31 Aralık 2009 Perşembe

ağaç pastam veeee MUTLU YILLAAARRR!!!

tamam tamam aşağıdaki yazının etkisinde değilim...
yeni yıla öyle ağlak ağlakda girmiyorum...
büyüdüm ben...
misafir bile ağırlıyorum :)

bütün koşturmacam içinde, hem yolu buraya düşenleri en içten sevgimle kutlamak, hemde sevgili Tijen'in Lezzetibol sitesindeki nefis pastasını yaptığımı gururla ilan etmek için geldim.

süsleme ve fotoğraflamada kendisi kadar başarılı değilim. ancak müthiş bir tüketiciyimdir :)
verdiği ölçüler tam kararında, tadı nefis bir pasta oldu. yapılışı da çok pratik. hala zamanın var, bir göz at derim ben. aa birde adı ağaç pasta yada kütük pasta ama emin ol, tadı öyle odunsu değil :)
Tijen'e danışarak pastamı muzlu yaptım ve tarifte belirtildiği gibi karamelli krema değil, onun yerine vanilyalı krema kullandım... belki sanada bir fikir verir...

hala kararsızmısın?.. yaa yap yahu... güzel bir sunum alternatifi işte... hadiiii!
bak bir daha bak fotoğrafa :) nasıl güzel değil mi? :)

vee sen, her kimsen, neden geldiğini, ne aradığını, ne bulduğunu bilmem... ama burdasın...
kim olduğun önemli değil. mutlu ve huzurlu bir yıl diliyorum sana...

karnını doyurabildiğin sıcak bir yuva, o yuvada huzur, huzuruna ortak olan sevdiklerin, sevdiklerinle upuzun sağlıklı bir ömür senin olsun...

nice mutlu kocaman senelerin olsun...

sevgilerimle,

30 Aralık 2009 Çarşamba

başka uçlarından tutunuyoruz hayallerimize...


ben - şimdi bir denizde yüzüyor olmak isterdim.
derin - ben kumlarla kale yapardım ama söyle ona, dalgalar gelince bozulmasın.

ben - şimdi uçakla çok uzak bir yere gitmek isterdim.
derin - bende uçaktan top havuzuna atlamak isterdim.

ben - kocaman bir ormanda, ağaçların arasında koşmak isterdim.
derin - ben ağaçtan elma toplamak isterdim.

ben - saçlarım keşke kıvırcık olsaydı,
derin - benim saçlarım uzun puzun (upuzun demek istiyor) olsun.

ben - ben şimdi okula gidiyor olmak isterdim.
derin - ben öğretmen olucam, sana ders anlatıcam.

ben - ben doktor olmak isterdim. mesela göz doktoru olurum. senin gözlerini iyileştirip gözlüğünü atarız o zaman.
derin - ben ÜST DOKTORU olucam. böyle üstünü muayene edicem (karın bölgemi gösteriyor)

ben - ben hep tüm sevdiklerim yanımda olsun istiyorum.
derin - bende annemi babamı, cemrenaz'ı, anılkan'ı, kaan'ı istiyorum. aaaa anne senin baban nerde?

ben - derincim biliyorsun yanına gidip dua ediyoruz ya, onu göremiyoruz...
derin - anne üzülme, belki gelir o da dimi...

ben - canımmmmm... üzülmüyorum... alışıyorum... 11 senedir...

hadi gel sana bir masal anlatıyım... içinde denizle balıklar, yağmurla kar olsun, güneşle ay... sana bir masal anlatıyım... içinde tüm sevdiklerim, içinde babam da olsun...
hatta bak BU şarkı çalsın ben sana anlatırken...

29 Aralık 2009 Salı

baktım olmayacak, bende yeni kart aldım meltemimmmm!!!

hediye almak çok güzel bir duygu değil mi?
peki ya içinizi sıcacık yapan birinden almak? bu daha da güzel...
ha geldi, ha gelecek derken geçen hafta kucağıma düştü bu, sıcacık sevgi dolu mesajla birlikte gelen cicilerimiz...

fotoğraf makinemin hafıza kartında bir sorun olduğu için fotoğrafsız yayınlamak istememiştim bu güzellikleri... ama sorunu gideremedim, bende yeni bir kart alıp, sorunu çözdüm...

dünya tatlısı Meltem ve onun pamuk şekeri, kara gözlü boncuğum Nehir'im... nasıl teşekkür etsem bilemedim... harıl harıl telefon numarası arayışı içinde sana bloğundan teşekkür edebildim sadece... ama sen biliyorsun şimdi bizi nasıl mutlu ettiğini...
en güzeli satırlara dökülen sevgiydi...
sana ve ailene yeni yuvanızda uzun ve sağlıklı bir ömür diliyorum...
herşey gönlünce olsun güzel dostum!

