28 Eylül 2011 Çarşamba

gel hele iki muhabbet edek deli fişek...

Uzun zamandır bir istek var bizimkinde, coşku balonu istiyormuş...

en uyuz olduğum istektir balon... ne anlamsız bir oyuncak, malzeme, birşey işte ne dersen de, gereksiz bişi... patlamasa bile bir süre sonra söner kendi kendine... kımıl bişi...

kulak ardı ediyordum hep...

bugün okuldan dönerken, arabada bir kıyamet koptu,

-işteee, annee bak coşku balonu var orda, hadi dur hemen gidip alalım...

hani nerde, dememe kalmadan, elimde kızımın eli, dükkanın önündeyiz ve ben hala düşünüyorum, acaba nasıl bişi çıkacak şu coşku balonu, diye...

al buyur, buymuş...
Hani üzerinde oturup zıplıyorsun ya, o zaman insan çok coşkulu oluyormuş, bu nedenle ismi coşku balonuymuş...
Verdik kıza coşkuyu... Ter içinde kaldı yatana kadar balonun tepesinde zıpladı durdu...

Keyifli günler efenim...

27 Eylül 2011 Salı

neden???

Bazı soruları öyle anlamsız oluyorki cevap verirken hem sıkılıyor, hem sinirlenebiliyorum. Ve bazen de cevapları bilemiyorum...
Neden bir beyaz kedimiz yok?

Neden ıslık çalamıyorum?

Neden bazı sözleri, isimleri unutuyorum?
....
Bir kitabımız vardı, sanırım zor zamanlar için alıp saklamışım :)
Verdiği cevaplar olması gerekenler değil tabi ama öyle eğlenceli oldu ki, sanırım biraz olsun nefes alabildim...
Neden ağaçların yaprakları vardır?
-eeee çünkü elma yetişmesi lazım. Yapraksız ağaçta elma olur mu hiç. Böyle çıplak çıplak...
Neden penguenler uçamaz?
-neden uçsunlarki, onlar buzda yaşarlar. uçmaları çok saçma.
Neden zürafaların boynu uzundur?
-bazı kişilerin boylarının uzun olması gerek çünkü...
Neden bazı yapraklar sonbaharda dökülür?
-yere düşmek isterler...
:) :)
Doğru cevapları anlayabileceği şekilde okudum ama uyku öncesi biraz yoran bir sohbet oldu O'nun için farkındayım.
Fakaaattt. bir cümle vardı ki... Belki tüm neden-lere, nasıl-lara değen...
-Hadi annecim, melekler korusun seni, dedim...
-O ne demek, dedi...
-Hani bazen düşecek gibi olursun ayağın bir yere takılır ama sonra hemen toplarsın kendini, düşmezsin ya, işte o zaman seni melekler korumuş olur, dedim...
-Ama bazen de düşüyorum, o zaman korumaktan vaz mı geçmiş oluyorlar, dedi...
-(zor bir soruydu, ters köşe oldu) O zaman başka çocukları koruyorlar, hem sen bazı zamanlarda kendini koruyabilirsin, dedim..
-Sen melek misin peki, dedi... Hep beni koruyorsun ya!, dedi... (bana dedi bana, hahayttt, meleğim ben)
Sanırım, bir daha duyacağım hiçbir cümle beni bu kadar mutlu edemeyecek!

Not: Neden? - İş Bankası Yayınları, 8-11 yaş.

25 Eylül 2011 Pazar

hamur biçimlendi, ben dağıldım.

Anladım ki, derdimiz aktivite değil...


Biz bunları yaparken, aramızda geçen konuşmalardan keyif alıyoruz.

Ne cümleler çıkıyor gün yüzüne, ne "derin"den gelen sorular, düşündürüyor, can yakıyor bile bazen...


Aşk...

