herkesin doğrusu kendine lakin, biz seviyoruz alakaya maydanoz takılmaları...
nede olsa içimizde uçuşan milyonlarca kelebek var ahenkle...
sevgiyle...

sana küçük bir sır vereyim mi?

en huzur veren koku ne biliyormusun bana göre?
evdeki uyku kokusu...
sabahın erken saatlerinde, gözüne çarpan detaylardaki o yaşanmışlık kokusu...
bir odadaki çocuğun kahkaha kokusu...
birazdan başlayacak yeni güne, miskin uyanma kokusu...

en çok keyif aldığım andır, henüz güneş doğmamışken, dolaşmak evin içinde...
hayalet gibi ama bir ipucu arar gibi daha çok...

ve ne güzeldir ki hep beni mutlu eden bir detay takılır gözüme...
üzerine bastığım yarım kalmış bir puzzle...
olur ya bazen, odanı toplayamayacak kadar yorgun olur gider yatarsın... işte o ardında bıraktığın dağınıklık... buram buram "hayat" kokar... az önce dokunmuştur o kalemlere parmakları, o sayfaları çevirmiştir o minik eller...
ve genç kızlığa adımın ilk belirtileri...
yeni güne hazırlanan kıyafetler veeee tamamlayıcı aksesuarları... (!)
dağınıklık gibi görme sakın onları...
bu evde bir kız yaşıyor, varlığını esirgemeden... bağır çağır ve bazen çıfıt çarşısı...
ve öyle kendinden geçerek uyuyor ki,
inanamıyorsun onun bir zamanlar böyle kıyma paketi kadar küçük olduğuna...
evdeki uyku kokusu,
doyumsuz bir farkındalık sağlıyor...
denemelisin...

6 Aralık 2010 Pazartesi

senin gözünden bakınca kendime, seviyorum 'ben'i bende...

büyüyünce ne olmak istediğine karar veremiyormuş...
okula gidince eğer öğretmen yoksa, hooop öğretmen olucakmış,
uçağa binince eğer pilot yoksa, hoop pilot olacakmış (hostes demedi, gözü daha yüksekte:) )
hastanede doktor yoksa, hoop doktor olmalıymış (aynı mantık, hemşire de olmak istemedi)...

-ama bunlar için okumalısın, hoop diyince hemen öyle olunmaz ki, dedim (hay dilime eşşek arıları üşüşsün)

-ooofff hayat çok zor, dedi...

sonra durdu...

düşündü...

düşündü...

ve karar verdi...
-sadece "anne" olucam ben, dedi...

-neden sadece "anne" olmak istiyorsun, annelik bir meslek değilki, hem anne olup hemde çalışabilirsin, dedim...

-çünkü, en güzeli anne olmak, dedi...
çünkü sen en sevdiğimsin, dedi...
hep eğleniyoruz, komik komik dans ediyorsun (!), saçmasapan şarkılar söylüyoruz (!), dedi...
bide anne sen çok güzel kokuyorsun, dedi...

sonra yüzüme baktı...

-anne ağlama, ben anne oluncada, sana yine "anne" diyicem ki, dedi...
gülüşüm, kırmızı ışığa yakalanmış gibi dondu kaldı yüzümde...

sadece sarıldım...

sarıldım...

zaman dursa ve öylece kalsak, sonsuza kadar dedim...

3 Aralık 2010 Cuma

çünkü ben buna değerim...

cümlelerim daha olgun olmayacak...
belki daha az yazıp, daha çok yaşıyıcam yine...
herşeyi aklımda tutamıycam, sözler vericem kendime, birçoğunu atlamak üzere...
kurallarım olacak ama her biri çiğnenmek için...
kimse beklemesin sakinlik, ben yine kızımla dans edicem sokaklarda...
ve hatta aynı renk çorabı da giyicem onunla, aynı tokaları takıp saçıma...
çünkü ben tersine olgunlaşıp, kızımla birgün bir yaşımızda buluşacağımıza inanıyorum hala çocukça...
30 olmuşum... hahaa duyda inanma :)
canımın istediği yaştayım...
bugün çocuk, yarın koskoca bir kadınım...
canım öyle istiyor,
bu hayat benim...
çünkü ben buna değerim :)
not : 01.12.2010'a dair...

29 Kasım 2010 Pazartesi

bu kez böyle olsun... kızmaca yok!!!