Ebrucum, teşekkürün en büyüğü sana aslında.. böyle bir etkinliği başlatıp, bu güzel paylaşımlara vesile olduğun için. nice mutlu ve başarı dolu senelerin olsun...

sevgilerimle,
Duygu

28 Aralık 2009 Pazartesi

ilham perisi, geldiysen kapıyı tıklat, "çıkırt" der açarım...

ben - Derincim ne düşünüyorsun?
derin - bilmem... galiba fikrime bişey gelicek...
ben - hımm yapmak istediğin bişi var mı peki?
derin - gökkuşağı çizmek istiyorum ama fikrime gelmedi daha...
ben - e bekleyelim madem... nası oluyor fikrine bişi gelince?
derin - böyle seviniyorum... elime kalem gelmiş oluyo hemen...
ben - ilginç...

enterasan diyaloglara tanık oluyorum...
bu sabah ,
-anne bakma yüzüme saf saf,
dedi...
feci bozuldum...
sonra,
-ama saf temiz demek değil mi?
dedi...
gülümsedim...

ya yüzüne temiz temiz (!) bakmamı istemiyor, yada Derin feci halde kıvırıyor...

blog buluşması öncesinde gerilen ben, şimdi pamuk gibi oluverdim...

cumartesi günü dünya tatlısı, Özge Sipahioğlu'nun büyük özen ve titizliğiyle düzenlediği blog yazarları buluşmasına katıldım...
bir gece öncesinde, ne olacak, katılım fazla olur mu, arada silik silik otururmuyum, kimleri tanıyorum, kimler beni biliyor, ne giymeliyim soruları içinde sancılı geçen bir gecenin ardından, katıldığım toplantının bünyemde yarattığı uzakdoğu masajı etkisi, düşüncelerimi yerle bir etti...
bu kadar karışık ve uzun cümle aslında sadece şunu anlatıyor...
harika bir gün geçirdim...

önce sevgili Özge nezdinde, tüm blogcu arkadaşlarımı tanıma fırsatı bulduğum için, o günü yaşanmışlıklarım arasında en özel yere taşıdım...
29 katılımcının her birini tek tek hafızama kazıdım, ki; bu çok değişik bir deneyimdi benim için...
özellikle katılımcılarımızdan Mesut Bey, hem bu davete icabet edişi, hemde samimiyetiyle eminim ki benim gibi diğer tüm arkadaşlarımızın da takdirini kazanmıştır...

cıvıl cıvıl, bol kahkahalı, aaa o sen misin, dur bi daha sarılayım, ama sen fotoğrafından çok farklısın/ çok güzelsin / çok daha zayıfsın / çok daha gençsin iltifatları, şaşkınlıkları ama en çok mutluluğu içinde, tadı ağızda dağılan kurabiye kıvamında, bir sonrakinin gerçekleşmesine talep yaratan bir buluşmaydı...

herkes sevgi kelebeği, bulunduğumuz yer mutluluk balonu gibiydi... (bu cümleye eşim çok güldü ama başka türlü ifade edemezdim)

çok mutlu bir gün geçirdim, birsürü dost kazandım, bir daha bu kadar mutlu ve ışıl ışıl bakan bir kalabalığı nasıl ve nerde görürüm bilmiyorum...

kendimi çok şanslı hissediyorum...

özgecim, yaptıkların, ev sahipliğin, bu derleyici toparlayıcılığın ve en önemlisi de içten gelen o sıcaklığın için bin teşekkür sana...
sevgilerimle...

not: picasaya toplu fotoğrafımız henüz yüklenmediği için bu yazımı fotoğrafsız yayınlıyorum... en kısa zamanda eklemeyi istiyorum... ilgililere duyurulur :)

25 Aralık 2009 Cuma

derinin hızı, anasının kızı...

hiçbir zaman onun hızına, düşünme gücüne yetişemeyeceğimi bile bile uğraşmak kimilerine anlamsız gelse de, durmadan devam ediyorum... sanki düşünce gücüyle yol alırsam, aradaki yaş farkı sıfıra inecek gibi... sanki anne sıfatım birden silinecek, onun doktorculuk oynadığı, çay-kahve servisi yaptığı arkadaşı Selin olucam bende...
ama unutuyorum işte oyun oynarken... hani kuralcıyız ya, başladığımız işi yarım bırakmayız, daldan dala zıplamayız ya... ezber bozduruyor çocuklar işte...

ben onun muayenehanesine karnımda beliren ağrı sebebiyle gidip, onun beni tedavi etmesini izlerken, birden beni yıkamaya başlamasını anlayamıyorum... çünkü o benim anlamadığım bir sebeple o oyunu bitirmiş ve anne olmuş, ben orda öylece yatarken beni yıkamaya karar vermiş oluyor... yada keyifli keyifli çay içtiğimi düşünürken, elimdekinin aslında göz damlası olduğunu söylemesiyle, kafamda çakan şimşekler bana çaktırıyor, tekrar doktorculuğa döndüğümüzü...

elinde tuttuğu hediyenin(!) tadına bakmak istememle, yüzünde beliren korkunç ifadeden bir yanlış yaptığımı farkedip konuşmaya sevkediyorum onu ki, elime tutuşturduğunun bir karınca olduğunu bana söylesin...

hayali bir evin kapısını dindong diye çalmadan küt diye içeri dalarsam oyundan atılıyorum... hele birde sadece onun gördüğü o evi farketmeyip üzerine basarsam, ruhuma dua edin... çıkırt çıkırt diye açılır bütün kapılar, bu önemli bir detay...

saçlarını bazen pembe rengine boyadığını ne zaman farkedicem acaba?
elinde tuttuğu bir şişe zaten mikrofondur biliyorsun...
uzun servis peçeteleri, dolabında hiç yokmuş gibi, gece elbisesi olur... sakın ortalığı toplamaya kalkma, çünkü o baloya yetişmek zorunda...
keçeli kalem artık evde yassaakkk, çünkü bazen o kalemler makyaj malzemesi oluyor... sen çakana kadar da, o maymuna dönüyor...

