11 Ocak 2013 Cuma

beyaz melek...

benimde karda yuvarlanan çocukluk fotoğraflarım vardı.
annemin evinden almadığıma nasıl üzüldüm...
bence her insan, en çok kartopu oynarken çocuktur...





meleğim...
nasıl da yakıştı bu mevsim sana...

9 Ocak 2013 Çarşamba

Gece andı...

Türk'üm, doğruyum, uykuluyum.
İlkem; sütümü içmek, dişlerimi fırçalamak.
derslerimi yapmak, annemi üzmemektir.
Ülküm; çalışmak, akıllı bi çocuk olmaktır.
ey canım annecim,
açtığın yatağa, verdiğin pijamayla
koşa koşa gideceğime and içerim.
varlığım uykuya armağan olsun,
ne mutlu Türk'üm diyene.
İyi geceler annecim,
Sağol...

gece andı yazmamızı istedi uykuya hazırlanırken...
bu çıktı...

6 Ocak 2013 Pazar

seviyorum merkez!

dışarıda martı çığlıkları, kızımın odasından gelen uyku homurtusu, annemin okuduğu kitaba eşlik eden loş ışığı ve klavyenin tıkırtısı... bak sana, huzuru tanımladım...
biraz gevşediğim doğru, henüz dokunmadığım ahududulu votka, daha masada duruşuyla çarptı beni.
sanırım mutluluk vücudumda bir yerleri uyuşturuyor.
sana yazacağım bir dünya Derin anısı var...
* ayaklarını yere vura vura kavga ediyor benimle.
* şirketin bahçesindeki çok yaramaz minnak kedimize "çizmeli" ismini taktı geçenlerde.
* gece ben uyutmamışsam O'nu, sabaha kadar kabus oluyor bana... 1000 kez uyanıp beni yanına çağırıyor. manyak mıyım neyim ama bu öyle hoşuma gidiyor ki.
* büyüdüğünde bir kızı olursa adını "Lale" koyacakmış... çocuk okumayı öğrenirken bi milyon kez yazdı ya bu ismi, sempati duydu zaar.
* çok tembel ve alabildiğine yaramaz olduğumuz bir akşam dışarıdan söylediğimiz hamburgeri, sehpaya yerleştirirken, 2 de mum koymuş... bide diyo ki; "böyle şeylere hazır olmalısın, biliyosun sürpriz yapmak benim işim"... öpsem mi yoksa içimdeki sevgi taşmasından dövsem mi bilemedim :)
* her sabah çantasına koyduğum "günün sürprizi" kartları, eve, kenarlarına Derin tarafından çizilmiş minik kalpler ile geliyor ve bazen de minik yazılar ile... bi nevi mutluluk oyunu oynuyoruz.
* jimnastik derslerine başladı tekrar... bir şans daha verelim dedik Beşiktaş'a... 3 ay önce derslere başlamış bir sınıfa dahil olma cüretini gösterdik boyumuza bakmadan. bizim kız pek bi mutlu görünüyordu derste ama eve gelince hafiften bi kıyamet kopardı "ya-pa-mı-yı-cam" şeklinde ve tepinerek. ikna etmek zor oldu ama zafer benim :)
* annem bizimle kalıyor ise, bazı geceler, koynunda yatıyorum. 50 yaşıma da gelsem, yüzümü o boyuna gömme isteğim geçmeyecek heralde. Allah başımdan eksik etmesin.
* bir müzik aleti çalmak istiyormuş ama ne olduğuna karar vermek dünyanın en zor meselesiymiş. keşke hayat bu kadar zor olmasaymış... bu kızdaki melankoli beni öldürecek!
* evin bütün işlerini ona yaptırdığım için kendimi hiç suçlu hissetmiyormuymuşum. hiç mi acımıyormuşum ona. bazen gerçekten çok zalimmişim (!)
* o hayatı boyunca hep kitap mı okuyacakmış, hiç şımarmaya hakkı yok muymuş. anneler çocuklarına böyle haksızlıklar yapmamalıymış.

amaaaaa....

O'nu okula ben götürdüğümde var ya, yüzünde akşama kadar geçmeyen bir sıcaklık oluyormuş...

diyeceğim o ki blog;
bu kız ile olan şizofren ilişkimdir, beni bu hayata sıkı sıkıya bağlayan...

5 Ocak 2013 Cumartesi

aşırı mesai!

bu hayatta gerçekleşmesini en çok istediğin dileğin ne dedim,
-havuzlu bir evimizin olması, dedi.
bu kadardı işte O'na göre herşey.
yalın, net ve aslında bakarsan -kısmen- kanaatkar..
devamında beklediğim birkaç istek daha vardı oysa ama sadece bahçeye birkaç köpek ve kedi kondurdu...
bana sorsan "içinde Derin olan herşey kabulümdür", derdim...
bazı şeyler genetik biliyorum ama ya duygular...
ya o gözünün kenarında akmaya her an meyilli gözyaşı... bu da genetik olabilir mi?
kızım neden Farid Farjad dinlerken yada benim sakinleşmeye en ihtiyaç duyduğum anlarda açtığım Pera Classic serisinde kederle boğulabiliyor.
üstelik daha aşk acısı nedir bilmeden, bu hayatta başarısızlık nedir tatmadan, haksızlığa uğramamışken...
yinede takdir ediyorum... enerjisini düşüren kimseye, olaya, mekana..vs. tahammülü yok.
bunları yok sayarak kendini koruyor. bence mutlu hissetmenin bir numaralı altın kuralı...

beni iyiden iyiye tüketmeye başlayan iş hayatına karşı bu ara gardımı fena aldım. bir dizi karar geçti kara kaplı defterimden...
yazmayı, asla unutmamam gerekip zihnimin karanlığına çoktan gömülenleri, yüzümde kimi zaman kaybolan gülümsemeyi borçlu bana iş hayatı...
zamanımdan, kızımdan, sosyal hayatımdan çaldı...

oysa bu ara...
öyle çok pamuklara sarılmıştı kalbim, yazacaktım sana, diyecektim hani bak gözüme, nasıl da ışıldıyor dimi diye soracaktım...
sen bil...
ben yine de çok mutluyum...
geçenlerde mercimek ödevini yaparken, biraz tartıştık, çıktım odasından. bir süre sonra sakince yanına gidip konuşmaya çalışırken,
-seninle tartıştığımızda kalbim paramparça oluyor, dedim.
-benimse her yerim paramparça oluyor, gözüm bile, dedi...
kahkaha atacaktım onun yerine aynı şiddette sarıldım...
şapşal çocuk, insanın gözü paramparça olur mu üzüntüden hiç...
Laf!