30 Ocak 2010 Cumartesi

anne ben "sen" mi oldum şimdi... hani böyle mutlu mutlu !!!

sabah uyanır uyanmaz ağzında hayali bir lokmayı çiğniyordu... kendine geldiğinde gevşek gevşek gülümsedi, "ağzımda bişi yokmuş kiiii" diye...
"rüya gördün sanırım" dedim... saçmalama der gibi baktı yüzüme...
sonra "evet" dedi...
"peki rüya görmeye devam etmek istermisin" dedim...
"uyumak istemiyorum" dedi...

ama bugün uyumadan rüya gibi yaşayacağı bir güne uyanmıştı mercimeğim.. hemde ağzında gevelediği hayali lokmayla, farkında olmadan hazırlamıştı kendini bugüne...
hazırlandık... evet tahmin ettiğin gibi disney live'e, mickey ve arkadaşlarını izlemeye gittik...

yakın geçmiş içinde bu kadar eğlendiğim bir an hatırlamıyorum...
sahne efektleri o kadar etkiliydi ki, kötü kalpli cadı sahnesi ile güzel ve çirkinde bizimki gözlerini yumdu sıkı sıkı...
sonra şarkılar, danslar...
delice çığlıklar atarak izledik hepsini...





ve sonra...

hayatımda duyduğum en anlamlı söz kaçtı kulağıma...

"anne ben 'sen' mi oldum şimdi... hani böyle mutlu mutlu..."

güzelsin dese, sen harikasın dese böyle yumruk yemiş gibi kalakalmazdım yemin ederim...

ben şimdi mutluluğun eş anlamı mı oldum...

not: ceydacım bugün seni o kadar andım ki, haliç'e bööööle duygulu duygulu bakarken... yanımda olsan ne fotoğraflar çekerdin, tahmin bile edemiyorum...
ben sadece bu kadar becerebildim...
mutlu (ben dolu) haftasonu dileklerimle... :):)

26 Ocak 2010 Salı

simple present tense günlerinde, haftaiçi hergün olgunlaşan Derin...

devrik cümlelerime uyum sağlasın diye devirip kendimi yatıyorum dünden beri... içime kaçan Derya Baykal, evime gelen ilham perilerine iş teklif etti ve topyekün terkedildim...
meydanı boş bulan Derin, içinde yaşayan balerin eteğiyle müthiş bir uyum sergileyerek fır dönüyor etrafımda...
gayet simple present tense anlarımdayım...
Derin için kılımı kıpırdatıp (lütfen) internetten kreş arayışına girdim ve önümüzdeki haftayı full kreş randevularıyla doldurdum.... devrik ve özverili anne !
çünkü bitmek bilmeyen sorular ve ingilizceyi bilmeden konuşma sevdasındaki kızıma artık yetemediğime karar verdim... özgüveni sıfır ve yetersiz anne!

şimdi gözümün içine baka baka büyüyen kızımı, okula hazırlamaya çalışıyorum ancak fazlaca geç kalmışım.... çünkü o bugün çizgi film izlemek istemedi, kendimi boğazlamama fırsat vermeden yemeğini yedi, masal okuuuuu diye böğrüme oturmadı ve daha bir dolu olumsuz hareketi yap-ma-dı... çünkü o artık okula gidecekmiş ve bunun için şımarmasına gerek yokmuş...
düşünüyorum...
acaba yaptıklarının şımarıklık olduğunu farkedecek kadar olgun bir kız mı oldu yoksa yapacağı şımarıklıkları okula saklayan içten pazarlık bir canavar mı?

bırak simple peresent tense'i kızım, future tense nelere gebe kimbilir uyan aloooooo....

