30 Eylül 2009 Çarşamba

çıktığı kabuğu beğenmeyen biri var burda, haspam!!!

yoksa bu yüzden mi bütün o afran tafran... yemeğini kendin yeme ısrarın, üzerini eğri büğrü giyinme, çişin geldiğinde klozete yetişmek için çıktığın basamağın ayağından kayacağını ve bununla uğraşırken altına ufaktan kaçıracağını bildiğin halde inat etmen...


"anneeeee benimle ısrar etme, hiçbir zaman yemek yemicem işte" diye bilmiş bilmiş konuşmaların, "artık seni hiç sevmiyorum, bu gece ananemde uyuycam" diye posta koymaların, yaptığım açıklamaya "ama bu çok saçmaaaa" diye burun kıvırman.

boyun büyüdü diye mi bu, "hamdım piştim oldum" tavrı...
sen lambanın düğmesine yetiştin, gelinlik kız oldun dimi...
ya bi git yaaa...
bücür şey!!!

29 Eylül 2009 Salı

susmasam da söylesem ya... ama...

en son fotoğrafın üzerinden bayram geçti, bizim yaralar durur mu onlarda geçti... her ne kadar parmaklarıyla burnunu kurcalasa da... nihayet ak pak oldu...

bir gittim, çok kalabalık döndüm...
güzel haberler var heybemde... birinden zaten o bahsetti. biliyorsun...

bıdı bıdı konuşuyoruz telefonda geldiğinden beri...
yakında bir kahve içimi mesafemde olacağını bilmenin rahatlığıyla...

bişi daha var ama... O'nun daha zamanı var... keşke anlatabilsem içimde kopanları...
sadece, bugün güzel bir gün olacak biliyorum...

bugün

güzel

bir gün

olacak

hemde çook güzel...

19 Eylül 2009 Cumartesi

neyse ki hala gülümseyebiliyor...



bu görüntülerin alt yazısı,

"annecim çirkin olmadın, sadece biraz farklı bir renk oldu yüzünde... bak birkaç güne kadar geçicek... böyle kazalar hep olur, biliyormusun ben küçükken düştüğümde, yüzümde aynen böyle yaralar olmuştu ama bak şimdi hiçbiri yok... neden biliyormusun, kremlerimi sürekli sürdüm, oyun oynarken biraz daha dikkatli olmaya çalıştım yada en azından düşerken yüzümü korumayı öğrendim... sende aynısını yaşıyorsun... bütün çocuklar gibi... sude gibi, tomris gibi, hatta o küçücük tuna bile düştü, yüzü kanadı ama geçti... senin yaraların da geçecek..."
içses ise haykırıyor:
"annecim, keşke yanında olup düşerken tutunduğun ben olsaydım... o pamuk yüzündeki kızarıklıklar öpücüklerimden olsaydı. canının acısı yüreğimi titretiyor... seni cam fanusta tutar gibi büyütmek istemedim hiçbir zaman, düşe kalka büyüyecek dedim, ama içimde, ta derinlerde bunun koca bir saçmalık olduğunu fısıldayan birileri var. sen gülmek için dudaklarını iki yana açtığında gerilen derin, benim kalbime kanıyor... keşke elimde olsa, sana geleni ben tutsam... sen yaşamadan, ben düşe kalka büyüsem... "

kendimle çelişe çelişe yazıyorum bunları...

bir yanda 9 günlük aramadan sonra, bugün cenaze törenini gözyaşları içinde izlediğim o minicik Dila'nın ailesi geliyor gözümün önüne, birde benim yere düşen kızımın yüzüne baktığımda içimde yaşadığım bu gel-gitler... şımarıkça davranmak değil niyetim... her annenin kaygılarını taşıyorum kızıma çaktırmamaya çalışarak... ama işte...
yapamıyorum...
yapamıyorum...
yapamıyorum...
yapamıyorum...

18 Eylül 2009 Cuma

hadi bakalım şimdi sıra bende...

hadi Duygu kalk, bak blogger'daki sorun ortadan kalktı...
(hesionka'nın yönlendirmesiyle, kocaman muckkkssss)

sardunyan nazlanmayı bırakıp açıverdi içini sana... gerçekleşecek olan ilk dileğin de belli oldu böylece... hadi hazırlığa başla...
e hadi hala ne duruyorsun?
elindeki renk renk toplar umarım iyi bir fikrin habercisidir...
dur tahmin ediyim...
bunlar Derin için mi???

