9 Temmuz 2009 Perşembe

bana müsaade...

gidiyorum...
yarın...
ilklerle dolu bir tatile...
sadece kızım ve annemle...
derin babası olmadan yaşayacak ilk uçak tecrübesini...
korkuyorum...
ama burası gidilmeye hatta hayatın geri kalanını orda geçirmeye fazlasıyla değer bir yer...
cep telefonu yok, internet yok...
sadece ciğer yakan bir oksijen...
hırçın dalgalar, KARADENİZ...
1 ay...
yeter mi ki???

7 Temmuz 2009 Salı

korkarım hep böyle kalacak...


temmuz 2008temmuz 2009
bayılıyor kumda yuvarlanmaya...

geçen seneyi sümüklerine yapışan kumlarla birlikte geçirmiştik... bu seneden umutluydum ama ı-ıh...

aynı terane...


bense denizden çıkınca mümkünse uçmak isterim ayağıma kum bulaşmasın diye...

bu kız kesin babasına çekti pasaklılıkta :)


















birde artık sokak çocuğu kıvamında... bulduğu düz duvarlara tırmanıyor, yerlerden karıncaları toplayıp bacaklarında yürütüyor... gıdıklanınca da karıncalara bağırıyor,

"indiricem şimdi sizi yere yaaa... zıplamadan yürüyün, gılıklanıyorum"

:):):)

4 Temmuz 2009 Cumartesi

tomris,kübra,sude,kahraman,azad,sena,yusuf,elif... teşekkürler çocuklar...

2 gün öncesine kadar...
apartmandan çıkarken şöyle göz ucuyla baktığı ama hiç pas vermediği bir grup çocuk tarafından içten içe sevilmek güzel bir duygudur muhakkak...


ama daha güzeli,

kapını çalıp seni oyuna davet ettiklerinde, asıl sürprizin her birinin isimlerini kazıdıkları ağaçta kendi adını da görmek olmalı...


derin okuyamıyor şimdilik...

ama ben...

hem okuyor, hemde ağlıyorum...



not: bu büyük sürprize hazırlıklı olmadığım için yanımda fotoğraf makinem yoktu, cep telefonumla çektim resmi...

08.06.2008'e...

1 sene önceydi...
sanki dünya tek bir cumhuriyet ve bende cumhurbaşkanıydım...
prestij olarak değil, ağır bir sorumluluktan bahsediyorum...
ben herşeyi yönetmeye çalışırken, dünya üzerime kusuyordu...
işimden ayrılmış, 1,5 yaşındaki ele avuca sığmaz kızımla başbaşa kalmıştım...
ne yapıcaktım???
sudan çıkmış balığı bile kıskanır oldum, en azından ölecek, akıbeti belli... peki ben ne yapıcam şimdi diye diye karalar bağladım... (tabi sadece iş ve çocuk mevzusu değil bünyeyi sıkıntıya boğan ya işte saymıyım hepsini)
karar verdim.
yazacak ve herşeyi unutacaktım.
önce "dalgakıran " olacaktı adın. çünkü; istiyordum ki, bu günlerimi unutturup, beni hafifletsin bloğum. ama bu ismin çağrışımı yeterince güçlü gelmedi bana.
sonra kızım geldi aklıma... kelebek gibi hafif oluşu {itiraf ediyorum fiziki hafiflik, iştahsız ya hani :) }
sonra, hiç vazgeçemediğim hayallerim, umutlarım... baktım içimde uçuşan bir sürü güzellik var.
sonra...
IQ sıfırlandı, EQ tavan yaptı... parmaklarım gizli bir komutu yerine getirircesine gezindi klavyede ve
"içimde kelebekler" çıktı ortaya.
hiç düşünmeden, öylece onaylayıverdim.
ekran bana "bir sonraki adıma geç" derken, ben aslında yeni aldığım evimin başka bir odasını planlar gibiydim...
bloğuma çok anlam yüklediğimi düşünürken farkettim ki yaptığım şey bir blog oluşturmak değil, bir hayat yaratmaktı.
öyle bir hayat ki...
içinde, benim gibiler, yakınımdan geçmeyenler, dünyanın bir ucunda da olsa yüreğime dokunabilenler, kıskandıklarım, bayıldıklarım, keşke bu yazıyı ben yazıp bu resmi ben çekseydim diye imrendiklerim, tü kaka dediklerim, kulağıma küpe yaptıklarım, vazgeçemediklerim, hayranlıklarım...
hepsi... birden geliverdiler, üstelik ben daha ortalığı toplayamamışken...
kimini okurken halime şükrettim, kiminde aah ettim, bazen gaza geldim, bazen kendime geldim...

