Verdik kıza coşkuyu... Ter içinde kaldı yatana kadar balonun tepesinde zıpladı durdu...
28 Eylül 2011 Çarşamba
gel hele iki muhabbet edek deli fişek...
Verdik kıza coşkuyu... Ter içinde kaldı yatana kadar balonun tepesinde zıpladı durdu...
27 Eylül 2011 Salı
neden???
Bir kitabımız vardı, sanırım zor zamanlar için alıp saklamışım :)
Verdiği cevaplar olması gerekenler değil tabi ama öyle eğlenceli oldu ki, sanırım biraz olsun nefes alabildim...
Neden ağaçların yaprakları vardır?
-eeee çünkü elma yetişmesi lazım. Yapraksız ağaçta elma olur mu hiç. Böyle çıplak çıplak...
Neden penguenler uçamaz?
-neden uçsunlarki, onlar buzda yaşarlar. uçmaları çok saçma.
Neden zürafaların boynu uzundur?
-bazı kişilerin boylarının uzun olması gerek çünkü...
Neden bazı yapraklar sonbaharda dökülür?
-yere düşmek isterler...
:) :)
Doğru cevapları anlayabileceği şekilde okudum ama uyku öncesi biraz yoran bir sohbet oldu O'nun için farkındayım.
Fakaaattt. bir cümle vardı ki... Belki tüm neden-lere, nasıl-lara değen...
-Hadi annecim, melekler korusun seni, dedim...
-O ne demek, dedi...
-Hani bazen düşecek gibi olursun ayağın bir yere takılır ama sonra hemen toplarsın kendini, düşmezsin ya, işte o zaman seni melekler korumuş olur, dedim...
-Ama bazen de düşüyorum, o zaman korumaktan vaz mı geçmiş oluyorlar, dedi...
-(zor bir soruydu, ters köşe oldu) O zaman başka çocukları koruyorlar, hem sen bazı zamanlarda kendini koruyabilirsin, dedim..
-Sen melek misin peki, dedi... Hep beni koruyorsun ya!, dedi... (bana dedi bana, hahayttt, meleğim ben)
Sanırım, bir daha duyacağım hiçbir cümle beni bu kadar mutlu edemeyecek!
Not: Neden? - İş Bankası Yayınları, 8-11 yaş.
25 Eylül 2011 Pazar
hamur biçimlendi, ben dağıldım.
24 Eylül 2011 Cumartesi
senin uyduruk dünyanda yaşamak...
22 Eylül 2011 Perşembe
mutsuz olmana fırsat vermemek için :)
21 Eylül 2011 Çarşamba
içime çektim bir teneffüs saatini...
Bahçede bir dünya deli çocuk... Avaz avaz...
1.sınıflar ordan oraya şuursuzca koştururken, daha büyükler ya basketbol potasının altına toplaşıyor ya futbol sahasına doluşuyorlar. Kızlar voleybol filesinde bir yandan saçlarını düzeltirken, topu karşılama gayretinde, bir yandan dersten kalan dedikoduları bir çırpıda anlatıveriyorlar birbirlerine...
Öyle heyecanlılar ki yanımdan koşup giderlerken kalp atışlarını duyabiliyorum nerdeyse.
10 dakika sadece...
Dünya üzerindeki tüm oyunları o kısacık zaman dilimine sığdırma gayretindeler.
Sonra hemen çalıveriyor zil...
10 saniyede yok oluyor hepsi...
Bahçede kalan sessiz bir çocuk çığlığı ...
belki bir toka düşmüş oluyor, biri son kez potaya fırlattığı topu almadan kaçıveriyor sınıfa...
ıssız kalıyor file, banklar...
öyle dolu gidiyorlar ki sınıfa, kıkır kıkır, eminim son ders ziline bırakıyorlar o ağızlarında yarım kalan "oğlum öyle şut çekilir mi" cümlesini...
Bitmiyor o ders, çıkışta bir kız, sınıfa girmeden saçını çeken çocuğu babasına şikayet etmenin planını yapacaktır, bazısı ertesi güne verilen ödevin tasasına düşmüştür...
biz anasınıfı miniklerini onlar dağılmadan alıyoruz okuldan...
ve aklım kalıyor yanımda oturup heyecanla anlatılan hikayelerin devamında...
acaba yarın bende birkaç atış yapsam mı potaya onlara katılıpta...
çocukluk işte...
kara önlük giymeselerde benim çocukluğumdaki gibi, kara tahtaya yazmasalarda ilk harflerini, aynı burukluğu veriyorlar bana...
sanırım en mutlu olduğum mekan, okul sıralarıydı hayatımda...
19 Eylül 2011 Pazartesi
uzun ve karışık bir yazıyı takdimimdir...
Okulunu sevdim, ki çocuk kadar ailenin de sevmesi önemli.
