24 Kasım 2009 Salı

teoride 10 numara, pratikte 0...

tadı hafif şekerimsi bir ilacı içmek, tarihin hiç bir döneminde böylesi bir işkence haline gelmemiştir sanırım...

ve hiçbir anne, bu kadar öfke krizini başarıyla yönetebilme şerefine nail olamamıştır... yani umarım... çünkü ben başaramadığım için, kendimden nefret ediyorum...

yaptığım tek şey, ilacı kaşığa döküp, yanına gitmekti... onun algıladığıysa, boğazını sıkıp ilacı ağzının içine akıtacağım olduğu... yoksa neden daha beni görür görmez damarlarını patlatırcasına şişirerek böğür böğür ağlasın... üstelik aynı ilacı sabah saatlerinde -biraz güç de olsa- içmiş olmasına rağmen...

kötü olan ne biliyormusun? eşime, Derin'in öldüresiye çığlıkları arasında açıklama yapmak zorunluluğunu hissetmiş olmam,
-sadece yanına gelip, ilacını içme saatinin geldiğini söyledim,
demek...
ve eşimin beni kolumdan tutup, odanın dışına çıkarma girişiminde bulunması...

bu nasıl bir tecrittir... o bacak kadar mercimek nasıl böyle bir duruma soktu beni... nasıl işbirlikçi oldular, birden ben kötü kadın oldum...
anlamak mümkün değil...
kızgınım hemde çok...
üzerine fazla gidiyormuşum... hah!!!

oysa ona sürpriz yapmıştım ben... uyurken odasına bu sticker-ları yapıştırarak... nasıl sevinmişti görünce...
şimdi napıyor, o çirkin kurbağayı kucağına alıp, resimlere baka baka hikaye uyduruyor... kurbağa Derin, asıl Derin ise "anne" ymiş... tırnaklarını ağzına sokmak çok yanlış bişiymiş, mikrot kaparmışsın, ilaç içmezsen hasta olur, öksürürmüşsün, böyle öpüşürsende hasta olurmuşsun... sonra sana kimse hediye almazmış...
pehhh! duyda inanma...

18 Kasım 2009 Çarşamba

it's up to you to be happy...

hayatımda karşıma çıkan her objeyi, her olayı işaretmiş gibi algılayıp farklı anlamlar yüklemem, şimdi burda olup, bana bu satırları yazdırıyor...

oysa sadece İngilizce çalışıyordum... ve de sıkıntılıyım... ve de ara vermek için kendi kendime küçük molalar veriyorum... üstelik çalışmak zorunda olduğum halde... kararlar aldım ya kendimce... adım adım gidiyorum...

çektiğim bir fotoğraf vardı, makinemin hafıza kartında saklı kalmış... sabah onu gördüğümde aklıma bişiler yazmak geldi, masanın üzerine serpiştirdiğim dağınık kelime yığını biraraya gelip anlamlı bir cümle oluşturamadı. bıraktım...

şimdi ders kitabımda neon ışıklarıyla yanıp sönen cümle bana o fotoğrafı hatırlattı...
it's up to you to be happy... mutlu olmak senin elinde...
hayatımın karışık ve zor olduğunu mırıldandığım zamanlara ithaf ediyorum bu cümleyi ve fotoğrafı...

A'dan Z'ye çok yolum var daha derken, yükses sesle okuyorum...
it's up to you to be happy...
bak herşey kolaylaşıyor...
bir kez daha dene...
it's up to you to be happy...
evet bu literatürde geçen herhangi bir cümle...
ama şimdi kızım gibi böylesine mutlu olup, gülümsememe sebep oldu...
ve hatta belki de kendime yepyeni bir motto...
saçma mı... kimin umurunda :):):)

15 Kasım 2009 Pazar

mimlendim, sonra da mimledim...

bir mim paslamış bana mor renk seven güzel bir fotoğrafçı... alıp kullanmak, sonra da paslamak lazımdı... bende öyle yaptım...

