31 Mayıs 2009 Pazar

biz yaşadık...ama ben başka düşüncelerdeydim....

kızıma...
umarım ardından el salladığın uçaklar, senden sevdiklerini alıp uzaklara götürenler olmaz... hep bu çocuksu coşkuyla uğurlarsın onları...
bugün ayak parmaklarını büzerek değdirdiğin sularda, bir gün gelip başarılara kulaç atarsın belki... kimbilir...üşüyen sadece ayakların olsun, nasılsa kum sıcak... yüreğin hep sıcacık olur dilerim, sevgiyle dokunur her insana...bugün saçlarıma attığın kumları temizlediğin gibi, -hani kimseye yük olmak istemem ama- yaşlılığımda da benimle ilgilenirsin dimi güzel kızım...yanımda gölge gibi gezinir ama gölge gibi silik olmazsın dimi... isteklerin olur benden farklı... onlar için benden ayrılmayı da bileceksin... eğer zor olan yolu seçersen yürümek için, elimi uzatıp sana destek olurum biliyorsun...dilerim sadece ne istediğini bilen biri ol...hayat şimdi eğlenceli... dünya, sana güzel bu aralar...belki bazı yollar sana zor gelecektir... düşün sadece ne yapman gerektiğini...ama kayarsa ayakların, sıkı tutunmayı öğreneceksin... isteklerin için bazı fedakarlıklar gerekecek... vazgeçmek zorunda kalacaksın belki seni mutlu edenlerden... tek yol bu ise... çekinme... çıkart çoraplarını kaydırağa çıkmayı tekrar dene... :)
hayat bu kadar... senin için çok eğlenceli dimi... :)
ve biliyorum... başaracaksın...


not: dolu dolu bir gündü... derin... ben... sevgilim... fotoları çeken sevgilim olduğu için kendisi gizli öznemiz oldu bugün... aslında çok eğlendik ama ben yaşarken bunları geçirdim aklımdan... dua ettim onun için...
bide süper bir go-kart denemem oldu...ancak sevgilim, beni hız yaparken gören kızımı sakinleştirmekle ilgilendiği için fotoğraf çekemedi... hafif sitemliyim...

30 Mayıs 2009 Cumartesi

yaptım, taktım... ama sonra kıskandım...

onu görmek, parmaklarımın arasında dolaştırmak ve "uç uç böceğim, annen sana terlik pabuç alacak" şarkısını söylemek için bahçede dolanmaktan sıkılırsam, uğur böceğinin beni sevmediğini yada uğursuz olduğumu mu düşünmeliyim... yoksa "bir uğura ihtiyacım yok, zaten herşey yolunda çok şükür mü" demeliyim...

yada hepsini bir kenara bırakıp, "uğur böceğimi kendim yaptım, tek başıma kendim taktım" diye bağır çağır şarkı söylesem... daha iyi olur belki dimi...
bu saç tokasını, bloğunu çok severek takip ettiğim ve ortaya çıkardıklarına hayran hayran baktığım bilun'dan ilham alarak yaptım... tabi O'nun yaptıklarının yanında bu çok sönük kaldı ya neyse...

tarandım(k), takındım(k)... çıktım(k) dışarı... elimde kızımın ufacık eli... "tuvaletini haalaa söylemiyormuş, bu daha ne kadar sürecekmiş, acaba normalmiymiş, sabrın sonu selametmiymiş...." leri bıraktım evde...
saçımda tokam var, benden havalısı yok... hemde bennnn yaptım yaaa bennn bennnn....
diye kasım kasım kasılırken...
birden...
o evi gördüm...
o şımarık ve kokoş giriş katını...
üstelik bizim sokakta...
daha önce neden farketmedim, benim gibi bu baharı allı pullu karşılamak isteyen bu ciciyi...
birden forsum söndü karşısında...
Derin tokamdaki uğur böceğini, bir paçavra gibi savurdu aklından...
baktııııkkkk baktııııkkkk o kokoşa...
üstelik ben saçımdaki çiçeklerle bu bahçeyi tamamlardım ya, baksana onun bana ihtiyacı yoktu ki...


katıldığı davette, kendinden daha genç ve güzel bir kadında üzerindeki elbisenin aynısını görmüş bir kadın hırçınlığında terkettim sokağımı... dönüşte eve başka yoldan geldim.. :)

27 Mayıs 2009 Çarşamba

karmaşa...