23 Ocak 2010 Cumartesi

dışarısı soğuk ya, ilham perileri bizim eve sığındı...

bugün konfeksiyon atölyelerindeki romeyözcüler gibiyim... harıl harıl ve tıkır tıkır...
fena şeyler de çıkmadı ortaya hani...
Önce Derin mutluluk manyağı oldu, tuvalet kağıdı rulosunu kokoş bir kalemlik olarak görünce...
Ve ben... önce bir aydınlanma yaşadım... çünkü ben kendimi bildim bileli çöp adam bile çizemem... bir surat çizsem mutlaka 2 gözü başka bakar. bir göz fıldır fıldır dönerken, diğeri zırıl zırıl ağlar... uzun zaman önce bırakmıştım çizmeye çalışmayı... çünkü bu kocamın hamile kalmaya çalışması kadar saçma bir uğraştı... ama bu gece ne oldu bilmem, içime yerleşmiş bir takım yeteneklerle uyandım. hayır bu soğukta hangi akıllı gelip benim beynimle uğraşır ki, hemde öyle hayalleri olup yeteneği olmayan bir ezik de değilim. ne hayalim var çizimle ilgili, yetenek zaten -58'lerde seyir halinde... gayet kabullendim durumumu... kim acıdıysa halime... uyanır uyanmaz, kodlanmış beynim, aldığı emri yerine getirerek pc başına oturdu ve youtube'dan manga çizimlerini açtı... ben hayretle izliyorum kendimi. bu yeteneksiz halimle bu azim valla kendimi tebrik edesim geldi derken... ana... o da ne? bu ne laayyyynnnn nidalarıyla kendimi çimdirdim...
baksana nasıl şaşırmam...
bunları ben bakaaa bakaaa çizdim... ve eğer böbürlenmekse evet öyle yapıyorum... kendimi trt2'deki Bob Ross gibi hissediyorum şuan... her yere mutlu bulutlar, cıvıldaşarak akan dere, içinde sevgi dolu insancıkların yaşadığı pembe panjurlu evler çizmek istiyorum... yaparım bak dedim mi yaparım yalan yok...

sonra dedim ki madem bu gece birtakım gizli yetenekler yerleşmiş bünyeme, hiç yapamadığım ponponları da bir denemeliyim... (yaa işte ben böyle herkesin tek eliyle dahi yapabildiği basit motor faaliyetleri gerçekleştiremiyorum)
ponpon denedim... ve sonuç...
şimdi tırım tırımım evde... bu gelenler her ne veya kim iseler, kapıları kilitledim, evi havalandırmak için dahi pencereyi açmıyorum... evde bir mutluluk şarkıları... hani burası çok şen bir yuva misali... gitmesinler diye elimden geleni yapıyorum...

birde günün anlam ve önemine uygun şu fotoları da eklemeden geçemiyciiiimmm... sallandık yuvarlandık...
akşam olmadan bir dünya aktivite... ohh çılgınmıyız ne? :)
not: insanın damak zevkinin zamanla değişmesi gibi, yetenekleri de değişip gelişebilir. sen sen ol, ara sıra yokla kendini... ben kimbilir ne kadar geç kaldım :)

21 Ocak 2010 Perşembe

çok utanıyorum bunları yazarken...

yahu ben bu karakterimle ilgili ipuçları veren mimlerden pek bir tırsıyorum...
gizemli bir kişilik olarak kalmak istememden değil elbette ama (zaten bangır bangır yazıyorum olanı biteni ) işte kendimi anlatmakta çok zorlanıyorum... düşünüp bulursam okuyanı kandırırmıyım diye düşünmeden edemiyorum. düşünmeden yazarsam bir abukluk olur diye kaçınıyorum.... böyle böyle kendimle habire çekişiyorum işte... ama yanıtlamadan da duramıyorum... bir garip kısır döngü...

şimdi beni zat-ı muhteremler olarak nitelendirdiğim Ceyda, Burcu ve Şuşu mimlemiş tırstığım mimlerle...
el mahkum yanıtlıyorum... şişşşt okuduktan sonra amaaaan ne menem bişimiş bu deme sakın...
mimin konusundan bahsetmeliyim önce...
kendimle ilgili 7 özellikten bahsediyorum ve bu mimi 7 kişiye paslıyorum (ben tabi çok geç kaldığım için bu mimi yanıtlamayan 7 kişi olabileceğinden şüpheliyim)
be hazırsan başlıyorum...