En son hangi ülke gündemiyle canını çok sıktın?
kendi ülkemin bitmek tükenmek bilmez açılımları, yasa tasarıları, meclis çatısı altında toplanan ağzı kirli insanlar... yeter mi, fazla bile..
En son hangi şarkıdan nefret ettin?
hadise-evlenmeliyiz... heceler gibi söylüyor şarkıyı...
En son hangi fast food ürününden tiksindin?
tiksinmek değil belki ama fast food hiçç sevmem...
En son hangi sakatatı yedin ?
sakatat yemem... [sağlam at yerim iiğğhhhh :) ]
En son hangi yerli şarkıyı beğendin?
sıla - vur kadehi ustam
En son hangi yabancı sözlü şarkıyı beğendin?
britney spears - 3
En son hangi yerli filmi beğendin?
en son izlediğim nefes filmiydi... fena sayılmaz...
En son hangi yabancı filmi beğendin?
son durak 4...
En son hangi kitabı okudun?
elif şafak * aşk
En son hangi bilgisayar oyununu oynadın?
bilgisayar oyunu maalesef oynamıyorum...
En son hangi mizah dergisini okudun?
penguen...
En son neyden korktun?
genelde gördüğüm rüyalardan korkarım... dudaklarımı uçuk basar hatta.
En son kime veya neye küfrettin?
genel olarak bir şahsa değil, sokakta, trafikte saygısızlık eden herkese ağız dolusu küfür ediyorum... salak, gerizekalı küfür sayılırsa eğer :)
En son neyden kaçtın (opsiyonel: koşarak ta olabilir)?
bu aralar genelde sorunlardan kaçıyorum... koşar adım...
En sevdiğin 5 film?
amelie, benjamin button'un tuhaf hikayesi, schindler'in listesi, melekler şehri... 5. aklıma gelmedi.. o kadar kısır bir izleyici değilim halbuki... ama durdu aklım işte.
En sevdiğin 5 şarkı?
sezen aksu, feridun düzağaç, bülent ortaçgil,sertab erener ve zuhal olcay'ın tümmmmm şarkıları...
En sevdiğin 5 yemek?
zeytinyağlı taze fasülye, semizotu, makarna, roka salatası ve tüm mezeler.
En sevdiğin 5 isim?
Derin (torpili var), duru, ceren, çınar, ada...
En sevdiğin 5 oyun (herhangi)?
tabu, tavla, okey, isim-şehir :)
En büyük korkun nedir?
kızımın başına kötü bir olay gelmesi... (tüylerim diken diken oldu)
En nefret ettiğin 5 klişe nedir?
senden kopya çekiyorum fotoğrafçım... yiyip yiyip kilo almıyorum diyenler, ben dizi izlemem diyip her dizinin konusunu bilenler, gidip gördüğü yiyip içtiğini her fırsatta ağdalı bir ağızla anlatanlar... ayy bu klişe değil de ben nefret ettiğim tipleri yazmışım... neyse idare et artık...


eeee bu kadar mı?
bitti mi?
ne yani şimdi ben birazcık kendimi anlatmış mı oldum... eee sen ne anladın benden??? nasıl bu sorulardan sonra aklında benimle ilgili bir şablon belirdimi, belirdiyse ne?
hee paslıyorum dimi şimdi... o zaman bennnn funda fındığımı, cezayirdeki tuğbacımı, eylül'ün tatlı annesi Fatoş'u mimliyorum....
hadi bakalım cevaplar bayanlar...

13 Kasım 2009 Cuma

fikrime bişey geldi...

kös kös oturmak bu oluyor sanırım...
fikrime bişey gelmesi de bu heralde... (fikrime bişey geldi : Derin'in yeni uyduruğu)
babasının artık giymediği gömleğinin kolları, Derin'in o çırpı gibi bacaklarını ısıtacak...
gövde kısmı içinse hain planlarım var...
ama dur önce şu pantolonu bir makineye çekiyim...
hadi şimdi kaçanzi...

12 Kasım 2009 Perşembe

anne olmasaydım eğer... (alıntı)... tanya için...


