31 Ağustos 2009 Pazartesi

oysa ben; saçlarımda beliren kırlıkların, pişmanlıktan olmamasını dilemiştim...

tek istediğim mutlu etmek ve sonra bundan mutlu olmaktı.
işte bu sıralama hatası, şimdi kafamdan geçen bir otobüs dolusu soru işaretinin sebebi.

oysa mutlu insan, mutlu eder değil mi?

peki ben, çaresiz bir kısırdöngü içinde, mutluluğumun nerde başlayıp, nasıl bittiğinin sınırını belirleyememişsem?

birini sevmek, kendimi unutmak oldu her zaman. şimdi unuttuğum kendim, şikayet ediyor: " neden başkasına ait kendi kaderinin tayin hakkı?"

yoo bir kara sevda zulmü değil yaşadığım. anne ve kadın olmanın bünyemde yarattığı depresif ruh halinin dışavurumu..

hep suluboya renkliliğinde değil hayat, işte şimdi kelime köküne indim. sulu-yum bu ara ben, boya-nın ahengine hasret...

biliyormusun, ne büyük bir lükstür çantanı kapıverip evden öylece çıkabilmek...
bir buluşma, alışveriş yada öfkenin biraz dinmesini sağlayabilmek için...

ama yok, bu yolu ben seçtim...
yetersizliklerim, korkularım, hiç bitmeyen isteklerim, apansızca beliren heveslerim, şiddetli gezme merakım olmasına rağmen, sadece "anne" ve "eş" olmayı ben seçtim.

çünkü istiyordum ki, -mesela- sabahları içilen bir bardak çayın ardından eşime işe yollayıp, kahvaltıma kızımla güle-oynaya devam edebileyim,
herşeyi "sadece" ben öğretiyim, hazırlıyım, gün boyu, gece boyu, "ben" olayım onlar için...

unuttum, henüz 28 yaşında olduğumu... dikişe, sinemaya, tasarıma, kemanıma zaman ayırmazsam, beni "ben" yapanlara sırtımı dönersem kendimi kaybedeceğimi unuttum... sandım ki ben "kızım ve eşim"im...

şimdi üzülmemeli esasında değil mi?

hayat bu; başkaları için "birinci adam" olmak da var, "yoldan geçen adamın sesi olmak"da...

oysa ben...
biri için mesela, düştüğünde dizini ilk üfleyen, "geçti annecim" diyip sıkı sıkı sarılan olmak,
diğeri için, "burda yetkili ben olabilirim ama bizim evde kuralları hatun koyar" densin istemiştim...

yani, hep olayım ki onlar için -tüm bencilliğimle-
saçlarımdaki kırlıklar, pişmanlıklarımdan olmasın istemiştim...
şimdi ise ne "ben" olabiliyorum, ne "anne", nede bir "eş"...

29 Ağustos 2009 Cumartesi

tüm renklerim sana bağlı sardunyam...

"hani yazda olsa yaşadığın mevsim, sen karakışı hissedersin ya,
dışarda güneş pırıl pırıl parlasa da, yüzüne yağmur damlaları değer...

üstündeki şifon elbisene, bir hırka geçirirsin, tenini değil ama ruhunu ısıtması için...

sonra yaz böyle geçmez, geçmemeli dersin.
gözün görmüyorsa gökkuşağını, alırsın eline tüm renkleri sokarsın o görmeyen gözünün taa içine...
yetmiyorsa yinede...
aa toprak var bak birde,
al eline karıştır parmaklarınla kahverengini sevmesende, sonra kokla elini, duy içinde o doğallığı...
iyi gelecek biliyorsun..."

dedi içimdeki kelebek...
dinledim... hatta yaptım...
şimdi elimde boncuğun, boyanın, yünün her rengi var...
her birine başka bir dilekle başladım.

ne demişti, birde toprak var dimi...
al işte sana sardunyalar, renk renk...
hangisi, ne renk açacak bilmesemde,
diyorum ki bir oyun oynasam...
mesela en sağdaki sardunyam boncuğum olsa,
ortadaki yünüm, soldaki ise boyalarım...
her birine başka bir dilek dileyerek başlamıştım ya,
önce hangi renk sardunyam açarsa, o dileğim kabul olacak olsun...
hayal bu ya...
noolur sanki,

biri gerçek olsun...

28 Ağustos 2009 Cuma

bu akşam, küçük kalmış büyüklerdik...

3 sene aynı sınıfta dirsek çürüttüğüm arkadaşlarımla, her buluşmamızda anlatacak yeni lise anılarımızın olması, bazen aslında hiç mezun olmadığımızı düşündürüyor bana...
hani nerdeyse "yaaa kızım yaa fizik yazılısına çalıştınız mı, ben hiçbişi bilmiyorum, kafam çorba gibi" diyecekken, eteğimi çekiştiren bir kız çocuğunun "anneee çişiiim" demesiyle, üzerimdeki okul forması, anne elbisesine dönüşüyor birden...

geri döndüğümde, masadaki şen kahkahalar, aslında hala o yaşlarda olduğumuzu hissettirse de, ben yaşça en küçük (aralık ayında doğmam sebebiyle) ama hayatta en büyük adımları atmış tecrübeli bir anne olarak oturuyorum yerime... bir elim bavulumsu çantamdan kızımın koşturmaktan terlemiş olan sırtına koyacağım mendili ararken, diğer elim hala lise defterimi tutuyor...
ne garip...