1- çok dağınığımdır... oyuncakların üzerinden atlaya zıplaya geçerim, yemek masam işlevini yitirmiş, boncuk masam olmuştur; çanak çömlek dolabım yünlerle ve bissürü ıvır zıvırla doludur. ama evimin dağınıklığı benim düzenimdir... ne arasam şak diye bulurum... ama sadece ben :)

2- maymun iştahlıyımdır... herşeyin en fazlasını isterim... 5 kez sevdiğini söyle, bir daha bir daha diye inlerim...

3- feci kurgu yaparım... birini aradığımda ulaşamazsam teoriler üretirim... sonra onlara inanırım... sonra olayın gerçeğini öğrenip, benim kurgularımla örtüşmezse birde küserim... :)

4- sevdiklerime ölümüne bağlıyımdır... kimseye kapımı kapatmam... salakça bir sahiplenmem vardır... anıları, geçmişi kanıma canıma kadar sahiplenirim... sonra bir güzel incinirim. yaralarımı kendim sarar otururum kös kös... sonra yine kollarımı açarım... (aslında sıkı bir sopayı hakediyorum)

5- mutlaka sağ tarafımdan kalkarım yataktan, hatta sırf sağ tarafımdan kalkmak için dönerim olduğum yerde. dışarı sağ ayağımla çıkarım, ayakkabımı önce sağ ayağımla, kıyafetlerimi önce sağ kolumla giyerim... eğer yanlışlıkla sol tarafım olmuşsa çıkarır tekrar giyerim...

6- yumurta kırarken bakamam... yumurta önce tabağa dökülecek sonra gözümü açarım. tabağımda kafası olan bir balığı yiyemem... mutlaka ben bakmadan önce kafası ayrılmış olmalı...

7- batıl inançlarım hayatımı zora sokacak kadar vardır... ters duran terlik zaten bir klasik, makas bıçak vb. aletleri birinin eline tutuşturamam. masaya yada herhangi bir yere bırakırım, o kişi ordan alır. nazara karşı uygulanan ritüeller hayatımın olmazsa olmazıdır. karanlıkta aynaya, yüz (suret) içeren tablolara bakamam...

bitti mi.... oh beee... yaa ne zor insanın kendini sadece 7 cümleyle anlatması... ama ben bundan daha fazlasıyım bak... sıra gelmedi ama aslında çok renkli bir kişiliğimdir... o da ayrı bir mim konusu olarak tozlu raflarda bekleyedursun bakalım... elbet sırası gelir. sende okuyup bana hayran kalırsın :)

şimdi sıradaki şanslı kişiler... yıh yıh yıh :)
fundacım, tuğbacım, şekerliğim, fatoşum, nazpek, ebruli ve tibetin güzel annesi....
sıra sizde hanımlar... dökülün bakalım eteğinizdeki karakterlerinizi...
ben öper ve kaçar...

19 Ocak 2010 Salı

çirkin olan ördek yavrusu değildi...

önce giriş anındaki detaylar...
saat : 13:00 salona giriş...
10 saniye sonra kıyamet... salonun 4 bir yanından çığlıklar, patlamış mısır istiyorum, önümü göremiyorum, çişim var, ne zaman başlayacak'lar... bizimki pısss demiş sinmiş koltuğuna...
birde ben kızıma kuduruk derim, o an onu tepemde gezdiresim geldi...

bendeki halet-i ruhiye:
yahu tiyatro oyunu izliyicez altı üstü, bende bir heyecan... yanımdakini dürtüp, bizim ilk gelişimiz, ihihi ihihi desem kendimi hiç yadırgamıycam... ayakkabımı yemek üzereyim, bana nooluyosa?