Derin'in hayatına ilk giren erkeklerden biri Bulut... Kardeşim... Abim gibi havalara giren ama aslında 1 yaş küçüğüm Bulut... Derin "sadece" O'nun tarafından PRENSES diye sevilir, çağırılır... Derin'in dayısı değil, "Bulutcum"udur benim küçük kardeş... böyle bir aşk var aralarında...

Bulut ismi Derin için ahmet, mehmet gibi bir insan ismidir önceleri... yada o küçük karışık aklı bunu sadece "dayımın adı" olarak algılamış olacakki, havanın çok açık olduğu bir gün bana gökyüzündeki beyazlıkları gösterdi... ve...
"pamuk" dedi...
bende "onlar pamuk değil annecim, bulut" dedim...
derin "neeee bulut muuuu" dedi...
bende "evet bulut" dedim...
"prenses miiii" dedi... (o zamanlar çok az kelimeyle derdini anlattığı için sanırım -dayım olan bulut mu- demek istemişti)
kocaman gülümsediğimi hatırlıyorum...

bugün balkonda kahvaltımızı yaparken, Derin bu capcanlı bulutları gösterince 1,5 sene önce aramızda geçen bu an geldi aklıma... bu kez Derin daha bir aklı başındaydı... zor durumda kalmadım... :)
sonra karşı pencerede güneşlenen kuşu gösterdi ...
ilk bakışta 2 tane kuş varmış izlenimi versede, bu kanatlarını açıp bana poz veren tembel bir kuştu... ve bu pozdan sonra hemen toparlandı.. çok komik :)
derin kuşu gördüğünde ,
"anne bak kollarını açmış yatıyooo" dedi... bu bana daha da komik geldi :)

bu 2 görüntü aslında bu günümü güzelleştirmek için harika bir başlangıçtı... eğer ben günün geri kalanında 2 gündür savaşını verdiğim Derin'in tuvalet eğitimine devam etmemiş olsaydım...

neden genelde çocuklar 2 numaradan korkup tuvalete gitmeyi reddederlerde (ay ne zor bir kelimeymiş yaa) benim kızım 2 numarada sorun çıkarmayıp, 1 numara dediğimiz küçük olanını, ısrarla koltuğun arkasına gidip o köşeye sinerek usul usul yapar... ve birde üstüne pişkinlik... "anneeee üzülme ama bende üzülüyorum" der...

günün geri kalanında ben bizim mercimeğin poposunu tutmakla meşgul olurken, O hiç umursamadan hacıyatmazla enerjik dakikalar geçirdi...
"anneeee bize baksana, ne kadar mutluyuz dimiiii" diye diye... dalga geçer gibi :)
yani anlıycağın canım blog ne kuş, ne bulut... tek derdim çişşşş....

birde böyle deneyelim...

sazsız... sözsüz... sadece izlemeli... aslında müzik de olsa fena olmazmış dimi yaa...
ama ı-ıh böyle iyi...

21 Mayıs 2009 Perşembe

terkedildim...

oysaki sadece 3 gün görmedi babasını...
umarım O'nu özlediği içindir böylesine suratıma bile bakmaması...

alışveriş merkezinde sırf ben yediriyorum diye yemeğini bile yememesi.. üstelik ucunda atlıkarıncaya binememe olmasına rağmen...
odasına girdiğimde "yüffen çıkarmısın anneeee babamla oynuyorum" diye kovulmam...
içerden koçinin telkinlerini duyduktan sonra "tamam şimdi bende oyuna dahil olucam" diye içimin rahatlamasıyla 5 dak. sonra dudaklarımı büze büze odasına tekrar gidip yanlarına oturmam... Derin'in ağzını bıçak açmaması ama oynadığı arabaların hep benim popoma çarpması heralde benim genişliğim yada odanın dar olmasından değildir dimi...sevişe sevişe geçen bir günün ardından koçi eve geldiğinde istenmeyen misafir muamelesi görüyorum 2 gündür... acaba çocuk parkında kaydıraktan kayarken sıramı ona vermediğim için ve hatta elimdeki salatalığı onunla paylaşmadığım için olabilir mi bu küslük?... yada benim ayaklarım suda şıpırdarken, onun boyu yetişmediği için, ayaklarımla onunkileri ıslattığım için?ya onu ağacın dalına kondurup hafiften tırsmasına sebep olduğum için mi?
sebebi ne ise... bu kız beni istemiyor 2 gündür...
derken...

