31 Ocak 2009 Cumartesi

biraz değişiklik iyidir iyiiii....

güne kızımın uzattığı kalbiyle uyandım... elleriyle şekiller yapmayı öğrendiğinden beri sıkılmadan günde 385 kez üçgen, kare, dairelerden sonra bugün daha sevgi dolu ifadelere yer açtık parmaklarımızda. kızımın kalbi parmaklarında atıyordu bu sabah.
dünyada bunu yapabilen sadece kendisiymiş gibi bir ifade vardı yüzünde... haklı...
bu yüzden öptürmedi hiç parmaklarını... çünkü onlar artık öpülmelik değil.
-seviyormusun kızım anneyi?
-hı hııı bak...
gün böylesine mutluluk balonu tadında başlayınca, bu başarımızı kendimize saklamak haksızlık olacaktı. değdirdik parmaklarımızı havanın serinliğine. hoopppp değişiverdi birden. soğuk yerini -bizce- ılık bir esintiye bıraktı. giyindik ve oyun parkında aldık soluğumuzu...

heyy açılın bakalım şöyle kenara, ben geldim... ben... o ... parmaklarıyla kalp yapabilen sevgi kelebeği...
koştuk, yuvarlandık. eve dönüş yolunda aklıma düşen bir fikirle koşa koşa geldik evimize. artık gözlük kullanacağımız için yüzümüzü de bu değişikliğe hazırlamamız gerekiyordu. eee saçımızı boyatamayacağımıza göre dedik ki....

şimdi böyleyiz...

peki böyle olmamız daha iyi değil mi?
biraz değişiklik iyidir iyiii...
sevgilerimle...

30 Ocak 2009 Cuma

ürün tanıtım mim'i...

sevgili primarima beni mimlemişti ancak doktor olayına takıldığım için ancak dünyaya bağlanabiliyorum. bu aralar ne var ne yok çok kolaçan edemedim ancak eşim ne zaman o koca göbüğüyle önümden geçse birazdan bahsedeceğim makineye kavuşma arzum kabarıyor.


benim tanıtacağım üründen çoktan haberiniz olmuştur belki ama ben yine de bahsedicem. bilmeyen varsa katkım olur belki tanıtımına. yooo yooo ürün tanıtımından ücret almıycam, ben sadece sağlıklı nesillerin peşindeyim.


ürünümüz sadece 1 kaşık yağ ile 1 kilo patates kızartabilen akıllı, müthiş, asrın icadı diye nitelendirilen Tefal'in yeni ürünü Actifry...





bu ürün patates kızartmasının yanısıra et, balık, tavuk, sebze ve tatlı gibi yiyecekleri de hazırlama imkanı sunuyor. teknik bilgiler için;

www.tefal.com.tr yi tıklamanız yeterli.

şimdi sözü çocuklaçocuk'a bırakıp saygıyla huzurlarınızdan ayrılıyorum. bakalım bu araştırmacı, yaratıcı arkadaşlarımız bize neyi önerecekler.

mutlu haftasonları...

29 Ocak 2009 Perşembe

sakınılan göze gözlük...

karışığım, anlamsızım, şükretmekten uzağım...
neden mi??? işte cevabı...
salı günü Derin'i 2 yaş, göz muayenesine götürdük. derin'in yazılara, şekillerdeki ufacık renk farklılıklarına, oyuncak arabaların tekerleklerindeki marka logolarına kadar en küçük ayrıntıları farketmesi bende gözlerine dair hiçbir kuşkuya yer bırakmıyordu. öylesine dikkatli ve seçici ki bazen yanılıyordur diye düşünüp kendim kontrol ediyordum işaret ettiklerini ve her defasında bir kez daha şaşırıyordum haklılığını gördüğümde. ancak tüm bunlar onu göz muayenesine götürmemize engel değildi. gözlerinin yapısal olarak birbirine yakın olması nedeniyle çevreden zaman zaman "acaba gözlerinde kayma mı var" sorusuna cevap vermekten sıkılmam da değildi bizi muayene koltuğuna oturtan sebep. tüm aşıları, tetkikleri gibi gözü de kontrolden geçmeliydi. nitekim öyle de oldu...
salı günü, güle oynaya, özel bir hastanenin göz bölümünde herşeyden habersiz sıramızı beklemeye başladık. ve sıranın bize gelmesiyle bendeki heyecan maksimuma, derin'deki çocuksu coşku tavana vurdu. derin korktuğumun aksine son derece olgun davranarak sorunsuz bir şekilde muayeneyi atlattı hatta çok eğlendiğini bile söyleyebilirim. ancak sorun, sonuçla birlikte çıktı ortaya...
kızımın sağ gözündeki hassaslık nedeniyle "bişey çıkarsa kesin sağdadır" diye düşünmemin aksine sol gözünde astigmat çıktı. yani bulanık görme. ve 2 göz arasında görme derecesi olarak rakamsal bazda ciddi fark var.
"çocuğunuzun sol gözü, sağ gözüne oranla bulanık görüyor. bu tabiki onun görme kalitesini düşürmüyor. çünkü sağ gözde mükemmel bir görme var ve bu sol gözün açığını tolore ediyor. ancak gözlük kullanmazsa , sol gözdeki astigmat ilerleyecek ve göz tembelliğine neden olacak. fakat sizi tebrik ediyorum. bu yaşta hiçbir kuşkunuz olmadan çocuğunuzu kontrole getirip erken teşhisle bunu ortaya çıkarmamızı sağladığınız için. şimdi yapmamız gereken, Derinciğin hemen gözlük kullanmaya başlaması ve 3 ay sonra yine gözlük kullanmaya devam ederek sağ gözünü günde 2 saat kapatıp, problemli olan sol gözüyle görmeye alıştırılması. 1 sene bu şekilde kızınıza yardımcı oılursanız 1 senenin sonunda sol göz, sağ göz gibi mükemmel görmeye başlayacak. ancak siz böyle ağlarsanız kızınıza yardımcı olamazsınız. bunu, düzeltilemez bir kusur olarak görmeyin. çünkü tedavisi mümkün bir durumdan bahsediyorum. şimdi şu mendili alıp gözlerinizi silin ve şu suyu içip biraz sakinleşerek beni dikkatlice dinleyin...." dedi doktor ve aynı şeyleri bir kez daha anlattı. bende dinledim ağlamamı engelleyemeden. fırk fırık burnumu çekerek kızımı gözlükle hayal ettim ama doktorun söyledikleri de kulağımda..
uykusuz ve endişeli ve bi dolu soru işaretleriyle geçen gecenin sabahında kendimizi bu kez dünya göz hastanesinde bir doktorun karşısında bulduk. derinde yine aynı neşe. "heyooo doktor gözümüzün resmini çekecek"... benim kafamda tilkiler soru işaretleriyle boğuşuyor. ancak gecenin sonunda Derin'in o güzel, küçük vede masum yüzüne gözlükleri takıp bu resmi beynime kazıdım...
yine muayene... ve sonuç... sol gözde astigmat. ancak bu doktorun darbesi öldürücü. "derin ömür boyu gözlük kullanacak" dedi doktor. bu, tedavisi mümkün olan bir durum değil. "peki kapatma yapsak" diye araya girdim. zaten muayaneye başlamadan dünkü kontrolden ve sonuçlardan bahsetmiştim. ilk kez muayene oluyormuş gibi yapıp kandırmak istemedim doktoru. teşhis aynıydı ancak doktor kapatmanın bir sonuç vermeyeceğini söyledi. "ama erken teşhis, bunun bir önemi yok mu" dedim. sadece onu bu kadar küçük yaşta muayeneye götürdüğümüz için tebrik etti. sağolsun :( yinede en gerçekçi sonuç için 3 gün damla kullanıp, 3 günün sonunda gözlüğün (bu arada gözlük şart tabiki) kesin numarasını belirleyecek. cuma günü damlaya başlıyıp pazartesi doktorumuzla görüşeceğiz.
2 doktorun teşhisi de temelde aynı ancak sonuçları farklı. biri gören gözü kapatıp, diğerini aktifleştirerek zamanla problemli gözün problemini ortadan kaldırabileceğimizi söylerken, diğeri problemli gözün hayatına problemli olarak devam edeceğini söyledi.
ben ise kafamda bu söylemlerle boğuluyorum şimdi. gözlük konusunda mutabıklar, bende... hatta karar verdik eşimle birlikte muayene olup bizde en azından dinlendirici bile olsa gözlük kullanıp, kızımıza kendini hasta ve yalnız hissettirmeyeceğiz. peki ne zamana kadar???
bir doktora daha görünsek mi acaba diyorum???
bu konuda tecrübesi olan varmı?
görüşlerinizi merak ve endişeyle bekliyorum.