Birbirini çok ve hep sevmekmiş mesela, O'na göre... Nagihan ve Bulut gibi sonunda evlenirmişsin (kardeşim ve güzel eşinden bahsediyoruz)

O aşık olmak istiyormuş ama henüz olmamış, aşık olduğunu nasıl anlayacağı konusu ise,;

O'nu düşünürken kalbin hızlı hızlı atıyorsa, sen o kişiye herkesten farklı şeyler hissediyorsundur demem üzerine,

kalbim salıncakta sallanırken attığı gibi atarsa heralde aşk demektir, dimi dedi...

Kıkır kıkır gülüyoruz şimdi, lise arkadaşlarıma beğendiğim çocuğu okulun civarında gördüğüm anı anlatmam gibi, olmayan bişi için teoriler üretiyoruz.


Sonra...

Sen babanı özlüyormusun, dedi... Kağıt kesiği gibi sızladı içim...

Aşk kadar gerçek olan bir olguyu, ölümü anlatmak zordu işte.

Biri alıp göklere çıkarırken seni, biride yerlere çalıyordu acısıyla...

Anlattım... ama aşk kadar kolay olmadı tabi...

Sonra susadı ve kalktı masadan...

Ben kaldım öylece, yüreğimde esmeyen bir aşk ile içimden hala gitmemiş olan bir acıya harmanladım kendimi...

Seramik hamuru idi elimizde oynadığımız...

ama aslında avucumda sıkıp bıraktığım kalbimdi...


sonra, hamurları kuruması için bıraktık, unuttuk herşeyi ve dışarı çıktık...

Not: iyi değiliz biz bu seramik hamuru konusunda ama işte, maksat elimiz alışsın :)

Keyifli haftalar dilerim...

24 Eylül 2011 Cumartesi

senin uyduruk dünyanda yaşamak...

Dedi ki;

-aahhh pardon annecim, masamın üzerindeki kitabı görmemişimde, biliyorsun ben biraz görmezkenim...

görmezken??? bakar kör gibi bişi mi acaba?


Geçen gün okuldan almaya gittiğimde, sınıftan dev gibi cüssesiyle beden eğitimi öğretmeninin çıktığını gördüm. Sordum, kimdi o sınıftan çıkan, diye...

-matematik öğretmeni, dedi...

-(şaşırarak) ne öğretecekmiş size?

-işte bir takım hareketler, böyle atlamalı, zıplamalı...

-ama matematik öğretmeni bunları öğretmezki, bence karıştırıyor olabilirsin (olayın nereye varacağını merak ediyorum)

-yaa işte kollarımızı böyle iki yana açınca artı (+) işareti gibi, böyle yanlardan yukarı gibi kaldırınca çarpı (x) işareti gibi oluyoruz ya, matematiksel yani.

- :) :) :) :)


Elinde oyuncak tavşanını tutar ve;

-anneee, bugün Figaro çok üzgün... baksana yüzüne, ne kadar belli havucunun bittiği...

:) :) :) :) :)



unutmamak için hemen yazmam gerekiyor bunları ama maalesef zihnimin tembelliğinin önüne geçemeyip, atladığım, öyle komik diyaloglar yaşıyoruzki... en alakasız zamanlarda aklıma geliyor ve yine not almıyorum. ve sonra yine hatırlıyorum... ve sonra yine unutuyorum.... kısır döngü...


ama bildiğim bir şey var ki....

Bu kızla hayat çok eğlenceli...

