23 Haziran 2009 Salı

istanbul sularında sarhoş bir balık...

tarih : 19.06.2009
saat 15:00 civarı...

başlangıçta sadece yazışıyorduk...
ben- ne zaman dönüyorsun?
o : yarın... saat belirlemedik...
ben - yaaa görüşemedik, ben en azından otogara geliyim seni uğurlamak için.
o : aaa olmaz kıyamam sana... öyle uğurlamayla mı görüşücez...
ben - olsun hiç görüşememekten iyidir... off yaa böyle olmamalıydı...
o - olsun canım naapalım?
ben - :(:(:( zaten derin uyuyor şimdi evde. görüşecek bile olsak kime bırakıcaktım ki? aman yaaa...

vıdı vıdı vıdı ....

konuşma böyle sürerken... isteklerimizin kesin oluşu çaresizliğimizi yendi... derin'e en acilinden bakıcı bulundu. akşam için sözleşildi...

ve yola çıkıldı...

kafamda bir sürü soru var... koskoca alışveriş merkezi ve daha önce hiç görmediğim biri... birbirimizi nasıl tanıycaz? garip bir duygu...
daha önce hiç blog arkadaşımla buluşmadım.
birde o bloğuna kendi fotoğraflarını koymuyor. en fazla oğluşunun resmi vardı, bende ona güvendim. hiç olmazsa emre'yi tanırım diye diye vardım mekana...

otobüsten inip, karşıya geçmemle tanıdım onu... hiç tereddütsüz birbirimize doğru yürüdük ve 40 yıllık dost gibi sıkı sıkı sarıldık.... tanrım!!! ne acayip bir an...

sıcacık biri..
oğluna gerçekten aşık...
o akıl küpü sevimli surat oğluş da annesine tapıyor adeta...
o'nun sesindeki neşe, karşısındakine enerji veriyor...
kısacık saçları, sanki heran bir yaramazlığa imza atıcakmış gibi afacan bir izlenim veriyor. ve bu haliyle çooook sevimli...
ne zaman buluştuk, ne kadar konuştuk, ne konuştuk, kaçta ayrıldık... bilmiyorum...
bildiğim tek şey var...
o hep hayatımda olsun istiyorum...

böyle yanıbaşımda...

21 Haziran 2009 Pazar

sümüklüböcek...

derin babasına resim yapmış... babalar günü hediyesi...
ağzı bulut şeklinde olan Derin, diğer babasıymış...
peki sen nerdesin dersen... buyur geniş açıyla bak resme...
işte... kızım beni buna layık görmüş... o üstte duran kahverengi sevimli yaratığa (!)...

amaaan zaten kullandığı materyal sümüğümsü kıvamda... o vıcık vıcık jelibon gibi şeyle beni çiçek yapsa nooolur... :)
bu eşleştirmeden sonra babanın ağzı kulaklarına kaçtı... dilerim orda kalır :)


ama... ama... bişiler hatırlıyorum...
dur bi dakka yaa... derin yerdeki karıncaları bacaklarına koyup yürütmüyormuydu... eee o severki börtü böceği... hahaytt!!!


oh be keyfim yerine geldi...
halbuki üzülmüştüm,
bugün Derin bana,

-anne senin baban nerde?
diye sorunca...

şimdi geçti...

not1: tüm babalarımızın babalar günü kutlu olsun...
not2: cuma akşamı birden gerçekleşiveren çok keyifli bir buluşmayı yarın yazıcam... unuttum sanma tatlı balık! :)

17 Haziran 2009 Çarşamba

seni seviyorum 37...

hep böyle olur zaten... ne zaman bişeylerden şikayet etsem hemen bir hastalık, tatsız bir haber, can sıkıcı durum dikilir karşıma... evrene gönderdiğim sinyaller çok güçlü sanırım... hani yazmıştım yaa, al işte bu kadar kendini dinlersen, adama tüm bildiklerini unutturacak ateşli bir çocuk tutar yakandan, ters düz eder seni...

birkaç gündür süzülmüş bir suratı güldürmek için tarumar oldum...
hastayız... boğaz iltihabı... yine... 1,5 ay önce yaşamıştık, tekrarladı... iyileşir iyileşmez araştırılacak sebebi...
hastayız ya... mızmızız... bambaşka vede pek sevimsiz bir afacanız... ama tabiki geldimi 4837 aksilik birlikte gelmeli...



mesela en sevdiği top patlamalı... hemde benim üzerine oturmam sonucu... gülme yaa öyle kocaman değilim, top mini mini ve incecik bir lastikten oluşuyordu... gerçekten! ve evet, bunu derin'e anlatmak imkansızdı... zaten şu hasta haliyle anlaması kuantum fiziğini öğrenmesiyle eşdeğer...