27 Ocak 2009 Salı

kızım, sol yanım...


bir avuç kadarken daha dün, şimdi bir kol boyu sarıyorum seni. ilk "anne" deyişinin sihri değişmedi ama bugün söylediğin "saçaklı"nın yarattığı şaşkınlık dudaklarımı ısırttı gülmemek için fakat gözlerim o kadar şanslı değildi, güldüler kıs kıs... bunun bir sevgi ifadesi olduğunu düşünüyorsun. yoksa ananen seni mıncıklayıp severken neden böyle desin ki, değilmi?

yetmiyor şimdi sana ana renkler... herşey kırmızı, mavi, yeşil...vs. değilki? bugün havuç gibi elbiseni giymek istedin (turuncu), hırkan gibi bir çiçek gördün kitabında (lila)... "bu ne?" demedin rengini görüp de bilemeyince. kendince buldun tanımını, benzetme yaptın, mantık yürüttün. tıpkı "su gibi tadı var" demen gibi... birde geçenlerde "galiba kuşlar küstüler" dedin. öyle ya neden durup dururken uçup gitsinler... herşeyin bir nedeni var değil mi kızım... bu dünya boşa dönmüyor. biliyorsun...

tatmin etmiyor seni o hızlıca akıp giden gürültülü çizgi filmler. daha eğlenceli teletubbies yada gece bahçesi. benim içinse daha öğretici. ikimizde aynı ekrana bakıyoruz elimizde kek ve sütle... gördüklerimiz aynı, düşündüklerimiz farklı. sen öğrenirken, ben seni büyütüyorum. bitince program hemen anlatmaya başlıyorsun. makapaka'nın bisikletini, poo'nun dansını anlattığın gibi, okuldaki arkadaşlarını veya sevgilini de paylaşıcakmısın benimle?

hani hep müzikle öğrenmiştin ya vücudundaki organları, ali babanın çiftliğindeki hayvanları, çıkardıkları sesleri... gün gelipte odanda, adını hiç duymadığım o çok ünlü popçunun şarkılarında dans ederken sende bana öğretecekmisin, o çok eğlendiğin yada hüzünlendiğin şarkının sözlerini? posterleri birlikte asacakmıyız odanın duvarlarına?

şimdilik kıyafet seçimin benim tekelimde. buna alışırsam eğer, bir gün kışın ortasında askılı bluz yada göbeği açık bir t-shirt giydiğinde seni uyarırsam, bana sırtını dönmek yerine üzerine bir hırka giymeyi kabul edecekmisin? beni anlayışsız veya geri kafalı görmek yerine, benimle orta yolu bulmayı deneyecekmisin?

şimdi kahvaltın bitince bardağını mutfağa koyduğun gibi, teenage zamanların geldiğinde, hadi masayı toplamayı geçtimde, en azından masaya oturmayı, bir bardak çayı birlikte yudumlamayı, bunalım takılıp yalnız kalmak yerine, birbirimize karışmayı isteyecekmisin?

evimize gelen her misafire "hoşgeeedin, yapıyosun?" dediğin gibi hep sıcak olacakmısın hayatındakilere? hani hep sevgini dokunarak, öperek ifade ettiğin gibi, o elin sıcaklığını, o temasın gücünü hiç kimseden esirgemeyeceksin değil mi prensesim... amaaaaa bir parantez... sokak kedi ve köpeklerini kuyruklarından tutup yakalayarak, sıkıca sarmadan ve mümkünse güzel buseni onların ağızlarından esirgeyerek lütfen... :)

bugünlerde bebeklerinle oyun oynadığın, hayal kurduğun gibi hayatında hep hayallerin olacak mı? "büyüyünce ne olmak istiyorsun"un cevabı ne zaman hazır olacak zihninde? belki ilkokul öğretmenine hayran olup öğretmen olmak isteyecek yada edindiğin bir hobi seni bambaşka dünyalara salacak... peki gün gelecek, hani o okuldaki, spor takımındaki, kurstaki yada mahalledeki yakışıklı çocukla evlenmenin hayalini de kuracakmısın? ya anneliğin? bunu hayal ederken ben aklına gelecekmiyim? kocasına aşık annen yada kızı için canını verecek olan annen? bu hayalinde senin rol modelin olacakmıyım? bunun için sana yetecekmiyim?

yemek yemeyi istemediğini açık ve net ifade ettiğin gibi, fikirlerini, itirazlarını da aynı iradeyle anlatıcakmısın karşındakine? hiç hoşlanmadığın halde sürüye mi uyacaksın, yoksa kurda yem olmak pahasına, ayrılacakmısın sürüden? bir grubun tamamlayıcısı, mesela okeye aranan 4.mü olacaksın? piyon olmaktansa şah olmayı mı isteyeceksin?

dün koltukların tepesinden zıplarken, bugün koltukların üzerine birkaç minder daha koyup, dahada yüksekten atlamayı denediğin gibi, hayatta hep daha iyiyi daha yükseği mi isteyeceksin? bazen kanaatkar olmakta iyidir halbuki. bunları nasıl ayırt edeceksin?

hani artık sabahları yumurtayı, akşamları herhangi bir yemeği pişirirken o kaşığı tutmanın sende yarattığı heyecan ve bazen de iştah yerini, ilerde ekmek arası atıştırmalara bırakacakmı? elinden bir tas sıcak çorba içebilecekmiyim?

parka gittiğimizde, atlıkarıncaya bindiğimizde yaşadığın mutlulukla attığın çığlıklar, her coşkunda dökülecekmi dilinden... okula ilk gittiğin gün yada mezun olduğunda... benim çığlıklarım olmayacak belki ama akıtacağım birkaç damlanın garantisi var...