uyumak için beni istedi yanında... en zayıf anında beni istedi... bana sarılıp uyudu... mırıl mırıl etti kulağıma uyurken... tamam romantikliği bırakıyorum... evet mırıltı değil bayaaa horladı ama benimle uyumak istedi naaaber!!!
buda ödülüm olsun... kendi kendime... :)

şimdilik ayrılsak da, biliyorum yakında vuslat rüzgarları esecek aramızda...

not:fotolar pazar günü yıldız parkı'ndaki kahvaltımızın %2'lik bölümüdür :)

derinlik...

bayılıyorum çocukların dünyasına...
akşamı bekleyemeden yazıyım hemen dedim... işin gücün arasında araya karışıp unutulmasın...
neyi mi???
5 günlük anane tatilimizden sonra eve geldiğimizde , havasızlık yada bin tane farklı sebepten dolayı, yerde öööylece yatan (maalesef ölmüş) sineği avucuma alıp;
-derincim bakarmısın bu sinek uçmuyor... kanatlarına bakmak istermisin?
dedim...
o da;
-anne bu sinek bozulmuş. at çöpe, uçanından alalım...
dedi...

güldüm...

son yazdığım yazıyı dönüp okudum da... ölüm hiç bu kadar komik gelmemişti bana...

18 Mayıs 2009 Pazartesi

çocukça bir düş değil artık, zaman makinesinde yolculuk...

"artık salonun şeklini değiştirelim anne. koltuklar sanki şu köşede daha iyi duracak gibi..." ile başladı annemin evini geç gelen bahara hazırlama telaşı...
biz eşyaları sağa-sola kaydırırken koltuğun, halının altından çıkacak anıların ruhumuzu böylesine örseleyeceğini düşünememiştik...
hiçbir bahar bu kadar acı gelmemişti bize...
çünkü sadece -mesela- masa değildi yer değiştiren. ben o masayla beraber, tüm kutlamaları, bayram sofralarını, şen pazar kahvaltılarını, ergenlik çağımın kavgalarının geçtiği mekanıda taşımış olacaktım, odanın o daha çok ışık alan köşesine... kimbilir belki anılarım daha ışıltılı görünecekti hani o geçde olsa gelmiş olan bahar günlerinde...
hayal bu ya... belki babam balkondan gelen serinlikle rakısını yudumlamaktan daha çok zevk alacaktı zihnimde...
artık başlamalıydık... 11 yıldır küçük ayrıntılar dışında bir çivi dahi çakmadığımız salonumuzda özgeçmişimizi okumaya...
başladık... çünkü evimizi o en son -babamın gitiği gün- haliyle tutmak bizi eski günlerde yaşatmaya yetmedi... böyle olacağını biliyorduk en başından... ama işte ah bu hatıraların gözü kör olsun... olmayanın yerine varmış gibi düşünmek istemiştik bunca yıl. anılar ilk günkü gibi yaşıyor tabiki ama ya eşyalar... onlar eskiyor, yıpranıyor... yoksa ben istermiyim babamın rakısını yudumladığı, kıvama gelince şiirler okuduğu, beni dizine yatırdığı o koltuğu; hep sağ elinde tuttuğu kumandasıyla kanallarını değiştirdiği televizyonun karşısından alıp , pekde hazetmediği yemek masasının önüne koymayı... üstelik o koltuk barın tamda önünde dururken...
ah o bar... en kral barmeni bile kıskandıracak çeşitlilik ve görselliğiyle insanı yoldan çıkaran bar...
kapağı yıllardır kapalı olan o barı açtığımda; yüzyıllardır dev bir kafesin içinde hapis kalıp, birden özgürlüğüne kavuşmuş olan kuşların o seri ve çok sesli kanat çırpışları gibi uçuştu birden üzerime tüm anılarım...
dimdik durdum karşısında... gözüme, yüzüme, kalbime değdi her biri... 11 yıldır ne eksilen ne artan şişelerin tozunu alırken, bazen evlilik yıldönümü, bazen mezuniyeti kutlamasını -ne yazıkki babam sadece lise mazuniyetimi görebildi- bazen de kızdığımız insana öfkemizi içtim yeniden... gözlerimden akan yaşların, ince bir çizgi halinde gülümseyen dudaklarıma değmesi yaşadığım gel-gitleri anlatmaya yeter sanırım... çünkü o şişeler bazen de kırgınlıklarımızı unutturmuştu bize...
güle-ağlaya bitirdim işimi ama kapağı kapatmadım bu kez... çünkü benim bir kızım var... tüm çocuklar gibi çok meraklı... yarın odaya girdiğinde bana sorsun istiyorum her birinin adını, içinde ne olduğunu, kimin aldığını... bende anlatmak istiyorum... her soruşunda tekrar yaşamak, yine gülmek, çaktırmadan ağlamak...
şimdi düşünüyorum... eşyaların yerini değiştirmek anılara zarar verir mi? "hayır" cevabını verebiliyorum rahatlıkla... çünkü ben acı çekecek yerlerimi yok etmeden, acıyla baş etmeyi öğrendim bunca zaman içinde...
bu haftasonu özeldi, çok değişikti benim için... zamanda yolculuktu...
soranlara ben diyim ki bahar temizliği, siz anlayın ki iltihaplı yüreğe kanal tedavisi...