sonra elmo'nun o çok bayıldığı bölümü bilgisayarda açılmamalı... ki derinin çığlıklarına yenileri eklensin... ne olurdu sanki Elmo bugün banyo yapmasa, sadece ellerini ayaklarını saysa, kendi giyinse... ama lanet olsun ki o kırmızı tüylü çirkin ses tonlu yaratık bugün yıkanmayıverse... noolurdu yani...



aman Allah'ım ağaç yapmak için oyun hamurunun yeşil rengi kalmamış... üstelik şuan hamur yapmak için evde yeşil boya yok... haaayyıııırrrr.... ve tiz bir çığlık... yerlerde tepinen bir evlat, donuk gözlerle ona bakan bir anne...



ben çok öngörüsüz bir anneyim ki, kızımın makarnasını mavi çatalla didikleyeceğini önceden bilemeyip, saçma bir mantık yürütüp eğlenceli olsun diye kırmızı olanı getirmişim... bu durumda Allah'ın beni kahretmesi çok uygun düşer...



-içses: hey siz yukarda amaçsızca kanat çırpan kuşlar, buraya gelin ve camın kenarına koyduğumuz şu zıkkımın kökü ekmekleri yiyin...
hey size diyorum...
lütfen...
azıcık gelin yaa... gelirmiş gibi yapın bari... buna çok ihtiyacım var...
sesimi duyan var mı???
-dışses -derincim şuan oyun oynadıkları için ekmek yemek istemiyorlar tıpkı senin gibi... daha sonra gelirler belki...
ama ama ama bu kadar ağlamana gerek yok annecim...
peki o zaman bana da bir mendil lütfen!



...


ve derin beni beğenmesede yine kendini feda eden ben oluyorum... oje sürme seremonimiz başlamış...

yüzünün gülmesi, ellerimin korkunç görünmesinden mi, yoksa ateşölçerin ekranında gördüğüm o asal sayıların şahı 37 rakamından mı bilmiyorum...

ama ben yine de seviyorum seni 37... nihayet... hoşgeldin...

13 Haziran 2009 Cumartesi

sanal kutladığıma bakma, senin için pasta kesip dilek tuttum, yanında da decaflatte...


O... benim için hayal fabrikası...

O... uzaklardan hepimizin kalbine değen, sıcacık, kırmızı bir yürek...

Benim için renkli bir dünya...

Kimseden değil, en çok O'ndan öğreniyorum anneliği...
O olduğu için "içimdekelebekler" var.

ve O...

İyiki var...

Mutlu senelerin olsun Nilüfercim...

iyiki varsın, iyiki burdasın...

12 Haziran 2009 Cuma

istifa ediyorum...

beni "ben" yapan, annem, kardeşim, kızım ve eşim iken evlat, abla, anne ve eş olmadan sadece "ben" olmayı istemek "ben"liğimden vazgeçmek mi olur...

cevabını bilmek istemeden, burnumun dikine dikmek, yara alacak bile olsam, kendime yarabandı olmak istiyorum...

çünkü ben...
yoruluyorum...

aslında sadece...
örmeye çalıştığım yazlık bluzumun akıbetinin, bitmek için gelecek seneyi beklemek zorunda olan kışlık hırkam gibi olmamasını istiyorum...
bu kadar basit...

-bana- kendime- zaman ayırabilmek istiyorum...

acı olan ne biliyormusun?
ellerimi kelepçeleyip, anahtarını bilmediğim bir yere atmış olandan, anahtarı getirip kilidi açmasını isterken,
aldığım "hangi kilit?" yanıtı...

ne yani,
herşey "benim" elimde mi?
"ben" olan kim yada "hangi ben?"
annesinin kızı, kardeşinin ablası, kocasının karısı, kızının annesi...
beni "hangi ben" hapsetti...

kimsesiz kalmak yada belki,
kimi zaman "ses"siz kalmak istiyorum...

ve "ben"liğimden istifa ediyorum...

not: çocuk sahibi, üstelik çalışmayan, iyi bir anne, evlat, abla/kardeş, eş olabilen ve bunların hiçbirini birbirine karıştırmayan, hobileri olan ve bunlara zaman ayırabilen, yetmiyormuş gibi birde üstüne gezip tozabilen, tenceresinde her daim sıcak yemeği bulunan, kıyafetleri jilet gibi ütülü, geçtiği yerlerde buram buram parfüm kokusunu bırakan ve yeteri kadar uyku uyuyabilip göz altları çökmemiş olan, o, süper annelere burdan sımsıcak sevgilerimi yolluyorum....
sahi nasıl başarıyorsunuz???

9 Haziran 2009 Salı

pazar ve ertesi

seni seviyorum Atlantis...
cehenneme özenen yerküremizin kavurucu pazar sıcağında, serin ortamınla hayatımızı kurtardın... gürültü ve kalabalığını saymazsak, çok kıyak zaman geçirdik be Atlantis...
en çok da Derin...


ne diyor baksana,
-anneee baksana bize... ne kadar mutluyuz dimiiiii.... gol attım...

