26 Ekim 2010 Salı

kusuruma bakma çocuk!

buğu tutmuş bir camın ardından bakar gibiyim bazen peşin-sıra seni izlerken...bilmiş bilmiş konuşmaların, daha dünkü agu'larını düşününce aradan 40 yıl geçmiş izlenimi versede, biliyorum "zaman" dediğimiz "su" gibi, ne tutabilirsin ne layıkıyla yaşayabilirsin...
içimin penceresinden bakıyorum sana, belime kadar sarkmış...düşsen bir an, senden önce kapaklanıcam yere ki, başını koyduğun yer benim dizim olsun. birini çok sevmek demek böyle bişey işte çocuk... kendinden öte, kendinden ziyade oluyorsun evladını severken...
bazen unutuyorsam senin benden bağımsız bir birey olduğunu, kendi beğenilerinin, isteklerinin olabileceğini, şimdi değil belki ama ilerde düşününce bana kızma olur mu çocuk...
biliyorum düşe kalka büyürsen sağlıklı düşünen bir insan olacağını ve biliyorum o dizindeki yaranın ilerde tatlı bir anı olarak seni gülümseteceğini, yinede elimde yara bandıyla hemen koşarsam yanına, kusuruma bakma çocuk...
bir an önce büyümen için heveslensem de bazen, yinede elimde çorba kasesiyle seni kucağıma yatırıp nazlı nazlı çorbanı içirmek istemem, aslında doyamadığımdan seni büyütmeye çocuk, anlıyorsun değil mi?
arkadaşlarınla sohbetlerini dinliyorum ya çaktırmadan, işte bu ağzından laf alma çabası değil, senin dünyana ortak olma, seni anlama gayretimden. birgün kapalı kapılar ardında fısır fısır yapacağın konuşmaları da tabiki bu niyetle dinleyeceğim, saçmalama çocuk !!! yoksa banane sizin sınıftaki o çok yakışıklı çocuktan, ki bana göre sümüklünün teki olacak kanımca ...
anlasana çocuk, benim derdim, mutluluğum, hüznüm, sevincim sensin... yoksa neden her sabah seni o çok saçma bulduğum "head and shoulders" şarkısıyla ve üstelik bir güzel giyinip süslenmişken yine o saçma dansı yaparak uyandırayım... yeni uyandığın günün tüm enerjisi mutlulukla dolsun içine, gülümseyerek başladığın hergün, evren sana kucak dolusu sevinçler getirir ya çocuk, bundandır her sabah doing doing diye zıplarak sütünü getirmem, tahin-pekmezini sana kaşık kaşık minnie mouse sesiyle yedirmem... benim annem deli olmalı demende zerre kadar umurumda değil çocuk, ben görüyorum ya gözlerinde o sabah mahmurluğu yerine şeytansı pırıltıyı, maymun da olurum, deli de... çok da tınnnn biliyorsun çocuk...

ah bunun yanında hiçbir zaman elinde ilaç şişesiyle gezen bir anne olmadıysam, öksürüğü-hapşırığı sana çok yakıştırmamdan değil elbette, bunuda nerden çıkarttın çocuk, bağışıklık sisteminin vücudunu daha bir güzel göstereceğini bildiğimden :) 9 erkekle birlikte sınıfındaki tek kız olmanın ayrıcalığını her gün sağlıkla yaşa diye... kapiş çocuk :)
ben yine böyle karmakarışık yazdım ya, birgün bunları okurken "anneme esmişler yine" deme çocuk, şimdi şuanda uyuyor olmasan, anlamayacağını bilsem de tek tek bunları kulağına fısıldardım işte, sen sevmezsin ya gerçi böyle duygusal konuşmaları, olsun bu kez sarılır birbirimize, ağlaya ağlaya uyurduk...
e hergün kahkaha atacak değiliz ya çocuk...

17 Ekim 2010 Pazar

"veli" miyim "deli" mi?...

"anne"lik okul çağında yeni bir kimlik daha kazandırıyor bünyeye, "veli" olma durumu...
"veli"lik bazen de "deli"liği beraberinde getiriyor ya, bizde bu durumu sonuna kadar kullanıyoruz işte.