şimdilik 2 kez kutladığımız doğumgününde yanında olduğum gibi 18'de 25'de yada 40'da da bizi görmek isteyecekmisin pastanın etrafında... yine elele tutuşup dilek dileyecekmiyiz mumları üflerken...

bugün beyazsın... ne kadar renk bulaşırsa üstüne yine o beyazlığını koruyacakmısın?

o tenindeki tanrısal kokun, çamura da batsan, gitmeyecek teninden değilmi?

bugün 2 yaşındasın... 22, 32, 42.... yaşında da olsan hep benim küçük kızım olacaksın değil mi?

ben bugün senin annenim... hep ihtiyaç duyduğun, sıcaklığını aradığın... sen anne de olsan, ben yine de senin "canım annem" olarak kalacağım değil mi?



25 Ocak 2009 Pazar

gelecek için biraz gerçek biriktirmeli...


hayal, umudu doğurdu...

gönüllere su serpildi...

umut, hayalin soyunu devam ettirecek,

"gelecek"i doğuracaktı,

kısır olmasaydı...

gelecek, umudun döllenemeyecek yumurtasında kayboldu gitti.

kimbilir...

belki de gelecek için,

hayal,

umudu önce biraz "gerçek" sütüyle emzirmeliydi...

umut çöktü...

bir düş düştü elinden yere, unufak oldu...


not: kişisel değil...

bir fıkra...

haftasonu neşemiz olsun...


2. post oldu bu yavvv. hohoytt...

biz kadınlar...

Biz kadınlar...
Belki de en başında beri belliydi kaderimiz

Ve aslında hepsi birbirinin aynıydı
Ufak şeylerle mutlu olabildiğimizi göremediler
Görünüşte dır dır eden hep biz idik
Şeytana uyanlarımız da çıktı elbet
Her zaman nazik olmalarına rağmen anlayamadık onları
Ama mutluyuz biz
İçimiz yanınca ağlayabiliyoruz…

Erkek dünyasının savaşlarında en çok yıprananlar olsak da…
Bu görüntülerin nedeni de hiçbir zaman kadınlar olmadı…
Bunları biz öğretmedik onlara…

Biz ağlamak ister miyiz yitik canların ardından…
Bir tas yemeğe bile sevinir hale getirenler kimler sizce…
Dedim ya mutluyuz biz…
Niye mi????

Biz bu mucizenin gerçek tanıklarıyız
Toprağa can veren su gibi, dünyaya biz can veriyoruz..
Dünya bizimle renkli…
Aile olmayı seviyoruz…

Yan yana anlamlıyız..
Geride veya ileride olmak değil önemli olan..
Bağımlı bile olsak,
özgür ruhluyuz..
Her yaşta öğrenmeye açığız…
Bırakalım erkek gününü ,kadın gününü, anneler gününü..
Tüm güzel insanlara kucaklar dolusu sevgilerimle…

Her günümüz 'insanlık' adına utanç duymadan yaşansın..

sevgilerimle

NOT:bu post bana mail yoluyla ulaştı. canan'ıma teşekkürler...

23 Ocak 2009 Cuma

demekki mim'ler böyle başlıyormuş...

kendimle ve korkularımla yüzleşiyorum... tam olarak korku sayılmaz ama hani beni tedirgin eden durumlarla diyelim...
-yumurta kırarken, hep yumurtanın bozuk olabileceğini, kırdığım zaman da bir civcicin oluşma aşamasına şahit olacağımı düşünür, yumurta kırılıp tabağa düşene kadar bakmamaya çalışırım.
-yatakta uyurken elim eğer aşağıya sarkmışsa, sakin sakin elimi yukarı çekerim. çünkü korkarım... eğer yerde elimi tutan yada değen biri varsa onu ürkütüp bana zarar vermesine neden olabilirim.
-eğer gece uykum kaçmış ve gözlerim istemsiz açılmışsa hemen gözlerimi tekrar kapatırım. ve odadaki sessizliği dinleyip herşeyin yolunda olduğuna emin olduktan sonra önce gözlerimi, sonra ışığı açarım.
-eğer gece uyurken üstüm açık kalmışsa acayip tedirgin olurum. yani bu sadece ayağım veya bir kolum da olabilir. ya biri bana değmişse...
-balık yerken kafasını mutlaka tabağımdan ayırırım. tabağımda bir kafa görmeye dayanamam. bana "hadiiii çıkar şu kılçığımı, rahatsız oluyorum" diyecekmiş gibi gelir.
-eğer evde yalnızsam, içinde insan figürleri olan tablolara bakmam. malum! gözler oynayabilir.
-banyoya girerken mutlaka kapıyı kilitlerim. eee en korkunç filmlerin banyo sahneleri meşhurdur...
-evde yalnızsam ve bir işle meşgulsem (mesela ütü yapmak gibi) sırtımı asla kapıya dönmem. görüş alanımda olmalıdır kapı.
-karanlıkta aynaya bakmamaya çalışırım. yanlışlıkla olursa hemen ışığı açarım.
-dolap arkalarını falan temizlerken birkaç metre uzakta dururum. çünkü bu hayatta beni korkumdan ölüdürecek tek yaratıktır heralde ÖRÜMCEK. ayy bunu yazarken bile sırtım ürperdi.

sanırım bu kadar yeter benim ne kadar paranoyak olduğumu anlatmaya... aslında bunlar benim yaşam kalitemi düşüren durumlar değil. yani bu maddelerden biri gerçekleşirse korkudan kalp krizi falan geçirmem. ama dikkat ederim işte. öyle tırsak da değilimdir aslında ama boş anıma denk gelip de izlediğim o gıccık korku filmleri bende bunları miras bıraktı (yumurta ve balık olayı hariç).

şimdi efendim. üşenmedim ben bunları yazdım ve biraz olsun rahatladım.
veee çok merak ediyorum acaba benim gibi böyle saçma tedirginlikleri olanlar varmıdır...
meselaaaa.... funda ve moonsun... cevaplamak isterler mi yoksa kendi korkularında boğulmayı mı tercih ederler :)

21 Ocak 2009 Çarşamba

çocukla çocuk olmak...

"mandalları getirin bana, birde bir kap ve tel çırpıcı, kek yapıcaz" diye seslendi mutfağa kızımın arkadaşı...
getirdik tabi el mahkum. mandallardan tren, araba ve hatta kuyu yaptılar. sonra hepsini bozup plastik kabın içine katarak tel çırpıcıyla çırpıp kek yaptılar.
sıkılınca yanımızdan ayırmadığımız boya kalemleri ve boyama kitabını çıkarıp bir güzel boyama yaptılar. kenarlardan taşıra taşıra, binbir renk cümbüşü içinde.
ve bu oyunda sıkınca elele tutuşup kutu kutu pense oynadılar ikisinde de pür neşe...

ben onların bu haline her tanık oluşumda şaşkınlık yaşıyorum.
biri 78 yaşında, diğeri 2... ve çok iyi anlaşıyorlar.

arkadaşımız , ninemiz... eşimin ananesi... bizim gibi Derin'de ona nine diyor. hatta evini her ziyarete gidişimizde onun kucağında yemek yiyip sadece onunla oyun oynuyor.
çocuk gerçekten hayatın sihiri. insanın ruh halini bambaşka birine çeviren bir iksir. ninemiz tatlı sert eleştirilerini kimseden esirgemezken, Derin söz konusu olunca her davranış kabul, her sözü makbul oluyor. kanatsız melek adeta onunlayken...

bugün yine onunlaydık... doya doya oynadılar. hatta küçük bir taburenin üzerindeki deliklere boya kalemlerini dikip, uyduruktan pasta yapıp, 85 kez mumu üflediler ve bize de pastadan ikram edip, afiyetle yedirdiler...