çook mutluyduk gerçekten...
ama ben en çok gün sonunda, O kollarımda tıs tıs uyurken mutluydum... nefesini göğsümde hissederken, uyurken kollarımı okşarken ve uykusunda fısır fısır konuşup gülümserken... pazarı pazarda bıraktık ve pazartesi gününe dinamik başladık... Derin sabahın köründe takım arkadaşlarını toplayıp pikniğe gitmeye karar verdi... ayağındaki terlikleri olmazsa olmazı... bebek arabasında Selin var (en yakın arkadaşı) ve sepetteki telefona dikkat... acil durumlar için...piknikten vazgeçirip, kahvaltıyı hikaye okuma seromonisiyle güç bela yaparken,
ağzındakileri çiğnemesi için sorular sorup konuşturuyorum onu...
kitaptaki renkleri soruyorum...
aldığım cevap karşısında dumur oluyorum...
-öfff anneeee sarı işte buu... buda yeşil, buda kırmızı, buda vaaavi(mavi)... hepsini bildim işte...
başından savdı beni...
feci bozuldum...
astım suratımı...
fotoğraf makinesiyle geldi yanıma,
- anneeeee laleli şeker (naneli şeker) yiyelim, ağzımız üşüsün müüüü...
dedi...
yüzünde bu ifadeyle...

geçti mi peki dersen kızgınlığın,
" a-a ne kızgınlığı" derim...
Posted by Picasa

6 Haziran 2009 Cumartesi

kavram karmaşası... ve zeka testi...

bizim evde eski bir baskül var... terazi, kantar yada tartı... artık sen ne dersen işte ondan...
Derin'in eline geçti bugün... ilk kez görüyor... sormadı ne olduğunu, bende söylemedim.
üzerine çıktı, rakamlar döndü tabi ağırlığından...
merakla izliyorum acaba nasıl yorumlayacak diye...
indi baskülden, tekrar çıktı. rakamlar yine fır dönüyor...
bana baktı...
ve...

-anneee baksana, saat 2,5 oldum ben...
dedi...
komik...
sonra seslendi...

-anneee burnum aktııııı...
-tamam o zaman yanıma gelirmisin hemen silelim burnunu...
-ı-ıhh... yaladım geçti, dedi...

aklıma babannemin "sümüğünü yalayan çocuk akıllı olur" sözü geldi...

sevindim :)

5 Haziran 2009 Cuma

söyleyecek bişeyim var...

anladım ki ben konuşurken komik ama buraya kendimce bişiler yazmaya çalışırken çok duygusal oluyorum...
gün içinde Derin'le aramızda geçen olayları, diyalogları yaşarken gülmekten gözlerimden akan yaşlar, buraya aktarırken hüzünlü cümlelere dönüşüp, bu kez içli içli dökülüyorlar...

birkaç gündür o önemli ayrıntıyı nasıl yazsam diye düşünürken karaladığım cümleler içimi kararttı doğrusu... ama ben kendimi böyle ifade edebiliyorum sanırım...

yinede başkalaştırmak istedim biraz... ilerde bugünlerini okuyacak olan kızım (yani umarım) bu ağlak hallerimi kendinden bilmesin diye...
ne demiştim... hıhh önemli ayrıntı... işte burda...

bir zamanlar kendi bedenini bile taşıyamayan bu miniş ayaklar...
büyüdü.... annesine özendi...
büyüdü... annesini alaturka buldu, kendi tarzını yarattı...
büyüdü...


ve...

o, haalaa miniş olan ayaklarıyla tıpış tıpış ederek...


tuvalete gidiyor...

evet...


başardık...
şimdi... dans dans dans...

2 Haziran 2009 Salı

sadece bizim karnımızın doyması yetmez...

"annnee kuşlara baaaakkk. ne kadar acıkmışlar dimiiiiii???? aaaaaa.... şuna baaakkkk... yasılda aaazını açmış... "
dedi...
içim gitti düşünmesine...
"ne verelim sence" dedim...
"yoğurtlu ekmek" dedi...
"ama kuşlar belki yoğurt sevmezler" diyecekken kendimi tuttum kuşlara özenir diye :)
"bence ekmekleri minik minik yapıp ıslatalım, severlerse yoğurtlu da veririz" dedim...

öyle de yaptı...

önce bağıra bağıra hepsini davet etti...olmayınca köşeye saklanıp izledik...
ve...

önce biri geldi...
sonra arkadaşlarını da çağırıp davet verdi onlara böbürlenerek...
ama objektifleri sevmiyor olacaklar ki, toplu halde görüntüleyemedik onları...

yemek sonrası meyveleri de hazır... ama önce pişirmemiz gerek-mişşşşş...
sonuç...
bana harika bir cam kenarı bıraktılar...
onlar da doyduğuna göre,
artık huzur içinde uyuyabilirim...