birde kiminle, ne konuştuğuna çok ama çok dikkat et kızım Duygu... o bir telekulak...
bunu paylaşmadan geçemem...
derin'in bir arkadaşı var Cemrenaz... dünyanın en tatlı maymunumsu kız evladı... Derin'den 1 yaş büyük... ancak bu şeker evladın kendine has şımarık bir konuşma tarzı var, kelimeleri yuvarlaya yuvarlaya biraz uzatarak konuşuyor... tabi bizim cüce durur mu, hemen kapiş...
ben annemle birgün telefonda konuşurken, annem Derin'in konuşmasındaki farklılığı sordu... bende Cemrenaz'a özeniyor, onun gibi konuşuyor işte, geçer zamanla dedim...
bu arada sürekli telkinlerde bulunuyorum,
-kızım kendin gibi konuş, başkası gibi konuşmak sana yakışmıyor, diye.
derin - yani cemrenaz gibi konuşmıyım mı?
ben- aa annecim öyle demedim ben sana, isim söylemedim, başkası gibi konuşma dedim sadece, dedim....
derin- yani hani o benim arkadaşım olan kız gibi konuşmıyım mı diyosun seeeennn...
diye buyurdu...
buna gizli özne mi demeliyim...

not: bilgisayarımda hortlayan bir arıza sonucu hafıza kartımdan fotoğraf yükleyemiyorum... böyle fotoğrafsız pek bir tatsız tuzsuz oldu ama bu satıra kadar gelip okuduysan, belki o kadar da kötü değildir...

21 Aralık 2009 Pazartesi

fillerin göç güzergahından bildiriyorum, iyi haberlerim var...

bitti...
arkadaşlı, aileli bol katılımlı bir doğumgünü partisinin ardından benim de bittiğimi açıkça beyan ederim...
uğraşlarıma fazlasıyla değdi... ah birde herşeye koşturma teranesi içinde fotoğraf çekmeyi de ihmal etmeseydim... sadece videomuz var, o da oldukça uzun...
bu doğumgünü, üzgünüm ama benim hafızamda saklı kalacak sanırım, birde unutmaması için Derin'e bol bol anlattırarak onda yer etmesini sağlayacağım...
anladım ki, böyle önemli günlerde birini vekil tayin etmek gerekiyor... kare kare anlar yakalaması için...

iyi habere geliyim şöyle kenardan kenardan... cuma günü göz hastanesinde randevumuz vardı, mercimeğin gözleri için...
tataaammmm....
gözlük numaramızda ciddi anlamda gerileme var... takdir edildik, pek bir mesuduz artık... böyle devam ederse 2 sene içinde gözlükten kurtulma şansımız var...

Derin artık büyüdüğüne iyice kanaat getirmeye başladı... muayeneye hazırlık için gözüne damla damlatıldıktan sonra, doktorumuzun "gözbebekleri yeteri kadar büyüdü artık muayane edebiliriz" cümlesini, 3 yaşın bitişinin müjdesi olarak algıladı... dilinde bir "ben büyüdüm, gözlerim bile büyüdü" türküsü...

çocuklar ne tuhaf algılıyorlar dünyayı...

birde yeni yaşının ilk dileği bugün hortladı... HADİSE gibi olmak... ürktüm başta... nasıl yani baldırı çıplak bir hatun, kıvırta kıvırta şarkı söylüyor, kızımın idolü bu mudur yani... diye diye...

meğer işin aslı başkaymış...

derin Hadise gibi göz kırpmak istiyormuş.... hani varya çorap reklamında... oysa bende göz kırpabiliyorum, babası da, annanesi de... neden Hadise?... acaba bu hayranlığın ilk belirtisi olabilir mi? ardından onun gibi şarkı söylemek, dans etmek de gelebilir mi? eee bende dans edip şarkı söylebiliyorum... bir Hadise mi yani bu dünyada güzel kadın...
peki bu kıskançlığım hayra alamet mi?
Hadise bizim evde ciddi bir hadise mi yaratacak ?
yok yok ergenliğe hazırlıyor beni kesin...
hadi hayırlısı...

ama gözlük süper haber dimi yaa... çok şükür!!!

başlıkta belirttiğim yer bizim ev... fillerin göç güzergahındayım... evimizin parti sonrası durumu başka nasıl açıklanabilir ki...

kapanış cümlesi bulamıyorum... malum havalar da soğuk gidiyor, bir klasikle veda edeyim bari,
donsuz geceler...

19 Aralık 2009 Cumartesi

önizleme...











biraz heyecanlıyım... belli oluyor mu?




18 Aralık 2009 Cuma

sen var olduğun için dünya böylesine güzel...


bir bebek doğduğunda bir anne de doğarmış...

3 sene bugün doğduk biz...

sen, o günden beri hayatımın aitlik eki,

en uzun olmasını istediğim cümlemin yüklemi,

en anlamlı sıfatımsın...

gelişinle aydınlattığın dünyam, göz kamaştırıcı...

iyiki doğdun mercimeğim...

16 Aralık 2009 Çarşamba

bir mim, en çok Derin fotoğraflarıyla güzel olurdu, öyle yaptım...

yine geldi benim gitmelerim, küsmelerim, enerjimi sıfırlayan belirsiz hallerim...
derken...
bitmekten olan bir ayın muhasebesi ile başlayacak olan koskoca bir yılın dilek köşesini oluşturmaya başladım... kanım tazelendi...

sonra biri geldi... önce buraya yazdığı yorumlarıyla, sonra mail ortamında gerçekleşen kısa ama samimi sohbetlerle kanımı kaynattı... bugün ondan gelen kart ise artık bünyemden sıyrılmaya başlamış olan miskinliğimi bir çırpıda atmama sebep oldu...
ceydaaaa... sana sesleniyorum... mimlemişsin beni, bak burda işte cevaplarım...