çocuk çok acayip bişey çoooookkkkk....

derin'in buyurdukları...

bugünün incileri...
derin-anneeeee... anneeee... süprisssss.... adımı göke yazdıııdıımmm. aşkkkımı çaktıııdım. süprisssss....
anne-kızım sen ne zaman uyandın da şarkı söylüyorsun.
derin-anneeeee bak ben gene uyandım... ihi ihi ihii...
derin-hadi kaaaallllkkk. yataaanı toplaaaaa....
anne-annecim azıcık daha uyusam.
derin-yaataaaaanı toplaaaarrrrrmısııııınnnnnnn....
derin-hadi kalllk emek yapalım.
anne- ne yemeği yapalım kızım.
derin- kaaavaltı emeeeğiiii
anne-ne yiyelim kahvaltıda peki.
derin- ı ııı yemicesss. yapcassss...
anne-ama yememiz gerekiyor. aç kalırsak oynayamayız.
derin-ben yedim. sen ummuuuta yeeee.
...
...
derin- anneeee teeeliklerim bozulmuş. bak ooomuyo. bozulmuş. at çöpe.
anne- derincim önce ayağındaki patikleri çıkarırsan terliklerini giyebilirsin.
derin- ıııııı at çöpe bozulmuş.
...
...
...
...
öğle olur,uyku saatidir. ama derin uyumak istemez.
anne- derincim uyuyalım mı_
derin- ı ııı. uyumıcam.
anne- tamam benim çok uykum var. ben uyurken yanımda dururmusun. masal anlat bana.
derin- pamammm.


veeee. ... bu satırlar buraya dökülebildiğine göre sizce uyanık kalan kim???

20 Ocak 2009 Salı

konuşmazsam, küserim bak...

birkaç gündür güzel giden havaları fırsat bilip dışardayız cumartesiden beri. artık iyice zenginleşen kelime haznemiz ve düşük çenemizde bize eşlik etmekte...
anne buuu neee, ne yapıyoruss onla, rengi .... mi?, güsseellmi, aaaçelik demek yenilik demek, ikea evimisin heeeeşeyi, tukkselle bağlan hayyaaaattaaa... bildiklerimizi unutmamak için tekrarlıyoruz. ve en önemlisi cümle içinde kullanıp küçük hikayeler uyduruyoruz. (itiraf ediyim en sevdiğimde bu)
-minik kıs okula gitmiş, desss yapcakmış. aaaçelik gelmiş kitap okumuş, ikea gitmişleeeerrrrr... kıs elmise aamış, pembeymiş.
-anneeee bu ismankası mı (iş bankası logosunu gösteriyor)...
-evet kızım... nerden bilyorsun sen onu...
-tanıdım mı... hı hııııı tanıdı... ismankası tanıdı. ihi ihi ihi... (çok mutlu olur)
-aaaa metroooooo... metro karanlıktan koookma tamam mı.
-kek yapıyoomm ben. içine umuuta (yumurta) koyyos, şeker koyyos, süt koyyos... şşırrrrr kaaaıştırıyos... ı ıı ben yemicem anneee sana yaptım.
...
...
bunlar gibi binlercesini her dakika heryerde anlatıyor. yolda, evde, banyo yaparken, uyumaya çalışırken, yemek yerken ve maalesef dolmuşta da...
ama bugünden sonra artık emin değilim etrafını önemsemeden bu kadar konuşabileceğine... çünkü biliyor ki başkaları sesinden ve tekrarlarından rahatsız olabiliyormuş. ve onu uyarabiliyormuş ve bu hiç hoş bir durum değilmiş.
bugün dolmuşta evimize dönerken, yanımızda oturan tatlı bir amca.. önce "vay vay ne çok konuşuyor bu kız" dedi. bizimki amcadan aldığı gazla bugün izlediği gece bahçesini, görüştüğümüz arkadaşlarını, yediği yemekleri de anlatmaya başlıyınca amca az önceki sözlerine çoktan pişman olmaya başlamıştı bile. ve daha fazla dayanamayarak kibarca kızıma sessiz olmasını, kendisinin biraz hasta olduğunu ve başının ağrıdığını söyledi. derin'in anladığı ise sadece susması gerektiği. sebebinin ne olduğunu önemsemeden. sonuç odaklı düşündü kızım :)
ve küstü... amcaya, bana, tüm dolmuşa... hatta hayata :)
eve gelene kadar hiç konuşmadı. yolda kırtasiyeye girdik ve bana işaretle gösterdi istediği boyaları... o kadar kırılmış yani.
"artık arabadan indik, amca yanımızda değil konuşabiliriz, hadi gel önce sarılalım sıkı sıkı" dedim. sarıldık... öylece konuşmadan... sonra süt dedi, bide süpris istiyooooum. süt alındı ama sürpriz yokkk... maalesef! o kadar da değil. sonra bunu kullanabilir bana karşı, teyakkuzda olmalıyım :)
evimize geldik. gördüğümüz ilk komşumuza anlattı bi çırpıda olanları. amca bana kısdı, hasta o hasta... maşı aaarımış. bak süt aldık. içimmmiii hepsini...
komşu çarçabuk iyi akşamlar diyip şööle kızımın başını severek uğurladı bizi... sağolsun :)

kızım merdivenleri çıkarken hala anlatıyordu olanları. eve gelince pooo'ya da anlattı. oohh yaa içi rahatladı. anlattıkça ferahladı çocuk, aaa çatlasın mı... sonra unuttuuuu..
boyaya daldı... bazen boya ona daldı... ben evin 5 dakika nasıl bu kadar dağıldığına bakıp uzaklara daldım...
oooffff of!

19 Ocak 2009 Pazartesi

şimdi...


bu fotoğrafı çektirdiğim evimde olsam...

yine bu ruh hali sarmış olsa bedenimi...

yanımda olsa tüm sevdiklerim...

cırcır böcekleri sağır etse kulaklarımı...

Derin börtü böceği toplayıp dizlerine koysa, baakk yürüyooolaaarrr dese...

tek işim çiçeklerimi sulamak olsa...

bahçeden topladıklarımla yapsam kahvaltımı...

sonra bıraksam kendimi karadeniz'in serin maviliğine...

gelsem evime, bu kez sebzelerimi sulasam...

komşu kapımıza süt bırakmış olsa... birde yumurta... içi kırmızımsı gibi olan...

yaz günü olmasına rağmen sahilde üşüye üşüye dolansak ama üzerimize yine de kalın bişiler giymesek...

tenime değse karadeniz'in serin havası, tuzu...

eşim, kardeşim, annem ve biriciğim babamla otursak masaya...

birkaç kadeh rakıya kahkahalarımız meze olsa...

derin rahat bırakmasa bizi, paçalarımızdan tutup çekiştirse onunla oynayalım diye...

babam dayanamayıp kalksa...

tutup kollarından önce birkaç kez öpüp ısırsa, sonra yere yatırıp çimlerde yuvarlansalar...

...

...