Derin'in hükümranlığının sadece bizim evle sınırlı kalmadığını bir kez daha anladım, 9 erkeğe karşılık sınıfındaki tek kız olmasını, -tuhaf ama- sevindirici bir hoşlukla dinlerken...

ben onun şımarıklıklarının, o "ben yaparım, ben öyle istiyorum" tutturmalarının, kişisel gelişimi için son derece önemli olduğunu ısrarla savunuyorum... nasıl başedeceğimi bilemesem de bazen, ite kaka öğreniyoruz işte...
O, ilk ve tek çocuk olma durumunu yaşıyor sonuna kadar, bende ilk anne ve velilik durumlarımı...
birbirimizi kıra kıra buluyoruz doğru yolu.
"veli"liği eve gelince astık portmantoya, sıra "deli" olma görevimize geldi ve bugün masaya döktüğümüz ıvır zıvır, toka parçaları, inci-boncuk ne varsa deli işi diye tabir edilen, hepsini topladık ve bir zamanlar çamaşırlarımızı ak-pak hale getiren ama artık içi boşalmış ve tabi haliyle işlevini yitirmiş detarjan kutusuna yeni bir kimlik kazandırdık...
ama bizi bir gör... kavga ediyoruz, bildiğin paylaşamama durumu... annem zaten, evdeki aktivite kitaplarını öncelikle kendim için aldığım konusunda ısrarlı, bugün O'nu doğrulamış oldum... ben galiba çocuk olmayı seviyorum...
Derin, silikon tabancasını tabiki kendi kullanmak istiyor. ama "bir musibet, bin nasihatten iyidir " bizim hayat felsefemiz olduğu üzere, parmak uçları hafiften yanınca, müsaade buyurdu hanım sultan...

silikonlama görevi ekip başına ait, süsleme tamamen Derin'in uydurmaları...
işte, belki hiç kullanmayacağımız ama dostlar alışverişte görsün durumları için fotoğrafladığım, yaparken oldukça eğlendiğimiz ama işimiz bitince masanın üstünde öylece boynu bükük duran, çıfıt çarşısı görünümündeki kalem ve toka kutularımız...
derdin mi var, afaganlar mı basıyor, sende silikon bas gördüğün her ufacık materyale, birkaç objeyi yenile... oohhh gamsız hayat!!!

birde bu haftasonu havanın bize kıyak geçmesi... bisiklet balkondan bahçeye terfi etti... özlemişim güneşi... ve de çocukla çocuk olmayı...
ne karışık gittim dimi... sende hiç uyarmıyorsun yahu...
dolu dolu geçince haftasonu, coşuverdim birden, idare et hadi.

mutlu haftaların olsun, bak bu da senin için...
xoxoxo :)

15 Ekim 2010 Cuma

genişledi bugün gönlüm öylesine...

hergün bir öncekinden farklı, bazen daha kötü, bazen olabildiğince iyi...
aslında bakış açım belki de o güne anlam yüklememe sebep...
görebilmek biraz da, işaretleri...

bugün...
dışarısı kışa özenmiş bir sonbaharın etkisiyle buz kesmişken, ahmak ıslatan değil, her yeri sulusepken bir birikintiye bulamışken yağmur, telefonuma gelen bir mesaj, şirketimin girişinde her sabah aynı coşkuyla simidini satan dünyanın en mutlu simitçisinden alınan bir simit (birkaç tane fazla, ofis arkadaşlarım için), o simidi önceki akşamın özetine katık ederek yemek kıkırdayarak, işte bir günü yaşanılası kılmak için bence oldukça cömert güzellikler silsilesi...

ve birde mercimek...
çizdiği çocuk suratında kulak, burun, göz ve hatta kaş var iken, neden ağzının olmadığını sormamla aldığım cevap:
-çünkü onun konuşmasını istemiyorum...

bugün biz dünyayı nasıl görmek istiyorsak öyle görüyoruz...
canımız yağan yağmurun grisinin ahengine takılmak istiyor ve hayal gücümüz çok şükür ki hala bizim tekelimizde...
konuşmasını istemiyorsak ağız çizmeyiz, güneş herzaman sarı olacak değil ya, bugün hava kapalı ise pekala simsiyah bir güneş de olabilir, yinede ışığından bişi kaybetmez değil mi?

bayılıyorum O'nun bu,
-öyle yaptım, çünkü ben öyle olmasını istiyorum,
-çünkü ben böyle konuşmak istiyorum,
-çünkü ben bugün bunu giymek istiyorum...
ifadelerine...

ve birgün bundan şikayet edecek olursam, bu sözler aleyhime delil olarak kullanılabilir...
çünkü ben bugün buna izin veriyorum...

bugün tüm dünyayı affediyorum...