"insanın neresi ağrıyorsa, canı ordadır" derler ya...
benim içim ağrıdı bu gece...
beynimin sol yanındaki o lekeymiş, kullanacağım ilaçlarmış...
yok...
benim bugün canım ağrıdı...
o öksürürken soluksuz kalana kadar,
sırılsıklam olmuşken saçları...
ağrıdı işte, sol yanım...
öksürük altı üstü deme...
altı da can, üstü de...

yazıyorum ki, geçsin - gitsin - bitsin...
ve her canım yandığında,
ilacımı almayı her unuttuğumda,
benim canımın yanması gibi,
onun da ben hastalanınca canının yanacağını biliyim diye...

söz uçar, yazı kalır diye...
bugün canım ağrıdı diye,
herzaman mutluluk balonu gibi değiliz bizde,
bana sitem edenler, bir nebze olsun anlasın diye...
derdim var, anlatmadım, yazmadım, sanma ki sorunsuzum işte diye...

bir öksürük mü sebep oldu...
hayır!!!
sadece bugün, küstüm işte, ne yaparsam yapayım kazanamadım bazılarını işte, ne dedimse anlamadı o diye,
bugün tüm dünyayı karşıma alıp,
sevmeden, sövesim var işte...

28 Kasım 2010 Pazar

büyümek...

bu olsa gerek...
30.09.2009


28.11.2010


23 Kasım 2010 Salı

bir dostun var senin çocuk...

Dostları olmalı insanın...
Elini omzuna rahatça atabilmeli,
yanında her türlü şımarıklığı yapıp, hayaller kurabilmeli ne kadar anlamsız olacağını düşünmeden...özlemeli...
sıcacık bir sarılmayla herşeyi unutabilmeli...
ortak zevkleri olmasada, bir yolunu bulmalı aynı dili konuşmanın...
doğaçlama yaşayabilmeli O'nunla... ayrı tellerden çalınsa da, aynı melodiyi yakalayabilmeli... sadece kendilerinin anladığı basit bir dili olmalı aralarındaki dostluğun...
ve bulmuşsa öyle birini, o eli hiç bırakmamalı...
not : tatilimizi şölene çeviren o çok güzel-özel anneye ve süper çocuk Emreciğime bin teşekkür...
iyiki varsınız...

16 Kasım 2010 Salı

hayata hoşgeldin çocuk... yaşama sırası sende...

bazen...
oyununu kendin yaratırsın...
neyi, nasıl görmek istiyorsan...
bazen...
yapılmış olandan faydalanırsın, belki eğlenmek adına, belkide düzenli olmak...

bazen...
hayallerin elinde şekillenir...
çizersin, mutlu olmak için aya merdivenle çıkan bir çocuğu...
yada, eliyle ateşini ölçen bir köpek balığını... merak etme, düzeltmem seni, elleri varsa eğer ve hele hele ateşlenebiliyorsa, kimin umurunda balıkların burnunun olmayacağı... ve hatta kesin o nutellayı da çok seviyordur :)
bazen...
karar veremezsin, ne olmak istediğine, neyi sevip, neden nefret ettiğine... hepsini ister canın,
o zaman tuhaf olmaz değil mi, şimşek mcqueen arabasının yanına sihirli prenses değneğini iliştirmek...
bazen...
ilk öğrendiğin ben'liğini, adını yazabildiğini görmek bile yeter kendini ordinaryus gibi hissetmene... bir kelime ile başlar herşey ve her zaman önce "sen" olmalısın...
işte...
hayat böyle ve hoşgeldin çocuk...

14 Kasım 2010 Pazar

derin'in -i hali, durum ihlali...

tazmanya canavarı desenli saçma bir bardaktı elindeki. ama, O, bir hazine bulmuş gibi tutuyordu elinde bardağını...
yüzünde anlamsız bir sevinç.. (çocuklar ne kolay mutlu oluyorlar... evde zilyon tane çizgi film karakterli bardak varken başka bir yenisine sahip olmak onu böyle delirtmeye yetiyor işte.. garip! )
sonra...
yolda yüzüstü kapaklandı yere, dizini taşa çarptı, kan içinde kaldı bacağı ama o, bardağım kırıldı diye ağladı...
belki düştüğü için ağladığını, gizleme bahanesiydi bardak, belkide benim anlam veremediğim o az önceki sevinç, ruhundaki canavarı sembolize eden karaktere olan bağlılığındandı ve o karakter artık yoktu :)
eve girmeden aynı bardaktan bir tane daha aldık...
sustu... (çocuklar ne kolay avunuyorlar... oysa dizi hala deli gibi kanıyordu)
apartman girişinde alt komşumuz ve kucağındaki 8 aylık kızıyla karşılaştık...
ben, Derin'e, bir zamanlar onunda böyle minicik olduğunu söylerken, komşumuz kızına, "sende bu abla gibi büyüyüp merdivenleri koşarak çıkacaksın" diyordu...
aklımdan, "büyümesin, bak koşarken yine bir yara daha aldı bacağına, üstelik bu geçecek belki sadece izi kalacak, ama gün gelecek, yaşayacakları daha derin izler bırakıcak ruhunda, o zaman hangi yara bandıyla koşacaksın ardından... büyümesin, sen hep kucağında taşı onu..." demek geçti... sustum...
ben geçmişe özlem doluydum, o geleceğin hayali içindeydi...