...

devam edemiycem... bu fotoğraf başka şeyler yazdıracaktı bana ama... boğazıma bir düğüm takıldı...

babamın hep bu anların hayalini kurup, hiçbirini yaşayamadığı evinde geçirdiğim bu yazdan kalma bir fotoğraf... tersdüz etti beni...

silebilirdim yazdıklarımı evet... ama yapamadım...

yaşayamasam da yazdım ya sadece küçücük bir parçasını, bir nebze olsun hissettim ya... işte o kadarı bile gülümsetebildi... kimbilir yaşasaydım...

yada yaşasaydı...





17 Ocak 2009 Cumartesi

bugünün sürprizi...

eveeet evde bir geridönüşüm çılgınlığı başlattım. şimdilik yalnız olsam da çığ gibi büyümeyi hayal ediyorum.
ilk işim şu dikiş bilmez halimle çer-çöp oluşturmak ve zaten kızım sayesinde dağınık olan evimi iyice tarumar etmek oluyor ama deneye-yanıla öğrenicem değil mi?


tabi zaman zaman dağınıklıktan iyi bişiler de çıkmıyor değil. mesela bunun gibi...

bu pileli etek; eşimin, benim tarafımdan yanlış derecede yıkanmış olmasından dolayı bedeninden hiçbir daralma göstermeden sadece kol kısmından çekmiş olması neticesinde rafa kaldırılmış gömleğin kumaşından yapılmıştır. fiiuuuvvv amma uzun cümle olmuş.

kısaca: bu bir gömlekti bir zamanlar ama şimdi kızımın o cüce bacaklarında sallanacak olan bir etek. bel kısmındaki sarı bölüm ise minder yapımından kalmış bir kumaş. neyseki tonları tuttu. şimdilik taze taze makineden çıkmış haliyle görüyorsunuz eteğimizi, gelecek günlerde (mesela yarın) zuzumun üzerinde de fotoğraflamayı umuyorum...

tabi dikişler çok acemice. ben teğelledim, annem makineye çekti. ama öğrenicem ben bu işi. zaten defdef'in annesi iyice iştahımı kabarttı dikiş konusunda.

şimdilik çarşı pazarımızda bunlar var, koleksiyonumuzu genişletip daha nadide parçalarla karşınızda olmak dileğiyle efendim.. esen kalın...


16 Ocak 2009 Cuma

bazen ben...

bencilim...
kızımın herkesten, herşeyden çok beni sevmesini arzulayan bir bencil.
ilgi şımarığıyım...
hani öyle hastalanınca üzerine titrenilen, elini soğuk sudan sıcak suya sokmayan ilgilerden değil... sadece hiçbişi yokken kızımın yanıma gelip "annecim" demesinden havalara uçacak kadar ilgi şımarığıyım. hemen arkasını dönüp gidecek bile olsa sadece beni merak edip yanıma gelmesi bile benimle ilgilendiğini gösterir yaa işte ben bu anlar için ölüp biten bir anneyim.
sevgi arsızıyım...
gün içinde belki 100 kez söylense de 101'in hatrı kalır göstersin, anlatsın, söylesin diyecek kadar sevgi arsızı... kızım uyurken sarılmaz, uyanınca seslenmezse kendimi kötü hissedecek kadar hemde...
iflah olmaz sırnaşığım...
elimde olsa göğsüme yapıştırıp hiç kucağımdan indirmeyecek kadar sırnaşığım kızıma... yanakları sarkacak kadar öpsem, gözleri pörtleyecek kadar sarsam sıkı sıkı onu...

sağlıklı bir kişilik profili değil belki bu yazdıklarım ama zaman zaman böyle olabiliyorum ben. kızım söz konusu olunca dünya duruyor. bu yazdıklarımdan sonra onu cam fanusta büyüttüğümü falan düşünmeyin sakın. aksine çok özgür ruhum aslında. düşmesin diye evin her tarafına minder döşeyen değil, minderlerin tepesinde zıpzıp zıplayan, düştüğünde kanayan dizlerini görüp kafayı yemek yerine, sakince yarasını temizleyip oynamaya devam etmeyi teşvik eden bir anneyim.

ama bunları yazmasaydım eğer...
kızımın babasının sırtına çıkıp atçılık oynarken yere düştüğünde hemen koşa koşa yanıma gelmesinden duyduğum mutluluğu açıklamam hem zor olur hemde eşime ayıp olurdu... gerçi ben bunları eşim anlasın diye yazmadım zira o bilir benim sevgi konusundaki doyumsuzluğumu ama sizler yanlış anlamayın....
yada...
kızımın gece vakti uyanıp yanımıza gelmek istemesi ve benim genelde alışmaması için karşı çıkmama rağmen bu sabaha karşı uyandığında yanımıza aldığımda uyku esnasında sırtı bana dönük olsa bile elini arkaya uzatıp beni tutması karşısında yaşadığım sinsi sevinç başka nasıl açıklanabilirdi...
derin söz konusu ise benim duygularımı sadece "çok" kelimesi açıklayabilir. ÇOK... herşey çok... kıskançlıkta... evet bazen babasını bile...

anne-kız elele, haydi şimdi ütüye...

derin'in en sevdiği aktivitelerin başında geliyor ütü. benim içinse işkence idi derin büyüyene kadar... malum pek seven yoktur ütü yapmayı. ancak evde bir bücür olunca tam keyfe dönüşür oldu. yalnız bir sorunumuz var ki derin oyuncak ütüsüyle ütü yapmak istemiyor. "o oynncaakkk, pıs pıs yapmıyoooo" diye diye elimdekini istiyor ama korkarak... sıcak olduğunu biliyor ama dokunmaktan da vazgeçmek istemiyor. işte bu anlar için elimizde bulunan bozuk ütü dolaptan çıkıyor. ve binbir telkin eşliğinde "annecim, bunun kuyruğunu aşağıda bırakıcaz, sonra elimiz yanar dimi" diyerek. kuyruk dediğimiz ütünün kablosu. ve nasıl bir özen görmelisiniz. o kuyruk mutlaka kontrol ediliyor aman aşağıda sallansın diye... bir yandan mendil katlanıyor, bluz seriliyor masaya... diyaloglar da tam öldüren cinsten.
anne- derincim biraz izin verirmisin bu gömlek birazcık büyük önce ben ütüliyim, sonra son mendilini ütülersin.
derin- şimdi ben... sıra bende...
anne- bebeğim pardon eteğim senin mendilinin üstüne gelmiş.
derin- bebiğiiim paaadon, mindilim aliiyoommm.
anne- annecim benim karnım acıktı, köftemi yemeye gidiyorum ben (merakla beklenir tepkisi...)
derin- pamammmm ben ütü yapcam. sen köööteni ye pamam, bitir hepşini...
anne- (hayalkırıklığıyla mutfağa gidip gelinir) hımmm köööte harikaymış. yedim karnım doydu şimdi bütün ütüleri bitiricem...
derin- ben bitiricemmmmm yaşasıninişkoooo (yemekten bahsetmek yok. ütüye devam sevinç nidalarıyla)
....
....
derin yorulur. yatağa uzanır... anne ütüye devam eder. odada buharlı ütünün pofpoffff ları duyulmaktadır. derin kendi işiyle meşgulken farketmediği bu detayı boşta kalınca gözden kaçırmaz ve bombayı patlatır...
derin- anne ütü piyates yapıyoooo....
anne- annecim ütü pilates yapamaz ama...
derin- yapıyooo bak püf püf püf diyoooo....

benim pilates yaptığımda nefesimi verirken çıkardığım püfff sesi, ütüyü de kıskandırmış demekki... ve bu ayrıntı derinin gözünden kaçmamışşş.

ben şimdi kızımı uyuttum ve pilates yapan ütüye asıl amacını hatırlatmak için sepette bekleyen çarşafların başına gidiyorum.

püf püf püf....