:):):)

bir garip ironi...

eşimle henüz sevgili bile değilken, ilk bakışmamıza fon olan şarkı -çok alakasız ama- Cranberries-Zombie olmuştu, bundan 11 yıl önce...
bu bakışmadan 1 yıl sonra gerçekleşen ilk randevumuz ise Fındıkzade - Mado...
(bunları aklında tut)


bu akşam Cerrahpaşa Hastanesi'nde tedavi gören babannemi ziyarete gittiğimizde, bahçede eşim ve kuzenimle beni bekleyen Derin, düşüp dudağını patlattı. ağzı burnu kan içinde kalan kızımın tek istediği ise dondurma yemek oldu...
ve biz hastaneye en yakın dondurmacı olan Mado'ya koşturduk hemen...

bu koşturmaca, yukarıda anlattığım detaylar nedeniyle, kucağımızda ağlayan ve dudağı kafası kadar şişmiş kızımızla tatlı bir heyecana dönüştü...

aynı masadayız... eşim ve ben aynı konumda... masamızda tüm şımarıklığı ve Angelina Jolie edasıyla dondurmasını akıta akıta yiyen Derin'i izliyoruz... içerde eski klasikler çalıyor... "istermisin Zombie çalsın şimdi, tam da biz burdayken" diye kulak kabartmaya başlıyoruz... 1-2 şarkı geçiyor ı-ıh yok... tam kalkacakken duyuluyor şarkının melodisi... evet böylesi bir ana eşlik edebilecek en son şarkı ama napalım bununla başlamıştık biz bu hikayeye...

kalkmaktan vazgeçip bu garip ironinin tadını çıkarıyoruz Derin'in gözünden akan yaşları silerken...
vayy be diyorum... ben tazecik bir genç kızdım 9 yıl önce bu masada otururken... eşimin bana söylediği ilk şey ise "kirpiklerin kocaman" olmuştu :)
garip!!! :)


not: blogger'da yaşadığım sorun nedeniyle bağlantımı rtunnel'den yaptığım için bu anın fotoğrafını yükleyemiyorum maalesef... yani yazı yazabildiğime şükür...

13 Eylül 2009 Pazar

bir elimde ilkbahar, diğerinde hüzünlü sonbahar vardı...

eylül ayı ile seviyeli ilişkimi, seviyesizce sonlandırdım...
yağmur ise, zalimce terkedildi tarafımdan, birkaç gün önce...

günlerdir şuursuz bir şekilde televizyonda izlediğim görüntüler bana; dünyanın, artık var olmak için değil, kaybolmak için bulunduğumuz bir yer olduğunu düşündürüyor...

oysa ben eylül ayına ne renkli başlamıştım... tamam dibe vurduğum an oldu ama hem yaramı açıp, hem yarabandımı sardım kendime... toparlanmıştım...

kızıma yazın sıcağına uygun, güneşi kıskandıran bir etek bile dikmiştim...
an itibariyle bendeki halet-i ruhiye ise böyle...
mevsim geçişlerine uygun duygu durumlarım,
kuru dallarım var,
ve rengarenk kuşlarımda...
bak nasılda güzel şarkı söylüyorlar
"bu da gelir bu da geçer, ağlama..."

ne? Derin mi?
ah evet, o iyi... büyüyor... çenesi düştü iyice...

geçenlerde iftarda orucumu suyla açacakken bardağı elimden aldı, yemekten önce su içersem karnım şişermiş,
sonra da hurmayı aldı önümden, önce tatlı yersem, midem bulanırmış...
birde koltukta çok zıplayınca "ayy anneee içim tükendi" diyor...

yani bu mevsim bizim evde, sözcüksel geri dönüşümler yaşanıyor...

7 Eylül 2009 Pazartesi

kızılderiliyi dinliyorum, algılarım kapalı...

demiş ya kızılderililer,
"komşun hakkında hüküm vermeden önce, iki ay onun makosenleriyle yürü"

bu söze kulak kabartıp, bu ağlama duvarını terketmeye karar vermiştim ki;
kolayıma gelen taraf, sözün mecaz kısmı oldu...

komşumu ( komşum=kızım) anlamak değil de, makosenler...

makosen???
bundan bişi çıkmalı... ama ne???

düşün...
düşün...
düşün...

bingooo...


kafamda uçuşan periler fısıldadı, bende aldım elime, kumaşı, makası; kestim, diktim...
sanırım attığım her ilmekte, aklımdaki kötü düşünceler de düğümlendi...
artık daha iyiyim...

ve bunları ayağına geçiren Derin'de öyle...
ağlama duvarı yıkıldı, şimdi koca bir sevgi ormanım var...
yine ve yeniden...