22 Eylül 2011 Perşembe

mutsuz olmana fırsat vermemek için :)

yine dün akşam söylendi,


"ama haksızlık bu, 5 gün okul, 2 gün tatil. 5, 2'den çok daha büyük. 4 gün okul, 3 gün tatil olsun"

diye...

kimi zaman hak veriyorum... ama daha ders bile yapmadıkları anasınıfında böyle söyleniyor olması canımı sıkmıyor da değil...

maymuna dönüyorum sabahları onu mutlu uyandırmak için.

bazen elime aldığım kağıt havlu rulosunu borazan gibi çalıp saçma sapan şarkılar söylüyor, bazen telefonumda en sevdiği şarkıyı açıyorum. ve bazen de kamerada kendi şarkılarını söylerken çektiğimiz kayıtları... her sabah ayrı bir şenlik... ama mutlaka müzik!

bu sabah...

kasvetli bir hava vardı dışarıda. gece yağan yağmur güneşi gizlemiş, yerlerde ıslaklık. tam battaniyenin altına girip uyuma havası.

ama yermiyim ben bunları...

mercimeği yataktan heyecanla kaldıracak iki afacan vardı mutfakta söylene söylene bekleyen...

bu sabah onlar seslendi cıvıl cıvıl sesleriyle...

meraklı meraklı mutfağa gelişini görmeliydin...


ikinci bir sürpriz günün bonusu idi... kırmızı saç bandı...

akşam ellerimden çıktı, sıcağıyla takıldı mercimeğin saçlarına ve doooğru okula..


bugün ondan mutlusu olmamalı dünyada...

21 Eylül 2011 Çarşamba

içime çektim bir teneffüs saatini...

Derin'i okuldan almaya gittiğimde, anasınıfı dışındaki tüm öğrenciler son teneffüste oluyorlar.
Bahçede bir dünya deli çocuk... Avaz avaz...
1.sınıflar ordan oraya şuursuzca koştururken, daha büyükler ya basketbol potasının altına toplaşıyor ya futbol sahasına doluşuyorlar. Kızlar voleybol filesinde bir yandan saçlarını düzeltirken, topu karşılama gayretinde, bir yandan dersten kalan dedikoduları bir çırpıda anlatıveriyorlar birbirlerine...
Öyle heyecanlılar ki yanımdan koşup giderlerken kalp atışlarını duyabiliyorum nerdeyse.
10 dakika sadece...
Dünya üzerindeki tüm oyunları o kısacık zaman dilimine sığdırma gayretindeler.
Sonra hemen çalıveriyor zil...
10 saniyede yok oluyor hepsi...
Bahçede kalan sessiz bir çocuk çığlığı ...
belki bir toka düşmüş oluyor, biri son kez potaya fırlattığı topu almadan kaçıveriyor sınıfa...
ıssız kalıyor file, banklar...
öyle dolu gidiyorlar ki sınıfa, kıkır kıkır, eminim son ders ziline bırakıyorlar o ağızlarında yarım kalan "oğlum öyle şut çekilir mi" cümlesini...
Bitmiyor o ders, çıkışta bir kız, sınıfa girmeden saçını çeken çocuğu babasına şikayet etmenin planını yapacaktır, bazısı ertesi güne verilen ödevin tasasına düşmüştür...
biz anasınıfı miniklerini onlar dağılmadan alıyoruz okuldan...
ve aklım kalıyor yanımda oturup heyecanla anlatılan hikayelerin devamında...
acaba yarın bende birkaç atış yapsam mı potaya onlara katılıpta...
çocukluk işte...
kara önlük giymeselerde benim çocukluğumdaki gibi, kara tahtaya yazmasalarda ilk harflerini, aynı burukluğu veriyorlar bana...
sanırım en mutlu olduğum mekan, okul sıralarıydı hayatımda...

19 Eylül 2011 Pazartesi

uzun ve karışık bir yazıyı takdimimdir...

Atlattık ya bugünü, artık yazabilirim gönül rahatlığıyla...





Okulunu sevdim, ki çocuk kadar ailenin de sevmesi önemli.