bu Derin'in ilk tiyatro oyunu... bünyemdeki kudurukluk bundan mütevellit... Derin sanki 40 yıllık izleyici... ben çocuğa anlamsız bir muamele uyguluyorum... şimdi oyuncular gelicek, bööyle renkli kostümleri olucak... biri çirkin ördek yavrusu, biri anne olucak... anlatıp dururken, susturuldum... hemde mercimek tarafından... oyun başlıyomuş o kendisi izleyebilirmiş.
haspam!
demem o ki, biz dün ilk kez bir tiyatro oyununu izlemeye gittik. ama oyuncular mı sahnedeydi, yoksa izleyiciler mi hiç anlamadım... her replikte çocuklarda bir lafa karışma, oyuna müdahale, bazen sahneye çıkma, biri çıkınca kalan ekip hurrraaa.... oyuncular sahneyi boşaltıp, çocukları sakinleştirirken, Derin'e olan biteni anlatma (tiyatro bu değildir annecim, bu çocuklar insan azmanı falan diyemedim de, işte bu çocuklar çok heyecanlandılar falan demekle yetindim) , arada çalan müzikle dans etmeye çalışma, her anı fotoğraflama, oyunun detaylarını vurgulama... derken... bittim...
tiyatro zor iş vesselam...!

17 Ocak 2010 Pazar

decoder'den farkım kalmadı...

derin - anneee elmooo izleyelim mi? (satır arası : elmo'yu açarmısın?)
baba - meyve var mı? (satır arası : meyve getirirmisin?)
derin - pembe elbisem dolapta mı? (pembe elbisemi giymek istiyormum)
baba - hangi filmler var bizde? (film izleyelim mi ve hatta bir film açsana)
derin - park ıslakmıdır? (parka gidelim mi)
baba - yarın uyumak istiyorum ( bana ilişmeyin)
derin - kakaolu kek mi, kurabiye mi? (ikisinden birini pişir)
baba - mavi gömleğim ütülü mü? (eh eşşek değilsen anlarsın)
...
...
...
neden ben her bir devrik, üç noktalı, öznesiz yüklemsiz abuk sabuk cümleleri zihnimde anlamlı hale getirebildiğim halde, ailenin diğer fertleri benimde bir insan olduğumu ve yorulabileceğimi, açık seçik ve hatta bağır çağır ifade ettiğimde üç maymunu oynuyorlar anlamıyorum....

16 Ocak 2010 Cumartesi

kocaman bir yüreği nasıl doldursak bilemedik bugün...

bugün...
nasıl anlatacağımı bilemediğim bir gündü...
bol fotoğraflı, ekranda elmo'lu, nefis cupcake'li, homini yemeli, evcilik oynamalı, resim çizmeli, 2 kadın bir cüceli, gülmece-güldürmeceli, buzz gibi soğuğa rağmen sımsıcak yürekte kaybolmalı...

çok gerçekti...
içten, yumuşacık bakışların eşlik ettiği müthiş bir ofis sahibi CEYDA...
evet ofis... ceyda'nın ofisine gittik biz bugün kızımla tıngır mıngır...
o hem tanıdık hem yepyeni bizim için... çok iyi bir oyun arkadaşı, iyi bir dinleyici, hele o ses tonu... sanki yan odada bir çocuk uyuyormuş gibi... tatlı bir ninni gibi...
yaa ceyda...
ne desem bilmiyorum...
iyiki çıktın karşıma...
ve bizi öyle güzel ağırladın ki, cüceyi susturamadım yol boyunca... gün sayıyoruz biz haberin olsun...
fotoğraflar öyle çoktu ki slide yapmaya karar verdim...
iyi seyirler...

14 Ocak 2010 Perşembe

pişman oldum bile...

Derin bu aralar canıma okusa da, gönlüm razı gelmedi o son yazının bu sayfayı açtığımda karşıma dikilmesine...
silmiyorum tabi, bunlarda bizim yaşanmışlıklarımız çünkü.

ama dedim ki ışıl ışıl renkli bişiler koymalıyım şimdi, buraya gelenleri karşılaması için.
ve birkaç hafta önce yaptığım bu saç bantlarını uygun gördüm en renkli olarak...
Laçin'i biliyorsun değil mi? yaptığı harika saç bantları var, kemerler, diktiği tunikler, elbiseler... ve daha neler neler... bak burda hepsi...
bu bantların benzerlerini de onun çalışmalarında görmüş ve denemiştim... tabi Laçin kadar başarılı değilim ama kendimce oyalandım...