Derin, etütlü bir devlet okulunda okuyor. Sabah 9, akşam 17:30 saatlerinde okulda yani. Çok kararsızdım böyle bir okula vermekte ancak, kura şansımızı deneyip, yüzlerce öğrenci arasında 40 kişi arasına girince, vardır bir hikmet dedim ve yaptırdık kaydımızı... (bu kadar değil tabi, araştırma faslını geçiyorum)
Ön bahçe kadar kocaman bir arka bahçesi de var okulun, içinde küçük bir parkın olduğu... Bu önemli bir detaydı, kız vuruldu resmen...Bende okul sonrası hala bitmeyen enerjisini tüketmek üzere gittiği parkta, onu banklarda oturup beklerken, ayaklarımı gıdıklayan kuru yapraklara...
İlk gelen hediyesi ile iyice havaya girdi, ki hediyeyi veren de önemli, Emre... Küçük okulunun büyük aşkı :)
Biliyorum çok karışık bir yazı oldu. ama bu kadar detayı biraraya toplayacak uygun bir kompozisyon bulamadım :)
ve ayrıca, bir ayakkabının fotoğrafını çekip, buraya koyduğum için kendimi de tebrik ederim. çekinme söyle, buldumcuk olmuş bu de :)
yeteneksizim diye birşey yoktur efenim!
18 Eylül 2011 Pazar
bana benzemeden büyü, canımı sıkma!
Sevilme kaygısı gibi, kaybetme korkusu gibi, vazgeçememe gibi...
Bir kendine güvensizlik hasıl oluyor bazen davranışlarında, kolundan tutup sarsmamak için zor tutuyorum kendimi.
-"sen güçlüsün, yalnız değilsin, herkes seni sevmek zorunda değil, kimseye yalvarma, gitmek isteyeni bırak gitsin, kendini ezdirme, istemediğin bişeyi açık açık söyle kırılır diye çekinme emin ol yalan söylemenden çok daha iyidir, dik dur, yürekli ol, kararlı ol, kendine inan, başaramazsan tekrar dene, umutsuz olma, hayalinin peşinden git, aklından geçen her ne olursa olsun asla "saçma" olduğunu düşünme, kendinin farkında ol, yeteneklerini keşfet ve geliştirmeye çalış, "hayır" demesini öğren, hayal kurmaktan asla vazgeçme, imkansız diye birşey yoktur, sormaktan çekinme, kendini ifade edebileceğin harika bir dil yeteneğin var, utanma, sesin gür çıksın fısıldama, sen sessiz kalırsan herkes seni yok sayar..."
keşke kafasının içini açıp bunları bağıra bağıra söylesem, sonrada kapatsam...
İstemiyorum benim gibi 30'unda kendini farketmesini...
Tabiki önüne geçemeyeceğim pişmanlıkları olacak, kavgaları, kırgınlıkları, aldığı o biçim yaralardan çıkaracağı dersleri... ama işte, belki bazısını laf arasında söyleyerek geçirirsem işler bilinçaltına.
derdim, akademik kariyeri olan bir çocuk değil benim, kendini bilen biri olsun, kendinin farkında olsun, sonra zaten gerisi en güzel şekilde gelir.
Korkuyorum yahu bazen!
Hayır, okuyanda ezik büzük bişi zannedecek, değil tabi çok şükür ama bazen öyle bir davranıyor ki, gözlerimden ateş çıkıyor.
En çok arkadaşlarıyla birlikteyken tanık oluyorum ya bazı sözlerine, tanıyamıyorum. bütün şeytanlığı bana mı yani?
offf, bu da böyle sitemli bir yazı olsun. aktivite manyağı olduk bugün yine ama o da artık yarına...
geçsinde şu sinirim bi ...
Mutlu haftalar...
17 Eylül 2011 Cumartesi
ışığı ile var edene...
11 Eylül 2011 Pazar
Biliyorsun anne ben boya işinde ustayım.
10 Eylül 2011 Cumartesi
benimde var kaygılarım...
hiçbiriniz söylemediniz, bunun söylendiği kadar kolay olan bir kabullenme olmadığını...
iki gün sonra onu artık kreş, oyun grubu..vs. gibi bir yere bırakırken yaşadığın duygunun yerini, kasvet dolu bir hale bırakacağını...
3 yaşından beri kreşe giden bir çocuk değil de, yeni doğmuş, anne diyemeyen, yürüyemeyen, derdini anlatamayan bir bebe sanki bırakacağım orada..
"orada" dediğim yerde ne? Okul... Hayata hazırlanacağı, benim çok uzun zamanda kızıma vereceklerimi, layıkıyla, güven ortamında, huzurla, mutluluk ve dahası kendi gibi bir sürü çocukla öğreneceği, -bunu kabul etmek istemiyorum ama- ikinci bir ev işte...
peki neden böğrümde bir boğa oturuyor ve gittikçe ağırlığı artıyor?
anasınıfı...
ana mı?
korkuyorum işte...