14 Mayıs 2009 Perşembe

O'na bir gözlük kullanma kılavuzu gerek...

çünkü gözlük bir saç aksesuarı değildir...
çünkü gözlük takmazsak güzel resim çizemeyiz...
gözlük takmazsak elmo'yu izleyemeyiz...
diyeee diyeee dilimde tüy bitti...

havalar ısındıkça Derin'in gözlüğü gözünde tutma süresi kısalıyor... rahatsız oluyor hemen ve şu hale geliyoruz...
parkta, markette, pazarda...vs... heryerde güneş gözlüklerini başının üzerine takmış kadınları, genç kızları gördükçe kızımın gözlük kullanma alışkanlığı değişti...
açıklamada hazır...
-insanlar böyle gözlük takar... herkesler öyle takar.

keşke sadece bu olsa... artık hergün parkta biraz daha fazla kalıp, çocuklarla içli dışlı ola ola kullandığı kelimelerde değişiyor...
-annnee şu çocuk kunları ( kumları) atıyo böööle havaya (uygulamalı gösterir) pisikopaaaaattt...

büyüyor ve maalesef çirkinleşebiliyor istemeden...

hayatı sıfırlıyoruz... herşey sil baştan yine...
oysa ben baharla birlikte evimi böyle renklendirmeyi diliyordum... yavaş yavaş... ne ara olucak bunca iş?

geç kaldım ama... olsun...

ben bir eşşeğim... itiraf ettim rahatladım... bu blog dünyasının raconunu henüz ve haalaa kestiremiyorum... ödül almıştım ve bir güzel teşekkür edip konuyu kapatmışım... aklıma geldi dönüp baktım... benimde ödül vermem gerekiyormuş...
aaa birde öyle "al bu ödül senin" gibi değil... onunda kuralı var...
ödülü aldığın kişinin linkini vereceksin...
ödülü pasladığın kişinin linkini vereceksin...
sonrada ödülü pasladığın şahsı bilgilendireceksin...

fiuuuvvvvv.... çoktan seçmeli test gibi...

o zaman... aşamalarını unutmadan ilk basamaktan başlıyorum...
ödülüm kağıttan gemiler ' den geldi... kocaman teşekkürler...
ve ödül bana geldiği gibi tuğbacık ve balıkların en sarhoşuna gitti... güle güle gitsin, gittiği yerde mutlu olsun...
ve ödülü alanlara haber edildi... duman yoluyla :)

eeee bende kalan bişi yok... ama yinede içim rahatladı...