1-kullandığım parfüm: issey miyake
2-en son izlediğim film:
az önce Devrim Arabaları'nı tekrar, belkide 12. kez falan izlemişimdir... sevdiğim şeylerden kolay vazgeçemiyorum... birde en umutsuz anlarımda bu film bana kendimi çok iyi hissettiriyor...

3-vazgeçemediğiniz giyim markası:
çarşı, pazar, terkos pasajı diyebilirim... marka takıntım hiç olmadı...
4-okuduğunuz kitap:
babam öldüğünde ağlamadım... ama bitiremiycem sanırım... içim kalktı...
5-saç ve göz rengi:
gözlerim kahverengi olsada, dünyayı çok renkli görüyorum... saçlarımsa orjinaline sadık kalamadan sarı...
6-benim için önemli olan 5 yer:
bu mercimeğin olduğu her yer... onunla nefes aldığım her bir küçük kare...
7-wish list:
tabiki sağlık, huzur, istediklerimi gerçekleştirebilme imkanı, hayallerimin peşinden gitme azmi, vazgeçmemek, "denemeye değer" diyebilmek, hep umutlu olmak... bu pıtırcıkla uzuuuun yıllarımın olması...
ben kimseyi mimlemesem olur mu??? isteyen yazsın bloğunda... kuralı bozmuş sayılmasam ceydacım... ne dersin?

8 Aralık 2009 Salı

dolu dolu dopdoluyum...unutmadan yazıyım dedim...

nerden başlasam bilemeden bodoslama dalıyorum konuya...
cumartesi günü Beyoğlu'nu arşınladım...

ki izledim... şimdi de şiddetle tavsiye ediyorum...

ama öncesinde...
birden kendimi, kocaman, ışıl ışıl, sıcacık bakan tatlı bir fotoğrafçının ilk sergi heyecanını paylaşmak üzere yanına gidip, ondan daha bir heyecanlı olarak kendimi tanıtma telaşı içinde buldum...
hiç adetim değildir ya ezilip büzülme utangaçlık halleri, 2 lafı bir araya getiremedim desem yalan olmaz sanırım...

garip bir dünya blog dünyası...
-merhaba ben içimde kelebekler...

adımdan önce geliyor bloğumun ismi bu gibi durumlarda...
olsun ne önemi varki adın sanın dimi... gördüğüm tanıştığım o tatlı insan olduktan sonra...
aa birde kitabım var, içinde kendi çektiği çok güzel fotoğrafların bulunduğu kitabım... hemde imzalı en afillisinden...
yaaa ben neden fotoğraf çekmedim :(
zaten ışık hızında bir tanışma ve vedalaşmaydı... bunada şükür diyim...
yolun açık olsun Burcu'cum... seni tanıdığıma çok sevindim...

çok alakasız ama... birde benim mercimek varya...
en çok ondan öğreniyorum hayatı... unutmadan yazmalıyım hallerini...
O, koltuğun tepesine çıkıp, yerlere atlarken kendince oyun kurduğunu düşünse de, bu aslında onun hayata karşı inadını gösteriyor bence... tekrar tekrar aynı hatayı yapacak da olsa vazgeçmiyor, canı yanıyor, tekrar deniyor, tekrar tekrar... bıkmadan... işte bu zamanlarda seviyorum onun direnişlerini...

birde böyle zamanlarda...
suratını böyle sahte hallere sokup, "bak ne güzel gülüyorum" diyip beni kandırdığı zamanları... kimin kime oyun oynadığının belli olmadığı zamanları... ne önemi varki, zaten hayatta bazen hepimiz maske takmıyormuyuz... keşke bu kadar masum olsa tüm maskeler...

Derin'den öğreniyorum dedim ya en çok hayatı...
insanı en çok çaresizlik yaratıcı yaparmış ya hani...
siz hiç kibrite "yaktırıcı" dediniz mi? eğer 3 yaşında ve bazı kavramları hayatınıza alma vede bazılarını unutma, şaşırma dönemindeyseniz oluyor böyle uyduruktan buyurmalar...
peki sizin bu aralar,
keyfiniz mutlu mu?
benim pek bir öyle...
oh ne ala, mualla :)

1 Aralık 2009 Salı

HOŞGELDİM...

yaşanmışlık envanterimi tutuyorum elimde...
hayallerim, gerçekleştiremediklerimden önde gidiyor, seviniyorum...
demek, kanımı tazeleyecek heveslerim var hala...

yitirdiklerimin ardından salladığım beyaz mendilim, belki birgün coşkulu günlerimi kutlarken de olur yine elimde, sevincimin halayı misali...

yok yok... yılbaşı hazırlığında değilim... daha önemli telaşım var şimdi... yeni yaşımı karşılıyorum.
kızıma sıkı sıkı tutunarak, korkarak, koşarak, yüreğim ağzımda, şükrederek, hayal ederek, kaçarak, bağır-çağır, inadına, bazen vazgeçerek, tutkuyla...

tüm duygularımla bekliyorum seni; "bir yaş almış ben..."

ne güzel, her yıl dolduğu gibi YİNE geliyorsun... bu kez YENİlemeye...
hoşgeldin...
şimdi bir dilek tut ve püffff!!!