12 Ekim 2010 Salı

ben bugün sadece...

sabah mercimeği, okulundaki "hoşgeldin partisi"ne hazırlamak yerine,
yüzümü yastığıma gömüp usul usul yatmak isterdim...
şirkette, o bir türlü gelmeyen cevaplar için, insanları oyalamak yerine,
hiç konuşmadan sadece düşünmek isterdim...
mercimek, suratı maymuna dönmüş gibi eve geldiğinde, onunla parti hakkında konuşmak yerine,
sıkı sıkı sarılıp içimi dökercesine ağlamak isterdim...

ben bugün...
kendimle kalmak, annemle telefonda boğazımızda düğümlenen hıçkırıkları umursamadan, o güzel anılarımızı ağlaya ağlaya konuşmak, şimdi "O" burda olsaydı, şu şöyle olurdu, bu böyle kalırdı, diye hayaller kurmak isterdim...
yüzüme düşen gölgeyi soranlara,
"gidin başımdan, 12 sene önce bugün kaybettiğim babamı anmak istiyorum" demek isterdim...

ben bugün,
sadece acımı yaşamak isterdim...

7 Ekim 2010 Perşembe

hayalet kasabası yolcusu kalmasın...

sınıfındaki 9 erkeğe karşılık tek kız çocuğu olmasından mı acaba birden beliriveren bu şimşek mcqueen çılgınlığı, yoksa Emre'nin en sevdiği hayal kahramanı olmasından mı bilemesem de, bizim evde bu ara yemek masasında, uyku öncesi sohbette, tuvalet seanslarımızda, hayatımızın her anında eşlik ediyor bize şimşek amca...

bazı sabahlar elbise giymek istemese, endişelenicem gidişattan... birde her akşam eve farklı bir saç modeliyle gelmese...
sanırım öğretmeni de sıkılıyor sürekli erkek çocuklarıyla ilgilenmekten ve Derin'in saçlarıyla avunuyor :)

ve bu ara günlerimiz, bluğğğnn (blue), gıriiiiinnn (green), sitdovn piliiiiis (sit down, please) şeklinde, ahhh birde,
-anne ekmek verirmisin, teennkkkksss...

neyse ki bu durum, şimdilik erkek popülasyonunun fazlalığını tolore etmeme olanak sağlıyor.

ama birde şu var, bu akşam resim yaparken, ortaya çıkan hayalet kasabası....
insanlar giremiyor içeri, zaten girilmez tabelası çizmiş ve ben bazen öyle aptal oluyorum ki o abuk subuk şeklin girilmez tabelası olduğunu anlayamıyorum işte (!).
-anneee, saçmalama korkmana gerek yok, hayaletlerle konuştum, insanları yemiyceklerine söz verdiler...
ohhh içim rahatladı, ya senin?
sende şimdi mutlu musun, kızının hayallerinde, hayalet olmasının ne anlama geleceğini düşünmeyi bırakıp, en azından insanları yemiyorlarmış diye sevinebilirmisin?

belki de, hayal gücünün bebeklerden, ağaç-çiçek-böcek kombinasyonundan sıyrılıp, daha soyut kavramlara geçiş yaptığını düşünerek, buna da şükür mü demeliyim...

yahu zor işte... bazen tek derdimin, ocakta altını açık unuttuğum fasülyenin yanıp yanmadığını düşünmeyi istediğim anlar olmuyor değil hani...
sonra bir ses geliyor içerden,
-anneeee, salyangozla konuştum artık bu dolapta yaşamak istiyormuş, diye,
ve...
kendime geliyorum...
hayat güzel yahu... bu çocukla daha da güzel...