12 Mayıs 2009 Salı

fantazi...

bazen diyorum Derin'in kırmızı gözlüklerini taksam, acaba bizim evde bana ışıklı bir sahne gibi görünür mü?
tenime sıktığım parfüm şişesini elime mikrofon yapıp, elbisemi göbeğime kadar sıyırsam, yerden 50 cm yükseklikteki boya masasının üzerine çıksam ve "evimiseee hoşgeydinissss" diye selamlasam masaları, koltukları ve "inciiiiirrrr aviiikıınnn kirazım kurtluuuuu" diye çakma dümtektek'i söylesem avaz avaz... ben Hadise olurmuyum... peki evim örovizyon sahnesi?

yada...yatak odasında bir beden küçüğüyle değiştirilmek üzere bekleyen kızım ve sevgilimden gelen anneler günü hediyesini, doğumgünü hediyesi olarak kabul etsem ve boş biberon da mum oluverse bizim ev doğumgünü mekanı olur mu? ben yeniden doğmuş olurmuyum?

bide şöyle düşün... koltuk minderleri aslında "at"mış... ben usta binici... sabah uyanıp atıma biniyorum ve ceremaz (cemre naz) lara gidiyorum, sonra sıkılıp parka gidiyorum, ordanda sıkılıp eve geliyorum... annem hep pilav pişirmiş patates kızartmış oluyor... peki ben şimdi obez bir gezginmiyim...

hayır mı???

derin yapınca oluyor ama hepsi...

bende diyorum ki bizim ev 2+1, biz buraya sığmıyoruz... laf işte...
bakmasını bilmek lazım...

10 Mayıs 2009 Pazar

sarmaşığım...

eğer bugün özel bir gün ise, bunu dahada özel yapan sensin biricik kızım... anne olmak eşsiz bir duygu evet ama senin annen olmak tarifsiz...
teşekkür ederim... bugünü bana armağan ettiğin için...

yine teşekkür ederim bana bugün verdiğin o sağlık dolu, sıhhat dolu nefesin için... dün gece öksürükten uyuyamazken bugün böylesine iyi görünüyor olman bana en büyük hediye... sen benim mucizemsin...
ve... tüm annelerin, anne adaylarının, anne olmak isteyipte olamayanların yada anne olmak isteyipte uygun zamanı bekleyenlerin anneler günü kutlu olsun...

9 Mayıs 2009 Cumartesi

arkanı dön ve çık, boğaz iltihabı...

en son yazdığım postun üzerinden koca bir asır geçmiş gibi hissediyorum... dahası yazdıklarımdan çok pişmanım. kızımın yemek yememesi ve buna rağmen bitmek bilmeyen ve beni tüketen enerjisinden bahsetmiştim (bakınız bir altta)...
enerjiye lafımız yok ama bu iştah olayının ardındaki sır perdesi aralandı... boğaz iltihabı... salı gecesini yüksek ateş ve kusmayla geçirdikten sonra soluğu hastanede aldık... o günden beri bitik haldeyiz... destek kuvvet anane dahil...
şükür ki ateş yükselmiyor artık... yemek olayı hala rezalet ama olsun...

kendine gelsin diye evde kalmak yerine sokaklara attık kendimizi... evdede huysuz olacaktı, bari mutlu olduğu yerde yapsın huysuzluğunu dedik... kendimizi şaklaban bir arabanın tepesinde aşk tazelerken bulduk. bu iltihap denen meret öpüşmeyle geçmiyormuş, üzüldüm...
biraz alışveriş her kadına iyi gelirdi hani.... koca bir yalanmış...
bu da işe yaramayınca parkta kuş kovaladık... kimi zaman elimizde ekmeklerle "kuuuş bak kulaaana bişi söyliycem, gelsene... ekmek istemiyomusun, tamam yeme ama gel bak elimde ne var" diyeeee diyeeee....
e gelmediler tabi... bizde yorgun düştük...
şimdi biraz daha iyiyiz... sadece hafiften bünyede kalan, öksürük tarafından terkedilmeyi umuyoruz...
bu cephede başka bir durum yok... şimdi ben kaçar, makmaşşş (makyaj) yapmış olan kızımın yüzünü yıkıyıcam...