Derin, etütlü bir devlet okulunda okuyor. Sabah 9, akşam 17:30 saatlerinde okulda yani. Çok kararsızdım böyle bir okula vermekte ancak, kura şansımızı deneyip, yüzlerce öğrenci arasında 40 kişi arasına girince, vardır bir hikmet dedim ve yaptırdık kaydımızı... (bu kadar değil tabi, araştırma faslını geçiyorum)


Ön bahçe kadar kocaman bir arka bahçesi de var okulun, içinde küçük bir parkın olduğu... Bu önemli bir detaydı, kız vuruldu resmen...Bende okul sonrası hala bitmeyen enerjisini tüketmek üzere gittiği parkta, onu banklarda oturup beklerken, ayaklarımı gıdıklayan kuru yapraklara...






Bir sürü mini mini çocuk var. Derin 2006 aralık doğumlu olduğu için, daha küçük kalıyor aralarında... Hele ocak doğumlulara göre, tam 1 yaş oluyor aralarında. hayata erken atıldı çocuk, benim gibi.



Geçen haftaki ilk günümüzde, kız çocuklarına bebek, erkek çocuklarına araba hediye ederek, gönülleri baştan fethetmişti okul yönetimi.


Derin bu sene daha paylaşımcı. Geçen sene kreşteki arkadaşlarının ismini bile söylemezken, bu sene günün bir kısmını paylaşma lütfunda bulunuyor neyseki...
İlk gelen hediyesi ile iyice havaya girdi, ki hediyeyi veren de önemli, Emre... Küçük okulunun büyük aşkı :)




ve bayram arefesi gibi geçirdi pazar gecesini, ananesinin aldığı sınıf içi ayakkabısını başucuna koyarak...


Ne küçük mutlulukları var çocukların... Bir ayakkabı yahu... uyuyana kadar baktı... Uyuduğunda gülümsediğine yemin bile ederim...





Biliyorum çok karışık bir yazı oldu. ama bu kadar detayı biraraya toplayacak uygun bir kompozisyon bulamadım :)


ve ayrıca, bir ayakkabının fotoğrafını çekip, buraya koyduğum için kendimi de tebrik ederim. çekinme söyle, buldumcuk olmuş bu de :)

yeteneksizim diye birşey yoktur efenim!

Bir pazar klasiği oldu bizim evdeki aktiviteler.



İtiraf ediyorum Hobi Marketlere, D&R'a, bilindik kitap evlerine gitmekteki ısrarımızda Derin'in zerre kadar zorlaması yoktur. Çıban başı benim, evvela kendi ruhumu tatmin ediyorum.

Çöp adam bile çizemeyen ben ve benim gibi yeteneksizler için, hazır sünger kalıplar yapmış insanoğlu... Ah ne iyi etmiş...

Napiim benim çocukluğumda yoktu bunlar, hevesimi alamamışım, şimdi de maksat çocuğuma öğretmek işte... Benim gibi sonradan görme olmasın, eğlensin öğrensin zaar :)


Bu kalıp süngerler, hobi marketlerde, büyük oyuncak mağazalarının aktivite bölümünde, kitapçılarda satılıyor.


Ve bizde alıp bööyle ağzımızı aça aça boyuyor eğleniyoruz :)


Derin'in şaheseri... İmzasız tabiki olmaz bir eser değil mi? (imza : bu resmi yapanın bir kız olduğunu anlamaları için böyle atılıyormuş)



Bana müsaade, kız okuldan alınacak, eve gelinip binlerce kez mickey mouse club hıuse izlenecek :)

öpenzi ..

18 Eylül 2011 Pazar

bana benzemeden büyü, canımı sıkma!