24 Kasım 2009 Salı

teoride 10 numara, pratikte 0...

tadı hafif şekerimsi bir ilacı içmek, tarihin hiç bir döneminde böylesi bir işkence haline gelmemiştir sanırım...

ve hiçbir anne, bu kadar öfke krizini başarıyla yönetebilme şerefine nail olamamıştır... yani umarım... çünkü ben başaramadığım için, kendimden nefret ediyorum...

yaptığım tek şey, ilacı kaşığa döküp, yanına gitmekti... onun algıladığıysa, boğazını sıkıp ilacı ağzının içine akıtacağım olduğu... yoksa neden daha beni görür görmez damarlarını patlatırcasına şişirerek böğür böğür ağlasın... üstelik aynı ilacı sabah saatlerinde -biraz güç de olsa- içmiş olmasına rağmen...

kötü olan ne biliyormusun? eşime, Derin'in öldüresiye çığlıkları arasında açıklama yapmak zorunluluğunu hissetmiş olmam,
-sadece yanına gelip, ilacını içme saatinin geldiğini söyledim,
demek...
ve eşimin beni kolumdan tutup, odanın dışına çıkarma girişiminde bulunması...

bu nasıl bir tecrittir... o bacak kadar mercimek nasıl böyle bir duruma soktu beni... nasıl işbirlikçi oldular, birden ben kötü kadın oldum...
anlamak mümkün değil...
kızgınım hemde çok...
üzerine fazla gidiyormuşum... hah!!!

oysa ona sürpriz yapmıştım ben... uyurken odasına bu sticker-ları yapıştırarak... nasıl sevinmişti görünce...
şimdi napıyor, o çirkin kurbağayı kucağına alıp, resimlere baka baka hikaye uyduruyor... kurbağa Derin, asıl Derin ise "anne" ymiş... tırnaklarını ağzına sokmak çok yanlış bişiymiş, mikrot kaparmışsın, ilaç içmezsen hasta olur, öksürürmüşsün, böyle öpüşürsende hasta olurmuşsun... sonra sana kimse hediye almazmış...
pehhh! duyda inanma...

18 Kasım 2009 Çarşamba

it's up to you to be happy...

hayatımda karşıma çıkan her objeyi, her olayı işaretmiş gibi algılayıp farklı anlamlar yüklemem, şimdi burda olup, bana bu satırları yazdırıyor...

oysa sadece İngilizce çalışıyordum... ve de sıkıntılıyım... ve de ara vermek için kendi kendime küçük molalar veriyorum... üstelik çalışmak zorunda olduğum halde... kararlar aldım ya kendimce... adım adım gidiyorum...

çektiğim bir fotoğraf vardı, makinemin hafıza kartında saklı kalmış... sabah onu gördüğümde aklıma bişiler yazmak geldi, masanın üzerine serpiştirdiğim dağınık kelime yığını biraraya gelip anlamlı bir cümle oluşturamadı. bıraktım...

şimdi ders kitabımda neon ışıklarıyla yanıp sönen cümle bana o fotoğrafı hatırlattı...
it's up to you to be happy... mutlu olmak senin elinde...
hayatımın karışık ve zor olduğunu mırıldandığım zamanlara ithaf ediyorum bu cümleyi ve fotoğrafı...

A'dan Z'ye çok yolum var daha derken, yükses sesle okuyorum...
it's up to you to be happy...
bak herşey kolaylaşıyor...
bir kez daha dene...
it's up to you to be happy...
evet bu literatürde geçen herhangi bir cümle...
ama şimdi kızım gibi böylesine mutlu olup, gülümsememe sebep oldu...
ve hatta belki de kendime yepyeni bir motto...
saçma mı... kimin umurunda :):):)

15 Kasım 2009 Pazar

mimlendim, sonra da mimledim...

bir mim paslamış bana mor renk seven güzel bir fotoğrafçı... alıp kullanmak, sonra da paslamak lazımdı... bende öyle yaptım...

En son hangi ülke gündemiyle canını çok sıktın?
kendi ülkemin bitmek tükenmek bilmez açılımları, yasa tasarıları, meclis çatısı altında toplanan ağzı kirli insanlar... yeter mi, fazla bile..
En son hangi şarkıdan nefret ettin?
hadise-evlenmeliyiz... heceler gibi söylüyor şarkıyı...
En son hangi fast food ürününden tiksindin?
tiksinmek değil belki ama fast food hiçç sevmem...
En son hangi sakatatı yedin ?
sakatat yemem... [sağlam at yerim iiğğhhhh :) ]
En son hangi yerli şarkıyı beğendin?
sıla - vur kadehi ustam
En son hangi yabancı sözlü şarkıyı beğendin?
britney spears - 3
En son hangi yerli filmi beğendin?
en son izlediğim nefes filmiydi... fena sayılmaz...
En son hangi yabancı filmi beğendin?
son durak 4...
En son hangi kitabı okudun?
elif şafak * aşk
En son hangi bilgisayar oyununu oynadın?
bilgisayar oyunu maalesef oynamıyorum...
En son hangi mizah dergisini okudun?
penguen...
En son neyden korktun?
genelde gördüğüm rüyalardan korkarım... dudaklarımı uçuk basar hatta.
En son kime veya neye küfrettin?
genel olarak bir şahsa değil, sokakta, trafikte saygısızlık eden herkese ağız dolusu küfür ediyorum... salak, gerizekalı küfür sayılırsa eğer :)
En son neyden kaçtın (opsiyonel: koşarak ta olabilir)?
bu aralar genelde sorunlardan kaçıyorum... koşar adım...
En sevdiğin 5 film?
amelie, benjamin button'un tuhaf hikayesi, schindler'in listesi, melekler şehri... 5. aklıma gelmedi.. o kadar kısır bir izleyici değilim halbuki... ama durdu aklım işte.
En sevdiğin 5 şarkı?
sezen aksu, feridun düzağaç, bülent ortaçgil,sertab erener ve zuhal olcay'ın tümmmmm şarkıları...
En sevdiğin 5 yemek?
zeytinyağlı taze fasülye, semizotu, makarna, roka salatası ve tüm mezeler.
En sevdiğin 5 isim?
Derin (torpili var), duru, ceren, çınar, ada...
En sevdiğin 5 oyun (herhangi)?
tabu, tavla, okey, isim-şehir :)
En büyük korkun nedir?
kızımın başına kötü bir olay gelmesi... (tüylerim diken diken oldu)
En nefret ettiğin 5 klişe nedir?
senden kopya çekiyorum fotoğrafçım... yiyip yiyip kilo almıyorum diyenler, ben dizi izlemem diyip her dizinin konusunu bilenler, gidip gördüğü yiyip içtiğini her fırsatta ağdalı bir ağızla anlatanlar... ayy bu klişe değil de ben nefret ettiğim tipleri yazmışım... neyse idare et artık...