diyeceğim o ki blog,
ben sana aslında 08.06.2008'de geldim. ama kutlamada geciktim, koca bir eşşeklik ettim...

burda yazdım Derin'in rezilliklerini, marifetlerini, hüznümü, gülüşümü.... sadece BEN'i..
çok kahrımı çektin, çok duamı aldın blog...
haa dersen ki peki gerçekten herşey çok güzel oldu mu?
oldu be... en azından olacağına dair umutlarım bitmedi henüz...
hem olacak tabi, çünkü ben varım yazan, sen varsın okutan...
ohh daha ne olsun, o zaman nice yaşlarımıza olsun...

2 Temmuz 2009 Perşembe

örselendim... yağmalandım... ama en çok sarıp sarmalandım...

aşkolsun valla blog yaa...
şurda 1 haftadan fazladır yokum, ne bir ses ne bir merak... ölsem kimsenin umurunda değilmişim demekki... hımmm herkes kara liste!!!

sen beni böylesine takmazken, ben Derin'in gel-gitleriyle feci halde tarumarım...

önce küsüşüyor sonra öpüşüyoruz...
birde kullandığı bazı kelimeler var kaynağını öğrenme konusunda merakım had safhada...
öldürmek gibi, çarpıcam şimdi gibi...
aa birde Allaaaamm bana sabır ver var... ki çok gülüyorum böyle dediği zaman...

hikayeleri var... ama en çok anlattığı hikaye, "pisikopaaaattt bir adamın balkondan düşmesi"
acaba adam balkondan düşünce akıbeti ne oluyor... ve neden psikopat... cevaplar yok... konuyu değiştiriyor...

bazen uyarılıyorum onu sevgiyle izlerken...
"gözümün içine bakıp bakıp durmasanaa"... sanırım ben sevgi dolu baktığımı düşünürken, aslında yiyecek gibi bakıyorum...
söylediğine bozulmam, kucağıma atlayıp dudaklarımı parçalar gibi öpmesiyle şaşkınlığa dönüşüyor... aslında tam olarak öpme değil, dudaklarıma bastırıyor...

cep telefonumu alıp,
"anne okul yazıp 45 bide 99'a göndericem... yaşasın okulumuz" diyor... eğitime tam destek yani...

bu aralar sadece tapates kışartması (patates kızartması) yemek istiyor... birde ev yapımı vişne suyu... hatta istek şöyle geliyor,
"annee bana vişne kaynatsanaaa"...

oyuncaklarını toplarken hep bacakları çok ağrıyor, enginar yedirirken de karnı... ben göz yumuyorum, kim kimi uyutuyor anlamadan...

saçlarına saç kremi sürmek, sütyen takmak istiyor... bu kız galiba büyüyor...

bazen kendi kendine yetebiliyor...
derin-anne seni çok seviyorum... bende seni çok seviyorum... ben seni daha çok seviyorum...

bazen de...
ben-sen benim sevgi kelebeğimsin...
derin-sen sevgi kelebeğisin, ben Derin'im... 2,5 yaşındayım...

yani blog bu aralar hayat...
çok renkli...

aaa bide unutmadan... sen beni özlemedin ama ben seni epey özlemişim...