Armut dibine düşer(miş)... kimi zaman çok hoşuma gitse de, bünyemden atıp bir daha görmek, yaşamak istemediğim huylarımı da almış olmasına sinir oluyorum.
Sevilme kaygısı gibi, kaybetme korkusu gibi, vazgeçememe gibi...
Bir kendine güvensizlik hasıl oluyor bazen davranışlarında, kolundan tutup sarsmamak için zor tutuyorum kendimi.
-"sen güçlüsün, yalnız değilsin, herkes seni sevmek zorunda değil, kimseye yalvarma, gitmek isteyeni bırak gitsin, kendini ezdirme, istemediğin bişeyi açık açık söyle kırılır diye çekinme emin ol yalan söylemenden çok daha iyidir, dik dur, yürekli ol, kararlı ol, kendine inan, başaramazsan tekrar dene, umutsuz olma, hayalinin peşinden git, aklından geçen her ne olursa olsun asla "saçma" olduğunu düşünme, kendinin farkında ol, yeteneklerini keşfet ve geliştirmeye çalış, "hayır" demesini öğren, hayal kurmaktan asla vazgeçme, imkansız diye birşey yoktur, sormaktan çekinme, kendini ifade edebileceğin harika bir dil yeteneğin var, utanma, sesin gür çıksın fısıldama, sen sessiz kalırsan herkes seni yok sayar..."

keşke kafasının içini açıp bunları bağıra bağıra söylesem, sonrada kapatsam...
İstemiyorum benim gibi 30'unda kendini farketmesini...
Tabiki önüne geçemeyeceğim pişmanlıkları olacak, kavgaları, kırgınlıkları, aldığı o biçim yaralardan çıkaracağı dersleri... ama işte, belki bazısını laf arasında söyleyerek geçirirsem işler bilinçaltına.
derdim, akademik kariyeri olan bir çocuk değil benim, kendini bilen biri olsun, kendinin farkında olsun, sonra zaten gerisi en güzel şekilde gelir.
Korkuyorum yahu bazen!
Hayır, okuyanda ezik büzük bişi zannedecek, değil tabi çok şükür ama bazen öyle bir davranıyor ki, gözlerimden ateş çıkıyor.
En çok arkadaşlarıyla birlikteyken tanık oluyorum ya bazı sözlerine, tanıyamıyorum. bütün şeytanlığı bana mı yani?

offf, bu da böyle sitemli bir yazı olsun. aktivite manyağı olduk bugün yine ama o da artık yarına...
geçsinde şu sinirim bi ...

Mutlu haftalar...

17 Eylül 2011 Cumartesi

ışığı ile var edene...

Usulca doğruldu kadın yatağında, gözlerini açamadan... Bakarsa, göremeyeceğinden...

Gitmiş olabileceği korkusundan, sevdiği adamın.

Söz yoktu aralarında, ses yoktu. His vardı, koku vardı. Issız bir aşktı onlarınki...

Ölçüp tartılarak edilen kelimeler, gelecekten uzak, geçmişi yok sayarak, her günü tek bir gerçek an gibi geçerli sayarak yaşanılan bir ilişki.

Uzanıp dokundu koluna, yüzünü gömdü, o doyamadığı Tanrısal kokunun içine, omuzu ile başı arasındaki boşluğuna adamın... Günaydın dese, bir günü daha bitirmiş olduğunu kabul edecekti, sussa yeni gündede birlikte olacaklarını yok sayacaktı... Yine gel-gitleri üşüşmüştü yüreğine ve aklına. ve yine fırsat veriyordu işte, aklını çelmelerine.

Yabancıydı kadın hayatında olup bitene. Bu esir aşk, ne kadardır yakıyordu yüreğini, ne zaman düşmüştü o kor kalbine, artık hatırlamıyordu. Ezelden beri seviyor, sonsuza kadar da sevecek gibi hissediyordu. Sustu(ruldu)ğu, kork(utuldu)ğu kaç tartışmadan sonra karar vermişti, sorgulamaya izin olmadığına. ne zaman vazgeçmişti kendi gibi sevmekten bilmiyordu, kokusuna yüzünü gömdüğü adamın, ne zaman kendini saklayacağını kestiremediği gibi.

Sıcak bir öpücük kondurdu boynuna ve en uykulu sesiyle fısıldadı, "bugünde yine seni seviyorum paşam"... dün yok, gelecek yok, sadece "an" vardı... ve bu cümle "uyandım" demenin biraz daha arabesk haliydi.