Ben anne olmasaydım eğer...
Topuksuz ayakkabılarla da şık olunabileceğini bilmeyecektim
Hamileliğim esnasında 80'li kilolara kadar çıkıp kendi
çapımda ilk defa bir alanda rekorumu kıramayacaktım
O küçücük ellerle renkli kartonlardan yapılmış bir kâğıt parçasının bu kadar değerli olabileceğini öğrenemeyecektim
Kan yapsın diye danadili haşlayıp üzerine yumurta kırıp ağzının tadına da uysun diye çikolatalı pudingle karıştırmak gibi yaratıcılığın sınırlarını zorlayan tarifler keşfedemeyecektim hiç
Su almak için elimde kumanda ile buzdolabını açtığımda kumandayı buzdolabına koyacak kadar ya da evden çıkarken telsiz telefonu çantama atacak kadar kendimden geçmeyecektim
Birinin canı yandığında ötekinin bu acıyı hissedebilmesinin sadece ikiz kardeşlerde olduğunu sanacaktım
Sabahın köründe gözü kapalı mutfağa kadar gidip, süt ısıtıp yine gözü kapalı dönme yeteneğini kazanamayacaktım
Üzümün çekirdeklerini tek tek çıkarmak için insanüstü bir uğraşa asla girmeyecektim
Bir insanın gaz çıkarması beni bu kadar mutlu edemeyecekti
--------------------

Babanla belki daha az kavga edecek ama sevginin evlat denilen başka bir boyutuna giremeyecektik
Sevginin böylesine karşılıksız olanını hiç tadamayacaktım

--------------------------

Annemi bu kadar çok sevdiğimi anlamayacaktım
Annesinden zorla ayırdılar diye 'Uçan Fil Dumbo!' çizgi filminde böğürerek ağlamayacaktım
Geceleri kesintisiz uyuyacak, hafta sonunda sabahları istediğim saatte kalkacaktım ama uyandığımda yanağıma konmuş minik ellerin sıcaklığı ısıtmayacaktı yüreğimi
Çantamda sürekli bisküvi, ıslak mendil, bir adet oyuncak, düşer bir yerin kanar diye ayıcıklı yara bandı taşımayacaktım
Acıyı geçiren öpücüğün gücüne inanmayacaktım
38,5 derece ateş beni de yakıp kavurmayacaktı
Yağmur sonrası çamurlu sularda zıplamanın keyfine varamayacak, sen bir lokma daha fazla yiyesin diye kalabalığın ortasında kafamda peçete dansı yapmayacaktım

Sen olmasaydın eğer yaşamın karmaşıklığını unutup tekrar basit yaşamayı öğrenemeyecektim
Sen olmasaydın eğer ben asla 'anne' olmayacaktım
Bir çocuk doğduğu anda, bir anne doğarmış Bu lafın doğruluğuna inanmayacaktım

Tüm annelere eli öpülesi analarımıza...

ne yani şimdi sen gittin diye, ben sensiz mi kaldım...

seviyorum bana yapılan sürprizleri, en az benim yaptıklarım kadar... birinin benim için bişiler düşünmesi, planlaması, gizlemesi, o heyecan anını merakla beklemesi... ivme kazandırıyor yaşamıma...
ama bazı durumlar oluyor ki, istemeden bir sürprize dönebiliyor küçük oyunlar, yaramazlıklar...

bugün yapacak bir dünya işim, önemli bir görüşmem olduğu için küçük hanım erkenden babannesine yollandı. turuncu olmasını arzu ettiği ama aslında yeşil olan terliğini de çaktırmadan merak ederek, ses çıkarmadan yollandı pıtır pıtır...

alışkanlık olsa gerek, çocuk kanalı açık televizyonda, ev havalandırıldı, kahvaltı öncesi meyve yenildi... evin sessizliği, içimi ürpertti... sanki bişi olacaktı... saçmalama dedim kendime yüksek sesle... ama inanmadım söylediğime...
sıra kahvaltı masasını hazırlamaya gelince...
çatal-kaşık çekmecesi açıldı...
ve...
o da ne...
sanki bu ev onunla dolu değilmiş de, küçük bir hatırlatmaya ihtiyaç duymuş gibi...
çıktı karşıma tüm manyaklığıyla poooo... yüzümde salak bir gülümsemeyle oturdum masaya, önce poo'ya yedirdim, sonra kendim yedim....
bugün sözüm ona, sakin sakin işlerimi toparlıyıp, dışarı atıcaktım kendimi... kucağımdan pooo'yu indirebilirsem...
ahhh Derin, bu nerden ne çıkacağını bilmediğim durumlar öylesine gülümsetiyor ki beni... ama sen duyma bunları... derli toplu olacağın günü iple çekiyorum...

hayat... ne güzel beklenmedik sürprizlerle dolu... bakarken görmeyi de ihmal etmemek lazım...