14 Ocak 2009 Çarşamba

dumur olursun böyle işte...

bu meczup anne ortamın sessizliğinden şüphelenip, kızını, arkadaşıyla oynadığı odasına ziyarete gider... o anda beyninde çakan şimşekler tüm evreni aydınlatmaya yetecek kadar güçlüdür... derin bir nefes alır... ve görmezden gelmeye ÇALIŞIR... kızının kendinden 4 yaş büyük arkadaşıyla odayı dağıtmakla kalmadan, oyuncak sepetinde kalan ıvır zıvır oyuncakları yatağın içine serpiştirip, o dağınıklık içinde küçük totolarına yer bulup uyduruktan çay içmelerini... GÖRMEZ çünkü GÖRMEK istemez... napıyım çocuk bunlar işte bütün gün evde tıkılıp kalıyorlar der... en polyanna haliyle...
mutfağa gider... uyduruk çayın yanına gerçek mısırları patlatmaya koyulur... mısırlar patladıkça, kafasındaki şimşekler de patlar ve yok olur... sanki odadaki eşyalarda birbir yerlerine gidiyormuş gibi çok masum ve salakça bir hayale dalar...

ve bu sırada zil çalar... arkadaşının annesi artık vaktin çok geç olduğunu ve yemek yiyeceklerini söyleyerek, tüm ısrarlarıma rağmen (!) kızını alır...

bundan sonrası derin için bir bunalım saatlerinin başlangıcıdır artık... benimse azap dolu saatlerimin ilk dakikaları...

derin'in gözünde sanırım yeteri kadar ısrarcı olmadığım için arkadaşı gitmiştir. yoksa bana neden küssün ki.... kızımın ağlak ifadesini dağıtmak ve onu oyalamak için mısırı birlikte patlatmayı teklif ederim, onu mutfaktaki o en sevdiği kocaman sandalyesine oturtarak... mısırı birlikte patlatıp afiyetle yiyeceğiz... SÖZDE...

kızım küs... ve çok gururlu... bebek mi ki o hemen avunsun... kırgın bana...

sandalyede arkasını dönüp boş peçeteliği gözüne kestirir... ben kızını kazanmaya çalışan biçare anne... kızımın ensesinden bir öpücük kondurur ve şirin şirin konuşurum... Derin bana döner ve...
-anne, izin virimisin. loplopla çaaağışıyyooommmm...
evet peçetelik laptop olmuştur ve kızımın yapacağı çok mühim yazışmalar vardır... mısır da benim içimde patlamıştır...


12 Ocak 2009 Pazartesi

bir bana, bir kızıma...

herşeye sahip olmak... yada sahip olduklarımızı başkalaştırarak, ihtiyaç duyduklarımıza kavuşmak... sihirli değnek gerekmiyor bunun için... biraz hayalgücü ve biraz da kabiliyet... ikisi de yok mu, o zaman krizi bahane etmeyin ve para kazanmaya bakın :)
ben zor olanı seçiyorum. para kazanmaya zamanım yok evde büyütülüp serpiştirilecek bir fasülye var... o yüzden var olmayan becerimi varmış gibi hayal edip yapmaya uğraşıyorum. itiraf etmeliyim ki hobi sitelerinden çokça yardım aldım. çünkü benim gibi yetenek mahrumu insanlar önce ne ile ne yapılabilir (temel anlamda) onu bilmeliler. yoksa elinizde silikon tabancası evin içinde ordan oraya koşturur ve günün sonunda hiçbir halt becerememiş olarak yerinize oturabilirsiniz. hee araştırma yapmak da yetmez. bi zahmet araştırdığınız kadar beğendiklerinizi hayata geçirebilmek için biraz zamanda ayırın ki benim gibi yapılmayı bekleyen 1584 proje ile hem bilgisayarınız hemde kafanız şişmesin...

bu kadar söz altta fotoğraflarınızı gördüğünüz evimin yeni cicisi ve kızımın yeni arkadaşları içindi... aaa bu arada 1584 mü demiştim... 3 tanesini yapıp koydum ya buraya. düş bakalım onları hesaptan... emeğe saygı lütfen...
bu tahta kaşıklığı çok uzun zaman önce bir sitede görmüştüm ancak linki kaydetmemişim. biraz daha farklıydı çiçekleri falan, ben ancak bu kadarını örebildim. ve gururla sergiliyorum. (yapılışı: önce istediğiniz boyutta ve renklerde 2 adet çiçek örüyorsunuz. sonra çiçeklerin sapları için istediğiniz kalınlık ve uzunlukta 2 şerit örüyorsunuz. şeritleri 2'ye katlayıp kaşıklarınızı yerleştirecek kadar boşluk bırakarak silikonla zemine yapıştırıyorsunuz. bu arada örgüler tığ ile yapıldı) işte bu kadar. bu kaşıkları tek ve afilli bir hareketle yerinden çıkarıp, yemeğinizde kullanın ama önce 1-2 kez şaklatıp kaşık oyunuyla havaya girin. yemeklerinizin lezeeti artacaktır. :)

bu aaaatapot (derinin ifadesiyle) tamamen el dikişi ile yapıldı. benim bir dikiş makinem bile yok biliyormusun amca... böyle parmaklarım delindi dikerken amca, çok acı çektim amca... :)(dikiş makinem olmadığı gibi bir şablonum da yok. ama söz bu işi ilerletirsem yapılışı için şablon hazırlamayı da akıl edicem)
ve tıııtıl... bu da tamamen el dikişi ile yapıldı. derinin küçük gelen bluzları büyükten küçüğe topları, saç tokları da renkli yüzünü oluşturdu. üzerindeki rakamlarda öğretici olması açısından düşünüldü... çünkü oyuncaklar eğlendirirken eğitici de olmalı... (günün mesajı da bu olsun) :)
ben yeteneğimi ortaya kodum. beğenen alır uygular, beğenmeyen bırakır kaçar :)
bu yorgun anne artık kaçar...
sevgilerimle...


11 Ocak 2009 Pazar

öğreniyor(uz).

tanışmayı öğrendik.
-melaba ben derrrin.
-ki yaşındayım (iki).
-istanbula oturuyorum (istanbul)
-sen yapıyosun?
-hayyı işleerrrr.

...di bugüne kadar. artık bizim kız büyümüş...

-melaba benim adım çakkın kıs.
çakkın kıs çakkın kıs benim adım çakkın kıs...

ve oynaaaar oynaaar oynaaar.
dans ederek uzaklaşır huzurlarınızdan.