Balkona çıkıp, yüzünü döndü henüz yeni doğmaya yüz tutmuş güneşe... selamladı, şükretti... Bugünde nefesini hissettim, sesini duydum ya, bağışladığın aşkın sahibine dokundum ya Allah'ım sayende, binlerce kez şükürler olsun...

Adam, kadının Allah ile arasındaki iletişimde öncelik sahibi olan duanın adıydı... sevdiği için şükrediyor, şükrettiği için seviyordu...

Kadın...

Tıka basa seviyordu, ağzını her açtığında kelime kelime döküyordu adamı...

Teninden önce duvarlarını sevmişti adamın, çarpa çarpa yolunu bulduran...

Kadın, hergün biraz daha eksilerek kendinden, yüreğinden arttırarak örüyordu adam ile arasına sızan gün ışığı huzmesini...

Ve mutluydu alabildiğine, gün ışığını gördüğü müddetçe...

11 Eylül 2011 Pazar

Biliyorsun anne ben boya işinde ustayım.

-Biliyorsun anne, ben boya işinde ustayım, dedi,


bende verdim eline dondurma çubuklarını ve boyaları...

okul öncesi son pazar günümüzde, bütün yaz yaptıklarımız yetmiyormuş gibi birde çerçeve yapalım kusur kalmayalım dedik...


Önce dondurma çubukları boyandı, kurumaları beklendi, bir kartona yapıştırıldı ve ortasına bir fotoğraf konduruldu...


Acaba özleyecek miyim, bu kırtasiye görünümlü ev hallerini?

Mutlu pazarlar efendim :)

10 Eylül 2011 Cumartesi

benimde var kaygılarım...

daha önce milyonlarca kez söyledim/yazdım/aklımdan geçirdim/hayaller kurdum... "bir büyüse, okula başlasa keşke" diye...
hiçbiriniz söylemediniz, bunun söylendiği kadar kolay olan bir kabullenme olmadığını...
iki gün sonra onu artık kreş, oyun grubu..vs. gibi bir yere bırakırken yaşadığın duygunun yerini, kasvet dolu bir hale bırakacağını...
3 yaşından beri kreşe giden bir çocuk değil de, yeni doğmuş, anne diyemeyen, yürüyemeyen, derdini anlatamayan bir bebe sanki bırakacağım orada..
"orada" dediğim yerde ne? Okul... Hayata hazırlanacağı, benim çok uzun zamanda kızıma vereceklerimi, layıkıyla, güven ortamında, huzurla, mutluluk ve dahası kendi gibi bir sürü çocukla öğreneceği, -bunu kabul etmek istemiyorum ama- ikinci bir ev işte...
peki neden böğrümde bir boğa oturuyor ve gittikçe ağırlığı artıyor?
anasınıfı...
ana mı?
korkuyorum işte...

6 Eylül 2011 Salı

ben sana mavilendim...

Bize bu yazdan geriye kalan, "benzerliklerimiz" oldu...

Hergün farklı bir ruh haliyle uyanıp, "acaba bugün içimdeki hangi kadının günü" dediğim günler,

"acaba bugün kızım hangi çocuk olarak uyanacak" haline dönüştü...

Birgün bir öncekine benzemez iken, biz birbirimizi fena halde kopyalar olduk.

Bu yaz;

Bana bir kız çocuğunu değil, kendi çocukluğumu büyütme fırsatını verdi.

Şükürler olsun...


Bugün ise,

Günümüz mavi, rüyalarımız mavi, eee zaten gökyüzü de mavi...

Bugün bizim günümüz dedik...

Zaten, en sevdiği renkmiş mavi ve dün hiç mavi bir ayakkabısı olmadığını farkettiği için gidip bu ayakkabıyı almış!!! (alışverişe kendi çıkıyormuş gibi)


Biz bugün,

Gökyüzüyüz, mavi bir elma şekeri, suyun en canlısıyız...