5 Mayıs 2009 Salı

yoruldum ama yinede umut ettim...

bir insan...
ve hatta bir çocuk...
nasıl olurda, sabah 6'da uyanır, kahvaltısını yarım yamalak yapar, öğlen yemeğini midem bulanıyo diye geçiştirir, öğle uykusuna yattıktan 50 dakika sonra "uykum bitti" diyerek yanıma gelir, evin içinde hoplamaya zıplamaya kaldığı yerden -üstelik hiçbir açlık belirtisi göstermeden- devam eder, akşam yemeğini tam 1,5 saat süren mücadelenin ardından ancak yarısını yemiş olarak sofradan kalkar, evin içinde top oynar, ip atlar, tepemde dikilip "yihohahaha dümtektek yihohhaha dümtektek" diye saçma sapan ama çok gürültülü olarak çığırır ve boğazlarında bir acıma, vücudunda bir halsizlik olmadan herşey gayet sıradanmış gibi hayatına devam eder, uyku saatini 1 saat geçirerek ve sütünü içmeden lütfedip uyur...

ve ben neden tıka basa yemeğimi yiyip, -onunla oynamadan- sadece onun peşinde dolanmaktan başka bişi yapmadığım halde bu kadar yorgunum...

cumartesi tembelliğimin acısı ne biçim çıktı yaaaa...

yarın (bugün) hıdrellez... ben bugünün acısını çıkartmak istercesine sadece yarın için (ve benzer diğer günler için) yemeğini iştahla yiyen bir çocuğun resmini çizip gül ağacının dibine koymak istiyorum... ama çocuğun yanakları al al olacak... herşeyin başı sağlık...

kocaman bir dünya çizip, dünyanın içine "herkesin gönlünden geçenlerin gerçekleşmesini diliyorum" yazmak istiyorum...

bol bol su resmi, tüm çöp adamlarımı suratlarında kocaman bir gülümsemeyle birlikte elele, rengarenk çiçekler, okuyan-yazan-çalışan kadınlar, kendinden emin, güven dolu, umut dolu, sevgi dolu çocuklar çizmek istiyorum... gül ağacının altına... hızır aleyhisselam bana uğramayı unutma olurmu, heyecanla bekliyorum...

3 Mayıs 2009 Pazar

bugün, dışarda yağmur yağarken...

bugün dışarda yağmur yağarken ve ben temizlik, yemek, ütü yapmazken...

bugün yağmur yağarken Derin "ben", ben "Derin" olmuşken...
ıslana ıslana, yağmur birikintilerine bata çıka yürüyüp, sadece ıslanmak ama Derin'e çaktırmamak için uyduruktan market alışverişi yapıp, başımıza şapka takmadan, üstelik şeker olduğumuz halde erimeden, yağmurun pıtpıtlarını burnumuzda hissederken, burnumuz kıpkırmızı olmuşken... elele tutuşan iki yaramaz çocuk olduk...

bugün dışarda yağmur yağarken... beni büyüttüğü yetmiyormuş gibi, kızımın çocukluğuna da yetişen, o eğlenceli abur cubur, ağızda patlayan şekeri ilk kez deneyen Derin'in "anne ağzımda bişi oluyoooo" dediğinde, O'na "şeker patlıyo annecim" cevabını vermemle Derin'in yüzünde korku, merak, sevinç, şaşkınlık ve mutluluğun aynı anda belirmesini izledim...
bugün dışarda yağmur yağarken... kızım tüm günü pembe prenses elbisesi ve topuklu terlikleriyle geçirirken, ben uyku tulumum ve ayağımda panduflarımla rahat rahat gerindim...

bugün dışarda yağmur yağarken... Derin 2 tane su bardağını göğsüne tutup, "anne ben güyüslerim vaaaar" dediğinde, şaşkın şaşkın ona bakıp, aslında karşımda 7 yaşındaki "ben"i gördüm... tek farkla... ben bluzumun içine çorap doldururdum...

bugün dışarda yağmur yağarken ve ben hiçbişi yapmadığımı düşünürken, aslında hayatın güzel olduğunu yaşayarak gördüm...

bugün yağmur yağdı ve ben çok mutlu oldum...

1 Mayıs 2009 Cuma

konuşmasanda, sesin gür çıkar...

demek ki, taksim'e çıkmak istersen çıkabilir, bağırmasanda sesini duyurabilirmişsin... tarihi unutturmamak isterken, yeni bir tarih yazdılar... gurur duydum...
kutlu olsun...