2 kadın... 2 eski dost...

havanın aklını çelmesine görmezden gelerek izin vermiş, soğukluğunun yaratacağı iç titremesine çoktan sırt çevirmiş özlem dolu kadın, çıkar evinden dilinde usul usul eski bir şarkıyla... eski dosta uzanan şenlikli bir yoldur şimdi önünde uzanan...
uzun zaman sonra tekrar metroya, otobüse binmenin mutluluğu, bu şehrin böylesine kalabalık olmasına yine ve yeniden şaşırarak varır sözleşilen mekana... kitap kurdu arkadaşının hediyesini unutmayarak. yeni evli ve çocuksuz arkadaşına "Ece Arar - Çocuk Sahibi Olmak İçin 40 Bahane" kitabının medeni hal ve duygusal zekasına -cuk oturduğunu düşündüğü arkadaşına yüzünde hınzır bir gülümsemeyle teslim eder. ihihiiihi ne güzeldir arkadaşının yüzünde "ah sen varya sennn" ifadesini görmek.
öpüşüp, koklaşıp bir kez daha, 2 çay söyler 2 eski dost kendilerine...
sonra... serilir ortaya 10 yılın envanteri. kimse blöf yapmaz, kartlar açık oynanır.. tüm anılar acılara göğüs germiş ve ilk günkü tazeliğinde etkelerde daha fazla bekletilmeden dökülür saçılır... hatırlıyomusun'lar, aslında ben'ler, biliyomusun'lar havada uçuşur. herkes payına düşeni alır...
mutluluklar anlatıldıkça çoğalmış pişmanlıklar buhar olup uçmuştur diller çözülünce.
ve ne güzeldir... 2 kadın haaalaa 17 yaşın masumluğundadır... kirletmemiştir onları zamanın pası, yalanın karası, gerçek hayatın çamuru... konuşurken bazen 7, bazen 57 olmuştur aslında 27 yaşlarında olan 2 kadın, 2 eski dost...
kalpler başkalarına kapılarını açmış, daimi sahiplerini ağırlamaya başlamışlar, hele hele bir tanesi o küçücük kalbinde minik bir kalbe daha yer açabilmiştir.
inanamaz eski dost... "seni anne olarak düşünemiyorum" der önce... öyle yaa... 17 yaşında bir kız çocuğu kalmıştır aklında bunu söylerken... inanılamayan anne anlattıkça karar değiştirir eski dost... "sen anne olmak için doğmuşsun"un zihninin o küçük kız çocuğuna daha çok yakıştığına karar verir. şimdi 2 kadında bu tanımlamadan hoşnut 2 çay daha söylerler... yanına da su böreği... utanmadan :)
diğer eskiler de anılır tabi ama en harbi eski ikisidir. hafızalar yoklanmış, geçmişin tüm üniteleri gözden geçirilmiş, zorlu bir vize ve birde final yapmışlar birbirlerine, yenilmiş, içilmiş, gülünmüş, ağlanmıştır. her 2 kadınında gelirken akıllarında acaba'ları mırıldayan tilkilerin ayrılırken "ohh beeee"lere dönmesi tilkilerin tutarsızlığından değil aradan geçen 10 yılın bilinmeyenlerindendir.
anlatılmış anlatılmış... boşver beni sen neler yaptınlar alınıp verilmiş, 4 çay, 2 su böreğinin midede yarattığı mutluluk bal-kaymak olmuştur...
ayrılık vaktidir artık... saatler en yakın tarihe kurulmuş, geleceğe dair sözler verilmiştir, tutulacağından emin olunarak.
hesap ödenir... hayal kırıklıkları masaya bahşiş bırakılır...
2 eski dosttan biri kalbinin sahibine, diğeri de kalbinin sahiplerine döner yüzlerinde tatlı ama biraz buruk bir gülümsemeyle...

6 Ocak 2009 Salı

kafesteki kuşu vurmak...

yaşanılanlar karşısında hislerimi anlatmaya benim kelimelerim yetmiyor. ancak bekir coşkun'un yazısı bir nebze olsun ifade etmiş...anlayana...

en içten lanetlerim İsrail'e...

annemin eseriyim...

birazdan izleyeceğiniz görüntüler bir annenin gözüyle:bir yemeğin hazırlanma ama yenmeme öyküsü ve bir kız çocuğunun gözünden ise:"intikamım acı olacak" filminden en can alıcı bölümlerin yeniden yorumlanmış halidir. eğer aç iseniz veya hassas bir mideniz varsa lütfen bloğumu terkedin... zira görüntüler iğrenç ve oldukça GERÇEKTİR!!!

derin kendi halinde bir zamane genç kızıydı... bir vakitler...
nerden estiyse, melek annesi, yavrucak oyalansın niyetiyle, bebesinin eline kap-kacak verip, onu yemek hazırlatmaya yeltenmiştir... ancak bu olay yavrucağın gözüyle, cadı anasının metazori ile kendini köle gibi kullanmasından öte bişi değildir. ve o yavrucak cadı anasına iyi bir ders vermelidir....
herşey başlangıçta iyi gitmektedir. derin sarı tası, uyduruktan çırpma teliyle uyum içinde hayali kekin hayali malzemelerini, gerçek sarı kabın içinde çırpmaktadır aklında binbir cin fikirle... kah şarkı söyler, kah bir guru edasıyla işini yapar...

bu sırada anne "ohhhh buldu oyalanacak bişi, dur şu diziyinin sonunu da izliyiveriyim" düşünceleriyle masum masum sırıtırak evladına bakar... "öyle mes'udum ki bebeeem" diye içinden geçirmeyi de ihmal etmez. ve çocuğuna yemek hazırlarken midesi kazınmasın diye kek ve kakaolu süt vermeyi de ihmal etmez.

derin cephesinde herşey yolunda gibi gözüksede (elinde tas, tel gayet gerzek bir oyun içinde şakacıktan) aslında fırtına öncesi sessizlik yaşanmaktadır. fakat bunu derinden başka kimse bilmiyordur (burda jaws filminin dehşet müziği arka fonda çalar)

plan tıkır tıkır işliyordur. derin, annesinin onu sözde oyalamasına izin vermiş ve bunun intikamını almaya yemin etmiş bir hain evlat olarak planını devreye sokar. artık çanlar derin için çalıyordur. pis pis sırıtarak ellerini ovuşturur...

vee.... annesinin herşeyin iyi gittiğini düşündüğü bir anda, derin hiç beklenmedik bir hareketle intikam almak istercesine o kek ve kakaolu süt dolu ağzını erol taş misali (rahmetli) huuaaahhh nidalarıyla açıp kapatır, kakaolu sütünü içerken ağzından akan salyalarını elinin tersiyle silmek suretiyle üstünü başını kahrevengine bulamıştır... ve ortalarda şaşkınlıkla gezinen anasına boş süt paketini fırlatıp "oyyynaaaaa" diye gürler... derin kızdırılınca 25 bizans askeri iğreçliğine bürünen bir canavardır artık... "heheeee 1 saattir sen benlen oynadın... şimdi geç bakalım karşıma hihohahahaaa.... ben kaçın kurrasıyım kızım, sen beni öyle sütle kekle alt edebileceğini mi sanıyon hööyytt. süt çocuğumuyum ulen ben beeee" der.
annesi, 2 yaşındaki çocuğunun bu cümleleri kurmasına şaşırmaz da, çocuğunun bu pis kelimeleri nerden öğrendiğine takılır. bu anne manyak mıdır? evet... o zaman bu takıntılı anneye bu zulüm revadır... derin'e de koca bir aferindir...