eeee bu kadar mı?
bitti mi?
ne yani şimdi ben birazcık kendimi anlatmış mı oldum... eee sen ne anladın benden??? nasıl bu sorulardan sonra aklında benimle ilgili bir şablon belirdimi, belirdiyse ne?
hee paslıyorum dimi şimdi... o zaman bennnn funda fındığımı, cezayirdeki tuğbacımı, eylül'ün tatlı annesi Fatoş'u mimliyorum....
hadi bakalım cevaplar bayanlar...

13 Kasım 2009 Cuma

fikrime bişey geldi...

kös kös oturmak bu oluyor sanırım...
fikrime bişey gelmesi de bu heralde... (fikrime bişey geldi : Derin'in yeni uyduruğu)
babasının artık giymediği gömleğinin kolları, Derin'in o çırpı gibi bacaklarını ısıtacak...
gövde kısmı içinse hain planlarım var...
ama dur önce şu pantolonu bir makineye çekiyim...
hadi şimdi kaçanzi...

12 Kasım 2009 Perşembe

anne olmasaydım eğer... (alıntı)... tanya için...


Ben anne olmasaydım eğer...
Topuksuz ayakkabılarla da şık olunabileceğini bilmeyecektim
Hamileliğim esnasında 80'li kilolara kadar çıkıp kendi
çapımda ilk defa bir alanda rekorumu kıramayacaktım
O küçücük ellerle renkli kartonlardan yapılmış bir kâğıt parçasının bu kadar değerli olabileceğini öğrenemeyecektim
Kan yapsın diye danadili haşlayıp üzerine yumurta kırıp ağzının tadına da uysun diye çikolatalı pudingle karıştırmak gibi yaratıcılığın sınırlarını zorlayan tarifler keşfedemeyecektim hiç
Su almak için elimde kumanda ile buzdolabını açtığımda kumandayı buzdolabına koyacak kadar ya da evden çıkarken telsiz telefonu çantama atacak kadar kendimden geçmeyecektim
Birinin canı yandığında ötekinin bu acıyı hissedebilmesinin sadece ikiz kardeşlerde olduğunu sanacaktım
Sabahın köründe gözü kapalı mutfağa kadar gidip, süt ısıtıp yine gözü kapalı dönme yeteneğini kazanamayacaktım
Üzümün çekirdeklerini tek tek çıkarmak için insanüstü bir uğraşa asla girmeyecektim
Bir insanın gaz çıkarması beni bu kadar mutlu edemeyecekti
--------------------

Babanla belki daha az kavga edecek ama sevginin evlat denilen başka bir boyutuna giremeyecektik
Sevginin böylesine karşılıksız olanını hiç tadamayacaktım

--------------------------

Annemi bu kadar çok sevdiğimi anlamayacaktım
Annesinden zorla ayırdılar diye 'Uçan Fil Dumbo!' çizgi filminde böğürerek ağlamayacaktım
Geceleri kesintisiz uyuyacak, hafta sonunda sabahları istediğim saatte kalkacaktım ama uyandığımda yanağıma konmuş minik ellerin sıcaklığı ısıtmayacaktı yüreğimi
Çantamda sürekli bisküvi, ıslak mendil, bir adet oyuncak, düşer bir yerin kanar diye ayıcıklı yara bandı taşımayacaktım
Acıyı geçiren öpücüğün gücüne inanmayacaktım
38,5 derece ateş beni de yakıp kavurmayacaktı
Yağmur sonrası çamurlu sularda zıplamanın keyfine varamayacak, sen bir lokma daha fazla yiyesin diye kalabalığın ortasında kafamda peçete dansı yapmayacaktım

Sen olmasaydın eğer yaşamın karmaşıklığını unutup tekrar basit yaşamayı öğrenemeyecektim
Sen olmasaydın eğer ben asla 'anne' olmayacaktım
Bir çocuk doğduğu anda, bir anne doğarmış Bu lafın doğruluğuna inanmayacaktım

Tüm annelere eli öpülesi analarımıza...

ne yani şimdi sen gittin diye, ben sensiz mi kaldım...