hayat harbiden tuhaf yaa...
anne dicek mi?, yürüyecek mi? dişiydi, çişiydi derken... bugün dudaklarına nemlendirici sürmeye başladı, geçen günde, ince çorabımı giymişti... eteğine uygun desenli çorap kavgası, saçlarını savura savura yürümesi... kalas gibi sallanarak dans ederken 2 hafta önce, bugün harbi göbek atıyordu karşımda, tabi üzerinde tütü ve bale pabucuyla... modern çingenem :)

hayat içimizden geçiyor... durmadan... ve evet ben artık yaşamaktan yazamıyorum. öyle bir yaşamak ki, hiçbir pişmanlığa yer bırakmayacak yüreklilikte...

not: foto yok... bu anları yaşamanın hüznü ve akabinde mutluluğuyla kendimi olaylara bırakıvermişim...

4 Kasım 2010 Perşembe

hani psikolojisi bozulmasın diye şeyettiydim...


5 gün önce alınan 2 japon balığını 1 gece arayla kaybeden bir anne olarak çok mu beceriksizim, yoksa çocuğuna bu durumu açıklamak isterken, acınası hale düşen bir anne olarak çok mu zavallıyım???
olay şu...
babannenin durumu bilmeden 1. balığımızın (ki adı aydede idi) küt diye öldüğünü söylemesi üzerine, 2. balığımızı (o da çiçek diye anılırdı) kaybedişimizi daha yumuşak anlatıcam...

ben böyle bilmiş bilmiş, en şirin ses tonumla bıdı bıdı konuşuyorum...

-derincim biliyorsun balıklar büyük denizlerde yaşarlar, biz aslında onları o küçücük fanuslara, akvaryumlara hapsederek onları üzüyoruz, buna daha fazla izin veremezdim, senin fikrini almadım ama anlayışla karşılayacağına eminim, biz çiçek balığı özgürce yüzmesi için denize bıraktık...

nasıl?
sencede harikulade bir açıklama değil mi? zaten 1.balıkta ölüm kavramını anladı çocuk, bir daha bir daha olayı yaşatmaya lüzum yok... usul usul anlatıyorum işte...

ve Derin buyurdu,

-yani çiçek balığın öldü mü demek istiyorsun anne...

-hööö ?!?!?!?!

bende çocuk psikolojisi, aman hassas olur, kabullenemez zart zurt düşünüp duruyorum...
duyarsız bir çocuk mu büyütüyorum ben ne?

2 Kasım 2010 Salı

ve birgün biri gelir ansızın...

kimileri var (dı) hayatımda, ne yaparsam yapayım mutlu edemediğim, kimileri var(dı) hayatımda, ne yaparlarsa yapsınlar mutlu olamadığım...
bazısını hiç kaybetmek istemedim, gittiler, bazısı için hiç öyle çok birşey yap(a)madım, hep elimden tuttular...
hayat bu.. herkesi aynı anda mutlu etmek zor...
ama biri var ki...
bir mesajla başladı herşey... maille devam etti... yetmedi telefonlar başladı, en zor anda gelen sıcacık mesajlarla, aylar geçti "bende tam şimdi seni düşünüyordum" diyerek...
bana artık düşünmek yetmedi... gitmeli, yüreğime dokunanı görmeli, hayatına sızmalı, konuşurken görmeliydim mimiklerini... yaptım...
O, ben kokuyordu... aynı penceredeydik hayata bakarken, aynı yolun birbirinden habersiz yolcuları, bildik anne idik...
kızlarımızı büyütüyorduk farklı coğrafyalarda, başka kentlerin havasını soluyarak...
sonra, o büyüttüğümüz kızlarımız... biz 2 kişi olucaz derken, bize 4 olmayı yaşattılar...
bir çocuk yalnız büyümemeli lafımı hiç böylesine doğrulayacağımı düşünmemiştim oysa ki...
Defne... Derin'e arkadaş, kardeş, abla ve bizim nitelendiremediğimiz ama onların içinde yaşadığı birsürü tanımın adı oldu...
ve biz dönemedik gittiğimiz yerden, sol yanımızda kocaman boşluk kaldı...
teşekkürler özel kadın... evinde misafir gibi değil, akşamüstü kahvesine habersizce uğrayan 40 yıllık komşu kıvamında ağrıladığın için bizi... yüreğinle, duygularınla ağırladığın için... dönerken arkamızdan bakamayışın için... bizi, dönerken arkamıza bakamayacak kadar "siz" dolu bıraktığınız için...

ve ağzımızda bir sohbet tat bıraktığın için...