4 Ocak 2009 Pazar

pazar seromonisi...

yağmurlu fırtınalı bir hava...
kaybettim yolumu karanlıkta...
bana söylermisiniz...
nasıl gidilir çocuk parkına....

heyy gidi çocukluğumun susam sokağı ve onun absürd şarkıları...

bugün havanın bize yaşattığı karanlık ve ıslak günü protesto ederek yapabileceğimiz ennnn sosyal etkinlik olan alışveriş merkezine attık kendimizi. amanda ne eğlendik oooffff pofff... nefret ediyorum insan kalabalığından, gürültüden, kapalı yerlerden... ama bebikim var benim ve benim gibi kabuğuna çekilip evde pineklemekten hoşlanmayan... gerçi bende hoşlanmıyorum ya olsun... bu havada ancak avm paklardı bizi... pakladı da...
derin mutlu oldu, bizde onun utluluğundan payımıza düşeni aldık fazlaca...
not: fotoğraflarda hayret ki ben yokum... allah allah... niye kiii?

rüya sorunsalı...

uyku sonrası mahmurluğunu yaşamayan yoktur heralde... hani böyle kalkmakla biraz daha yatmak arasında gider geliriz ve hatta gerim gerim geriniriz yatakta. hele dışarda yapğmur varsa ve yatağınız sıcacıksa... hiç kalkmadan kollarınızı başınızın altına alıp saatlerce tavanı izleyebilirsiniz değil mi yada miskin miskin uyumaya devam etmeye...

bende öyleydim... uykuyu çok sevmememe, mümkün olduğunca erken kalkmama rağmen saat çalınca o, 5 dakika keyif yapmayı kendime ödül sayanlardandım... hey gidi günler... vayy be ammada aylakmışım diyorum şimdiki çevikliğime bakarak... artık bir saatimiz yok... dolayısıyla saati kapatıp yatma keyfimizde... konuşan bir saatimiz var bizim ve ona sırnaşarak şımarma keyfi... bizim evin prensesisin sesiyle aydınlanıyor günümüz... anneeeee, annecimmm, ablaaa.... evet, bana bazen abla diyor Derin. ben onun bana sesleniş biçiminden yeni mi uyandığını yoksa biraz oyalanıp mı beni çağırdığını anlayabiliyorum. mesela anneeeeeee derse uzun uzun yeni uyanmıştır. annecim derse uyanmış, çoraplarını çıkartmış, başucundaki lambasını 1-2 kez kapatıp açmıştır. abla demişse eğer uyanalı 5 dakika kadar olmuş, elleriyle konuşmuş, duvarındaki çiçeklerle dertleşmiş ve canı sıkılınca oyun oynamak için ablasına seslenmiştir.

benim tercihim uyanır uyanmaz bana seslenmesidir. çünkü hem uykunun mahmurluğu hemde gördüğü rüyayı anlatma telaşıyla tam bir yenilir yutulur hımm pek bir lezzetli olur kendileri. anlattıklarını az önce yaşadığını varsayar. ne gördüyse onun telaşı, sevinci bazen de korkusu yerleşiverir gözlerine çocukça...

-anneeeee, şeyyy, çiçekler dökülmüş yerlere.. hiiii ayyy saksı kığılmış... (r'ler bazen baskın bazen de ğ)
-anneeee, esma kafama vurdu bööööle paaaatttttt dedi. koooktum... esma gelmesin.
-anneeee, yağmur yağdı çat çat, şemşiyemiz vaarrrdı. böööle çiçek çiçek... ayy ne güselll dimiiii.
-anneeee, köpekler gittimi yoksa?
-anneeee, annanem bana süpris allmıs, buuuutcum (dayısı oluyor, bulut) geemiş, nagiş de varmış (dayımızın nişanlısı- nagihan)... ay şok güselll... ihi ihi..
uyanır uyanmaz bunları anlatır bana gözlerini aça aça, bazen bunları ne zaman yaşadığını anlayamamanın verdiği şaşkınlıkla... kafasında soru işaretleriyle konuşur konuşurr.... bende dinler çözüm bulmaya çalırım gerçek sandığımız rüyalara...
hayat böyle uyanır uyanmaz renkleniverir Derin'le. evet aylaklık yapmıyoruz yatağımızda ama rüyaları yorumluyoruz "haydi hayırlısı" diyerek.

gülmek için bir bahaneye ihtiyaç duymadan onun o boncuk gözlerinin şaşkınlığına ve küçücük ağzının eveleyip gevelediği son derece düzgün ama bazen biraz eksik kelimelerine, konuşurken sık sık kullandığı ellerine parmaklarına bakınca gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum ya bazen... işte bende böyle sulu zırtlak bir anneyim. derinle mutlu, derinle dopdolu, derinle hayat bulan, derin derin seven sevilen, ağlayan gülen...

sevgilerimle...

3 Ocak 2009 Cumartesi

.............

sana bakıyorum uzun uzun ve biraz ıslak ıslak...
konuşuyorsun ama gözlerim ellerine yüzüne tırnaklarını geçirmiş... okuyorum seni hece hece...
sana bir ömür gibi uzun gelen, benim içinse bir satır kadar kısa günü anlatıyorsun durmadan... konuşuyorsun konuşuyorsun... ben okuyorum...
neden sonra, okumayı bırakıp bir şarkı yerleşiyor o kahrolası dilime...
ellerim saçlarında, nefesini hissederek göğsümde... mırıldanıyorum...
"benim annem, güzel annem. beni al kollarına, kucağında okşa beni, ninniler söyle bana..."
ama sen... ağlıyorsun... elinle ağzımı kapatıp "deme anne, deme anne, söyleme" diyorsun...
yüreğimin orta yerine düşen alev alev soru işaretleri yakarken içimi, hıçkırıyorsun...
oysa ben...
bu şarkıyı söylerken odaya serpiştirdim pembe pembe kalplerimizi...
sen dağıttın elinle, ve sarıldık...
yine kulağıma yapıştın... ama hıçkıra hıçkıra...
nedenini hiç bilemediğim bir sessizlikle uyudun...
uyuma kızım... yalnızım...
ünlem işaretleri büyüyor şimdi içimin yanık karanlığında...
yüreğim üşümüyor ama erimeyi önleyici bir serinlik bıraktın bende...
uyuma kızım...
cevapsız soruların var bende...


ve kızım uyudu... bebekken belki binlerce kez kulağına mırıldandığım bu şarkıyı tekrar söylemek istedim ona usul usul... ama olmadı... istemedi... dahası ağladı...
çok üzgünüm...

1 Ocak 2009 Perşembe

geç bakalım şöyle köşeye 2009...

sevgili 2009...
biliyorum yoğunsun ve hatta hatların bile kilitlenmiş olabilir... seni fazla meşgul etmiycem...
sadece...herkes kendi için ne diliyorsa, banada onların dileklerinin tümünden ver... zaten halihazırda dilekler elinde bulunacak, sayısını biraz fazla tutuver be canım... hadi bak seni yeni arayışlara yeni yollara yönlendirmeden ikimizi de mutlu edecek bir çözüm buldum hadi nazlanma amaaa....
sevgili blog sana da bol yazmalı, çizmeli, okumalı, paylaşmalı, dertten uzak, dermanla barışık bir yıl diliyorum...

sevgili okuyucum, dilerim bu yıl tüm gönlünden geçenler senin olur (tabi aynı zamanda benim de...)


sevgilerimle...