seviyorum bana yapılan sürprizleri, en az benim yaptıklarım kadar... birinin benim için bişiler düşünmesi, planlaması, gizlemesi, o heyecan anını merakla beklemesi... ivme kazandırıyor yaşamıma...
ama bazı durumlar oluyor ki, istemeden bir sürprize dönebiliyor küçük oyunlar, yaramazlıklar...

bugün yapacak bir dünya işim, önemli bir görüşmem olduğu için küçük hanım erkenden babannesine yollandı. turuncu olmasını arzu ettiği ama aslında yeşil olan terliğini de çaktırmadan merak ederek, ses çıkarmadan yollandı pıtır pıtır...

alışkanlık olsa gerek, çocuk kanalı açık televizyonda, ev havalandırıldı, kahvaltı öncesi meyve yenildi... evin sessizliği, içimi ürpertti... sanki bişi olacaktı... saçmalama dedim kendime yüksek sesle... ama inanmadım söylediğime...
sıra kahvaltı masasını hazırlamaya gelince...
çatal-kaşık çekmecesi açıldı...
ve...
o da ne...
sanki bu ev onunla dolu değilmiş de, küçük bir hatırlatmaya ihtiyaç duymuş gibi...
çıktı karşıma tüm manyaklığıyla poooo... yüzümde salak bir gülümsemeyle oturdum masaya, önce poo'ya yedirdim, sonra kendim yedim....
bugün sözüm ona, sakin sakin işlerimi toparlıyıp, dışarı atıcaktım kendimi... kucağımdan pooo'yu indirebilirsem...
ahhh Derin, bu nerden ne çıkacağını bilmediğim durumlar öylesine gülümsetiyor ki beni... ama sen duyma bunları... derli toplu olacağın günü iple çekiyorum...

hayat... ne güzel beklenmedik sürprizlerle dolu... bakarken görmeyi de ihmal etmemek lazım...

11 Kasım 2009 Çarşamba

biraz tevazu gösterse, bende anneme özenmem...

babanne - Derincim sana terlik aldım biliyormusun?
derin - yaaa, neli aldın peki?
babanne - işte böyle kızlı, çiçekli falan. (kadın ne bilsin zaar)
derin - yaa keşke helotikili (hello kitty) alsaydın.
babanne - sen göster bana o nasılmış ondanda alırım.
derin - ne renk aldın peki?
babanne - yeşil, sen çok seversin ya.
derin - yaaa keşke turuncu olsaydı... anneme veriyorum telefonu. iyi geceler.
babanne - öpücük yok mu kızım?
derin - uykum vaaaarrrr.... (saçını savura savura uzaklaşır)
....
....
evde benimle olan diyaloglar ise içler acısı...
-anneeee, benimle inatlaşma, çıldırtıyorsun beni,
-anneeee, saçımı böyle sevme, hoşlanmıyorum,
-anneeee, ben sana pembe elbisemi ver dedim, hiç beni dinlemiyosun,
-anneeee, annaneme götür beni, artık orda uyuyucaaaammm,
-anneeee, çok süt içicem dedim sana, artık bende sütyen takıcam,
-anneeee, neden bana siyah külot almıyosun,
...
...
acaba diyorum böyle delice çığlıklar attığı zaman bende elime terlik alıp özenle ayaklarına doğru fırlatsam annem gibi dururmuyum??? inan bu tablo gözüme pek bir sevimli geliyor bazı bazı...

çocuk nasıl böyle küs küs durmasın, gözlükleri pembe değil, kırmızıymış... ne saçmaymış hatta!

9 Kasım 2009 Pazartesi

sen şimdi dallarımda hayat buluyorsun...

dalım budağım, ucum bucağım sensin canım kızım...
gözümün değdiği her yere iliştiriyorum seni...
uyanıkken kucağımda, uyurken evimin duvarında izliyorum...
ne kadar açılırsa dalım göklere, o kadar derine iniyor köklerim...
ve her bir dalı baharı kıskandırırcasına SEN dolu...
bu bizim hayat ağacımız... seninle doğan, büyüyen...

7 Kasım 2009 Cumartesi

Altına imzamı atarım... gururla...



Atamızın ölüm yıldönümü 10 Kasım'a kadar devam edecek anlamlı bir kampanya var. Bir çok arkadaşım haberdar, destek yazılarını yazdılar. Hala destek olmayan varsa ben de hatırlatmak istedim. Acele edin 10 Kasım'a az kaldı.
"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." Atamızın bu sözüne katılıyor ve O'na olan bağlılığınızı göstermek istiyorsanız yapmanız gerekenler aşağıda ve Birmilyon kalem'de.
Atamızın ölüm yıldönümü olan 10 Kasım'da yine anlamlı bir kampanyaya imza atıyoruz.

Atamızın veciz sözlerinden "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." sözünün altına imzamızı atıyoruz. Ülkemizin birlik ve beraberliğini korumak, kardeşlik duygularını pekiştirmek adına bu anlamlı günde 10 Kasım'da Atatürk'ün huzurunda Anıtkabir'de sunulmak üzere bir imza kampanyası düzenliyoruz.

Kampanyamıza katılmak ve destek olmak için yapabilecekleriniz iki adımda gerçekleşiyor. Birincisi: Açtığımız Postun altına Yorum bölümüne 1 satırı geçmeyen yorumunuzla birlikte Adınızı yazıp gönderiyorsunuz. İkinci olarak ise kampanyamızı duyurmak. İsterseniz duyuru logomuzu sitemizin linki ile birlikte kendi sitenize ekliyorsunuz. E-postalarla dostlarınıza kampanyayı dıyurabilirsiniz.