hımmmm... evet şimdi daha iyi hissediyorum...

not: evet ortadaki büyük boncuk her iki banttada aynı, malzeme sıkıntısı yaşadığım zamanlardan...
kendime not : sıkıntını yaz, yaşa, ağla, zırla ama zamanı geldiğinde bitirmesini bil... gülümsemek için ne çok nedenin olduğunu unutma... aynaya bak sık sık ve kendini sev... tıpkı kızını sevdiğin gibi... şimdi kaybol!!!

hiçbiryer bir yaşam alanı, hiçbirşey bir eylem olabilir mi?

bu kez şikayet için burdayım...
insani haklarım elimden alındı...
yemek içmek dışında, çok şükür...
yetişemiyorum...
ya ben yaşlandım,
ya beceriksizim,
ya zaman yönetiminden anlamıyorum,
yada hem anne hem herşey olamıyorum...

oyuncaklarını toplamasını istediğimde, koşa koşa banyoya gider, çişi gelmiştir ve ben yanına gidemem, çünkü bu çok ayıptır, bitince seslenmesini beklemek zorundayım,
telefonla konuşurken, çişi gelir ama kendi yapamazmış o daha küçücükmüş, yanında olmalıymışım. ( bu ne yaman çelişkiyse)
ben televizyonu açsam, mutlaka o sırada çocuk kanalında onun sevdiği bir program vardır, izlemek zorundadır,
ben televizyon izlemesini fırsat bilip, bilgisayarın karşısına geçsem, fazla televizyon izlerse gözleri daha çok bozulurmuş, onunla suluboya yapmalıymışım...
yünlerimi boncuklarımı önüme alsam, mutlaka karnı acıkır uyduruktan, o yemekler 24 kez ısıtılır,
yemek pişirirken, mutlaka onunda eli değmelidir, ete balığa bile...
bulaşık zaten derinsiz yıkanmaz...
ütü yaparken, çıkan buhardan korkarmış yanarız diye, o uyuyunca yapmalıymışım (sanki o uyuyunca buharsız ütü yapıyorum)...
o uyanıkken duş almak nafile bir çaba...
evi Derin süpürünce daha temiz olmuyor işte, bunu ona nasıl anlatmalıyım?
makyaj yapmak için uygun bir yaşta değil, lütfen bunu da anlat,
mandallar saça takılmazdı dimi?
biten kağıt havlu ruloları, nasıl bu kadar çok olup, hepsi yatağın altına sığabilir ki,
biz havluları, kendimize hiç kimsenin sahip olamayacağı güzellikte elbiseler tasarlamak için kullanıyoruz, ya siz?
ayakkabı dolabının önüne sandalyesini çekip, hepsini gün içinde tek tek ayağına giyip, sıkılınca etrafa fırlatması, ilerde yaşayacağı psikolojik bir sorunun belirtisi olabilir mi?
ne zaman susacak?
ne zaman konuşucam?
gazete kokusunu özledim...
uzun ve sessiz kahvaltıları özledim...
yaa bunu yazıcağımı hiç düşünmemiştim ama
Derin'in bebekliğini özledim...
meğer benim kraliçeliğim o günlerde kalmış...

herzaman mıçmıç sevgi kelebeği değilim işte... bu ara bitik durumdayım... derin anlayamadığım şekilde beni paylaşamıyor... ama hiçbiryerle, hiçbirşeyle... anlamsız bir sahiplenme ve ürkütücü bir dağınıklık hakim bünyesine...

üzgünüm kuzum... bu kez böyle olsun...

7 Ocak 2010 Perşembe

dikkat, bu yazı mide bulandırıcı görüntüler içermektedir...

evet ben klasik bir anneyim... çocuğunun yediği yemeğin miktarından hiç hoşnut olmayan, "ayy bir gıdım yedi, kuş kadar yemeyle nasıl yaşıyor bu çocuk hiç anlamıyorum" diyenlerden...