11 Kasım 2009 Çarşamba

biraz tevazu gösterse, bende anneme özenmem...

babanne - Derincim sana terlik aldım biliyormusun?
derin - yaaa, neli aldın peki?
babanne - işte böyle kızlı, çiçekli falan. (kadın ne bilsin zaar)
derin - yaa keşke helotikili (hello kitty) alsaydın.
babanne - sen göster bana o nasılmış ondanda alırım.
derin - ne renk aldın peki?
babanne - yeşil, sen çok seversin ya.
derin - yaaa keşke turuncu olsaydı... anneme veriyorum telefonu. iyi geceler.
babanne - öpücük yok mu kızım?
derin - uykum vaaaarrrr.... (saçını savura savura uzaklaşır)
....
....
evde benimle olan diyaloglar ise içler acısı...
-anneeee, benimle inatlaşma, çıldırtıyorsun beni,
-anneeee, saçımı böyle sevme, hoşlanmıyorum,
-anneeee, ben sana pembe elbisemi ver dedim, hiç beni dinlemiyosun,
-anneeee, annaneme götür beni, artık orda uyuyucaaaammm,
-anneeee, çok süt içicem dedim sana, artık bende sütyen takıcam,
-anneeee, neden bana siyah külot almıyosun,
...
...
acaba diyorum böyle delice çığlıklar attığı zaman bende elime terlik alıp özenle ayaklarına doğru fırlatsam annem gibi dururmuyum??? inan bu tablo gözüme pek bir sevimli geliyor bazı bazı...

çocuk nasıl böyle küs küs durmasın, gözlükleri pembe değil, kırmızıymış... ne saçmaymış hatta!

9 Kasım 2009 Pazartesi

sen şimdi dallarımda hayat buluyorsun...

dalım budağım, ucum bucağım sensin canım kızım...
gözümün değdiği her yere iliştiriyorum seni...
uyanıkken kucağımda, uyurken evimin duvarında izliyorum...
ne kadar açılırsa dalım göklere, o kadar derine iniyor köklerim...
ve her bir dalı baharı kıskandırırcasına SEN dolu...
bu bizim hayat ağacımız... seninle doğan, büyüyen...

7 Kasım 2009 Cumartesi

Altına imzamı atarım... gururla...



Atamızın ölüm yıldönümü 10 Kasım'a kadar devam edecek anlamlı bir kampanya var. Bir çok arkadaşım haberdar, destek yazılarını yazdılar. Hala destek olmayan varsa ben de hatırlatmak istedim. Acele edin 10 Kasım'a az kaldı.
"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." Atamızın bu sözüne katılıyor ve O'na olan bağlılığınızı göstermek istiyorsanız yapmanız gerekenler aşağıda ve Birmilyon kalem'de.
Atamızın ölüm yıldönümü olan 10 Kasım'da yine anlamlı bir kampanyaya imza atıyoruz.

Atamızın veciz sözlerinden "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır." sözünün altına imzamızı atıyoruz. Ülkemizin birlik ve beraberliğini korumak, kardeşlik duygularını pekiştirmek adına bu anlamlı günde 10 Kasım'da Atatürk'ün huzurunda Anıtkabir'de sunulmak üzere bir imza kampanyası düzenliyoruz.

Kampanyamıza katılmak ve destek olmak için yapabilecekleriniz iki adımda gerçekleşiyor. Birincisi: Açtığımız Postun altına Yorum bölümüne 1 satırı geçmeyen yorumunuzla birlikte Adınızı yazıp gönderiyorsunuz. İkinci olarak ise kampanyamızı duyurmak. İsterseniz duyuru logomuzu sitemizin linki ile birlikte kendi sitenize ekliyorsunuz. E-postalarla dostlarınıza kampanyayı dıyurabilirsiniz.

10 Kasım'a sayılı günler kaldı. Ne kadar hızlı ve çabuk bu iletiyi yayarsak o kadar çok kişiye ulaşmış oluruz. Haydi, hep birlikte ve yüksek sesle söyleyelim:
"Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır."

Saygılarımızla...