10 Kasım'a sayılı günler kaldı. Ne kadar hızlı ve çabuk bu iletiyi yayarsak o kadar çok kişiye ulaşmış oluruz. Haydi, hep birlikte ve yüksek sesle söyleyelim:
"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır."

Saygılarımızla...

Birmilyonkalem.com Yönetimi Adına
A. Şebnem SOYSAL & Erkan BAL

Not: Mesajlarınız çıktısı alındıktan sonra özel bir dosya halinde Genel Yayın yönetmenimiz ve yazarlarımızdan oluşan bir heyet tarafından Anıtkabir'de Ata'nın huzuruna iletilecektir.

4 Kasım 2009 Çarşamba

biraz renk kat hayatına, bak nasıl güzelleşecek dünya...

aslında O'nun için değil, sadece kendim için yaptım bunu... o rengarenk topları örerken eğlendiğim, her birini bir başka şekerlemeye benzettiğim vede içlerini gülücükle doldurup pof pof kabarttığım için en çok ben hakettim bu eteği...
tabiki O'na daha çok yakıştı...

aslında herşey yüzündeki bu ifade,
çılgınca yaptığı bu dans ve
hiç bilmediği halde bale figürlerini sergileyebilmesi için...
yada Derin bahane, herşey kışa selam çaktığımız bu gri günlerde, biraz daha renk için...
not: bu topları yaptığımı bak taaaaa ne zaman yazmıştım.... tembel tenekeyinin tekiyim ben...

1 Kasım 2009 Pazar

bizim evden yükselen çığlıklar...

nadasa aldım kendimi... 2 gün boyunca evde, erken ergenlik yaşayan 3 yaşında bir kız ve kendini örümcek adam zanneden 8 yaşında bir veletle uğraşmak bu bünyenin içine etti...
mütemadi bir çığlık eşliğinde hayatımı sürdürmeye çalışırken, kendimi balkona hapsetmenin ruh ve beden sağlığım için en iyisi olduğuna karar verdiğimde, evin hali içinden bir at sürüsü geçmiş gibiydi...

herşeyi bildiğini iddia eden erkekle, tüm duygularını çığlık atarak ifade eden bir kız çocuğu arasında, duyanları dumur eden diyaloglarda yaşanmadı değil, bu da işin nadir beliren eğlence kısmı oldu benim için.

arkadaşımın 8 yaşındaki oğlu Korcan ve bizim delifişek Derin'den bahsediyorum... onlar aralarında iletişim kurmaya çalışırken eğlenmedim değil. baksanıza neler söylüyorlar;

korcan-derin sen hangi takımı tutuyorsun, Fenerbahçe mi, Beşiktaş mı?
derin-ben Atatürk'ü tutuyorum. en büyük Türk Atatürk...
korcan-yaa öyle değil... sarı-lacivert mi, siyah-beyaz mı?
derin - heeeee... annadım... ben pembeyi seviyorum. bak annem almış pembe çizme... giysene... korcan- yaa Derin öyle değil... hani futbol takımları var ya.. onu diyorum...
derin-anneeee korcan çizmemi beğenmedi, giymicem ben onu artık. bana sarı -yacimet çizme al...
korcan- derin bu kız çizmesi giyemem ben onu... sen giy. kızlar pembe giyer.
derin - hee tamam anne ver bana... korcana al sarı-yacimet çizme... hadi gidelim... yaaaa annneee şimdi gidelim ona da alalım çizmeeee... o misapiiirrr...
....
derin - annneeee napıyosunuz ordaaaa. sizi görüyorum... Korcan öyle çiş yapılmaz... otursana
kooozete heryere çiş dökülücek şimdi.
ben-derincim lütfen odana gidermisin, başkalarını tuvaletteyken izlemek çok yanlş bişi...
derin- anne korcan hasta mı, bacakları mı acıyo oturup çiş yaparken... (allah'tan cinsel organlardan bahsetmedi)
el yıkama faslı falan derken konuyu kaynattım neyse ki....

erkek çocuk savaş oyunu ister, futbol ister, bizimki tokalarını ona giydirmek ister, bebeğini emzirmesini ister...

ben uyuşmuş beynim ve suratıma asılı kalan gergin gülümseyişle boooş boş bakakalırım onlara...
2. çocuğu aklıma hiççç getirmeden...

not: zaiyat epey yüksek... oyuncakların %70'i savaş oyununda, Derin'İn gözlüğü ise koltuğu trombolin olarak kullanıp zıplamaları sonucu kırıldı... vahhh!

27 Ekim 2009 Salı

pek bir mutlu ama en çok şanslıyım ben...

çünkü başımı sıcak tutsun diye ördüğü bere, aslında yüreğimi ısıttı...
ahh! nasılda severim turkuaz rengini...
biliyorum ki aynı şehirde olmasaydık da, yine "acil durumda aranacakların" başında gelecek ve yine böyle sarıp sarmalayacaktı bizi, o en içten sevgisiyle...
çünkü Derin'de artık kısmen bir abinin varlığını biliyor, onun sayesinde...
ve tıpkı benim annesine sarıldığım gibi, o da sıkı sıkı sarılıyor, arkadaş kontenjanından abisine...

iyiki geldin İstanbul'a, iyiki geldim sana...

ben senin yüzünü güldüreyim derken, sen beni öyle ters-düz ettin ki yamuğun alasıyım şimdi...
herşey çok güzel olacak, biliyorum, biliyorsun...