şimdiye kadar kaç kez yalvardım bilmiyorum,
"Allah'ım kızımın parmaklarıyla, böyle iştahlı iştahlı yemek yediğini görebilecekmiyim" diye...
sanırım tuttu...
bunu alışkanlık haline getirirmi diye endişelenmiyorum bile... zira bu yemek faslı 3 dak. falan sürdü ve o da sadece marul yemekle son buldu...

zaten kanıra kanıra yediği tek şey elma, salatalık ve marul... sanırım ömrünün geri kalanında yaşaması muhtemel kilo sorununa şimdiden çözüm arayışı içinde... önlem alıyor zahir...

yine de mutluyum ben... bu yaşına kadar hiç, "acıktım" diyen bir çocuk olmadı... ama bu halini gördüm yaa, şeytan diyor ki bırak çiçek yetiştirme sevdasını, dik balkona domatesi salatalığı, yedir çocuğuna yanakları al al gürbüz bir çocuk olsun...

sanırım uyucam şeytana :)

kırık ayna uğursuzluğunu bile şölene çeviren bir kadın var hayatımda...

olur ya bazen, bir ses istersin, bir ışık evrenden, bir haber sevdiklerinden...
olur bazen kendi kendine yetmezsin, mutlak bir katalizör arayışına girersin...

öyleydi bugün benim için...
keyifsiz başlayan bir gün, tüm ihtişamıyla sürerken, sahnedeki eksik dekoru da tamamladım, üzerine basmamla tuz-buz olan ayna sayesinde...
devamında ne gelecek diye beklerken, öyle bir güzellik oldu ki, nerdeyse şaşkınlıktan kapıya gelen postacıya çıkışıcaktım... ne işin var burda, ben paket beklemiyordum falan diye... neyseki çabuk toparladım kendimi :)

tabi gelen paketin güzelliğinin bunda etkisi büyük... kim karşı koyabilir ki, bir çocuğun elinden çıkan pakete, sevgi dolu bir kalpten dökülen en içten satırlara...
fundacım, fındığım... sen nasıl bir kıyak geçtin bana ki, normal bir zamanda gelse bile beni sevince boğacak olan bu paket, böyle bir günde bana ulaşınca sevgi manyağı oldum...

cıvıl cıvıl bir yılbaşı kartı... paketten taşan çocuk sesleri...

ben inanırım kalplerin karşılıklı oluşuna...
bugünün uğursuzluğunu silmem için geldi bana bu paket...

ve sen öyle bir güzelsin ki, kulağıma küpe yaptım şimdi bugünü....
kırık aynanın uğursuzluğu boş batıl bir inançmış, kulağımda sallanan söyledi...
canım... iyiki varsın... biliyorum hep olacaksın...

6 Ocak 2010 Çarşamba

sana bakmak...

her şey yapılabilir
bir beyaz kağıtla
uçak örneğin uçurtma mesela
altına konulabilir
bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
sallanan bir masanın
veya şiir yazılabilir
süresi ötekilerden kısa
bir ömür üzerine.

bir beyaz kağıda
her şey yazılabilir
senin dışında
güzelliğine benzetme bulmak zor
sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
her şeyden
bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
belki tabiattadır çaresi
senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
ve benim
bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
anlarım bitkiden filan
ama anlatamam
toprağın güneşle konuşmasını
sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla

sen bana ışık ver yeter
bende filiz çok
köklerim içimde gizlidir
gelen giden açan soran bere budak yok
bir şiir istersin
“içinde benzetmeler olan”
kusura bakma sevgilim
heybemde sana benzeyecek kadar
güzel bir şey yok

uzun bir yoldan gelen
tedariksiz katıksız bir yolcuyum
yaralı yarasız sevdalardan geçtim
koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
her şeyi anlattım
olan olmayan acıtan sancıtan
bilsem ki sana varmak içindi
bütün mola sancıları
bütün stabilize arkadaşlıklar
daha hızlı koşardım
severadım gelirdim
gözlerinin mercan maviliğine