Birmilyonkalem.com Yönetimi Adına
A. Şebnem SOYSAL & Erkan BAL

Not: Mesajlarınız çıktısı alındıktan sonra özel bir dosya halinde Genel Yayın yönetmenimiz ve yazarlarımızdan oluşan bir heyet tarafından Anıtkabir'de Ata'nın huzuruna iletilecektir.

4 Kasım 2009 Çarşamba

biraz renk kat hayatına, bak nasıl güzelleşecek dünya...

aslında O'nun için değil, sadece kendim için yaptım bunu... o rengarenk topları örerken eğlendiğim, her birini bir başka şekerlemeye benzettiğim vede içlerini gülücükle doldurup pof pof kabarttığım için en çok ben hakettim bu eteği...
tabiki O'na daha çok yakıştı...

aslında herşey yüzündeki bu ifade,
çılgınca yaptığı bu dans ve
hiç bilmediği halde bale figürlerini sergileyebilmesi için...
yada Derin bahane, herşey kışa selam çaktığımız bu gri günlerde, biraz daha renk için...
not: bu topları yaptığımı bak taaaaa ne zaman yazmıştım.... tembel tenekeyinin tekiyim ben...

1 Kasım 2009 Pazar

bizim evden yükselen çığlıklar...

nadasa aldım kendimi... 2 gün boyunca evde, erken ergenlik yaşayan 3 yaşında bir kız ve kendini örümcek adam zanneden 8 yaşında bir veletle uğraşmak bu bünyenin içine etti...
mütemadi bir çığlık eşliğinde hayatımı sürdürmeye çalışırken, kendimi balkona hapsetmenin ruh ve beden sağlığım için en iyisi olduğuna karar verdiğimde, evin hali içinden bir at sürüsü geçmiş gibiydi...

herşeyi bildiğini iddia eden erkekle, tüm duygularını çığlık atarak ifade eden bir kız çocuğu arasında, duyanları dumur eden diyaloglarda yaşanmadı değil, bu da işin nadir beliren eğlence kısmı oldu benim için.

arkadaşımın 8 yaşındaki oğlu Korcan ve bizim delifişek Derin'den bahsediyorum... onlar aralarında iletişim kurmaya çalışırken eğlenmedim değil. baksanıza neler söylüyorlar;

korcan-derin sen hangi takımı tutuyorsun, Fenerbahçe mi, Beşiktaş mı?
derin-ben Atatürk'ü tutuyorum. en büyük Türk Atatürk...
korcan-yaa öyle değil... sarı-lacivert mi, siyah-beyaz mı?
derin - heeeee... annadım... ben pembeyi seviyorum. bak annem almış pembe çizme... giysene... korcan- yaa Derin öyle değil... hani futbol takımları var ya.. onu diyorum...
derin-anneeee korcan çizmemi beğenmedi, giymicem ben onu artık. bana sarı -yacimet çizme al...
korcan- derin bu kız çizmesi giyemem ben onu... sen giy. kızlar pembe giyer.
derin - hee tamam anne ver bana... korcana al sarı-yacimet çizme... hadi gidelim... yaaaa annneee şimdi gidelim ona da alalım çizmeeee... o misapiiirrr...
....
derin - annneeee napıyosunuz ordaaaa. sizi görüyorum... Korcan öyle çiş yapılmaz... otursana
kooozete heryere çiş dökülücek şimdi.
ben-derincim lütfen odana gidermisin, başkalarını tuvaletteyken izlemek çok yanlş bişi...
derin- anne korcan hasta mı, bacakları mı acıyo oturup çiş yaparken... (allah'tan cinsel organlardan bahsetmedi)
el yıkama faslı falan derken konuyu kaynattım neyse ki....

erkek çocuk savaş oyunu ister, futbol ister, bizimki tokalarını ona giydirmek ister, bebeğini emzirmesini ister...

ben uyuşmuş beynim ve suratıma asılı kalan gergin gülümseyişle boooş boş bakakalırım onlara...
2. çocuğu aklıma hiççç getirmeden...

not: zaiyat epey yüksek... oyuncakların %70'i savaş oyununda, Derin'İn gözlüğü ise koltuğu trombolin olarak kullanıp zıplamaları sonucu kırıldı... vahhh!