sana bakmak
suya bakmaktır
sana bakmak
bir mucizeyi anlamaktır

sağa sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
aşk sorgusunda şahanem
yalnız kelepçeler sanıktır
ne yazsam olmuyor
çünkü bilenler hatırlar
hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
bahçıvanlar değil tüccarlardır
sen öyle göz
sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
sen teninde cennet kayganlığı iken
sana şiir yazmak ahmaklıktır

bir tek söz kalır
dişlerimin arasından
ben sana gülüm derim
gülün ömrü uzamaya başlar

verdiğim bütün sözler
sende kalsın isterim
ben sana gülüm derim
gül sana benzediği için ölümsüz
yazdığım bütün şiirler
sana başlayan bir kitap için önsöz

sana bakmak
bir beyaz kağıda bakmaktır
her şey olmaya hazır
sana bakmak
suya bakmaktır
gördüğün suretten utanmak
sana bakmak
bütün rastlantıları reddedip
bir mucizeyi anlamaktır
sana bakmak
allah’a inanmaktır

YILMAZ ERDOĞAN

not: çok sevdim, paylaşmadan geçemedim...

4 Ocak 2010 Pazartesi

zaten basit bir oyun değil midir hayat...

hayatında bir zamanlar var olanı, hep orada tutabilecekmisin acaba? yada gittiği an hissedecekmisin boşluğunu? o kadar çok sevecekmisin etrafındakileri, en ufak bir değişikliği farkedecek kadar...
tüm renkler olmazsa olmazın mı olacak? belki ben bembeyaz bir hayat düşlerken sana, sen gökkuşağının peşinde mi olacaksın... sen ne istediğini bildikten sonra, rengarenk olmak da iyidir kuzum...dış görünüşüne takılmadan, içini görebilecekmisin insanların... dil, din, ırk gözetmeden... önce insan olduğu bilerek ve hep aklında tutarak... biri olmazsa, oyun bozulur, biz bir mozaiğiz diyebilecek, eksik olanın da peşinde olacakmısın?herkesi özenle yerleştirecekmisin, o benim çok kıymet verdiğim, kimsenin incitmesine asla izin vermediğim ama kaçınılmaz sona uğrayacak olan o, şimdi pıtır pıtır atan kalbine bir bir...gidene dur mu diyecek, yoksa kapıyı açıp yol mu göstereceksin... hangisinin daha gurur verici olduğuna henüz ben bile karar veremezken, sen nasıl öğreneceksin?

peki bu sevdiklerini alırken hayatına, bazılarının seni darmaduman edeceğini, ortalığı kasıp kavuracağını bilsen bile yine kocaman açarak mı kucağını karşılayacaksın gelenleri... ortalığı toplayanın yine senin olacağını bile bile, hem yara hem yarabandı olacakmısın kendine?
söylediklerin karşındakinin anladığıyla aynı olmadığında, kalbin belki haklı belki sebepsiz yere kırıldığında, kaçıp saklanmak yerine, dimdik duracakmısın yine hayatın karşısında... yorulunca nefes almak bir haktır elbette ama nasıl bileceksin, molanın bitiş anını geldiğini ve hızla akan hayata 4 elle sarılman gerektiğini... ben senin için "yardım istenen" mi olucam, yoksa "amaaan o ne anlar" dediğin mi?
biz bir oyun oynadık seninle bugün... basitti aslında. çok basit...
renkli kartonlara rakamları, şekilleri, renkleri yazıp, karışık düzende karşına getirdim, sonra birini sakladım. ve sen buldun hep o eksik olanı... renkleri de... şekilleri de...
biz bir oyun oynadık,
ama ben hep düşündüm...
eksik olanları,
belki hiç gitmeyecek olanları...
seni...
geleceğini...
basit bir oyundu aslında...
ama zaten hayat dediğimiz,
basit bir oyun değilmidir....

velev ki yazasım yok...

o zaman şimdilik bu fotoğrafları koysam sadece... olur mu???
hala çok yorgunum...
maillerime de dönemedim...
kısacık bir mola...
bomba gibi dönmeyi umuyorum.





sevgilerimle,

duygu