birde hani şu secret yasası var ya... hani evrene gönderdiğimiz sinyaller...

bu akşam, biz her buluşmada yaptığımız gibi, elleri öpülesi hocalarımızı pek bir ballandırarak çekiştirdikten sonra, evlerimize dağılıp tv karşısına geçtiğimizde, "var mısın, yok musun?" yarışmasında, edebiyat hocamız Atilla Ayral'ı görürüz. herkesin tek tek birbirini arayıp, "ohaaa lannn amma da güçlü seslenmişiz evrene" diyişimiz hala lise gençliği kabalığında değil mi?
sen istediğin kadar oku, çalış, anne ol, bulduğunda o çocukluğundan bir sureti, al işte 16 yaşındasın...
ama sivilcesiz :)
not: derin gripli haliyle herkesi yalap şalap öptü... kızımın hastalığından bahsetmemişim... hay aksi! şimdi yarın herkese geçmiş olsun mesajı atmalı...

26 Ağustos 2009 Çarşamba

ödülün hakkını vermek hiç bu kadar zor olmamıştı...

hani ben artık baya uzun aralıklarla yazıyorum ya... sanma ki hiçbişi olmuyor hayatımda. aksine tüm renkleriyle beraber doğuyor gün üzerime ve tüm yorgunluğunu bırakıp terkediyor beni...
"peki nerde yaşadıkların?" dersen, "o çok güvendiğim hafızamda hepsi" derim, bunun koca bir yalan olduğunu pekala bilerek...

kimisi okuduğu kitabın nerdeyse tüm konusunu anlatır, kimi gezip gördüklerini makro fotoğraflarla paylaşır, kimi hayalini resmeder, kimi öfkesini, sevincini, özlemini...vs. hepsine ayrı ayrı hayranım, o ayrı ama ben... anılarım, paylaşmak istemediğimden değil, akıl edemediğimden ister istemez atılır derinlere, zaten pek bir karışık olan zihnimde fazlaca yer tutmaya mahkum olurlar... akşam ne yediğimi sorsan söyleyemeyecek olan ben, Derin'in ilk dişinin çıktığı günü, çişini söylediği ilk günü şimdi hatırlıyorum evet ama bundan 5 yıl sonra...

işte bu yüzdendir ben, (1) en çok hafızamı kaybetmekten korkarım... isimleri, yüzleri unutmaktan değilde, o isimlerin hayatıma kattıklarını unutmak en feci olanıdır bence...

hani her kadın gibi benimde kendimce yaptığım fiziksel değişiklikler oluyor... paylaşmayı akıl edemiyorum ya, belki (2) her kuaförden çıkışımda, eve gelip elime makası almamın paylaşmayı akıl edemememde etkisi vardır... çünkü ben aklımdan geçen modeli kuaföre anlatırken sanırım Fin'ce konuşuyorum ki, kuaför anlamayıp kendince bir model çıkarıyor ortaya... sonrada iş başa düşüyor... saçlarımdaki değişikliği bloğumda paylaşmaya kalktığımda üzerinden zaten 2 hafta geçmiş ve ben o modelden de sıkılmış oluyorum...

(3) aslında ben evde sürekli kendi kendine konuşan, kavga eden biri olduğum için belki birileriyle bişileri paylaşmayı beceremiyorum... mesela en heyecanladığım olayı, en öfkeli durumu hemen banyoya kapanıp ayna karşısında, karşımdakine (o an kim olmasını istiyorsam aynadakinin) anlattığım zaman gerçekten birine anlatmış kadar rahat ediyorum... ve reel biri ile konuştuğumda sanki bu olayı daha önceden ona anlatmışım gibi bana yardımcı olmasını bekliyorum... ama merak etme durumu hemen toparlıyorum... henüz bir psikoloğa görünmemi isteyen olmadı :)

(4) çok fazla hayal kuruyorum... mesela 3-4 tane öykü denemem olmuştu... bunun üzerine hemen bir kitap yazacağımı ve imza günümün olacağını hayal ediyorum... yada keman kursuna başladığımda müthiş parçalar çaldığımı, hatta kardeşimin düğününde onlara özel bir parça besteleyeceğimi ve herkesin beni hayranlıkla izleyeceğini hayal ediyorum... şuan dikiş dikme maceramda da birgün belki bir modaevi sahibi olurum diye hayallenmekten kendimi alamıyorum... işte bu hayaller beni paylaşma konusunda frenliyor... insanların beni çocuk gibi görmelerini istemiyorum ve herşeyi kendime saklıyorum...

(5) derin'in bu dünyada asla ama asla vazgeçemeyeceği tek insan olmak istiyorum... benim hep çok sevilmek gibi bir kaygım var... bu düşüncem yüzünden bencillikle suçlanmaktan çekiniyorum... derin'in, ne yada kim olursa olsun, benim önüme hiçbirşeyi geçirmesini istemiyorum. kızımı hayatımın merkezine koyduğum için, aynısını ondanda bekliyorum içten içe... bunu ona empoze etmiyorum, bu isteğimi asla dile getirmiyorum tabiki ama bu düşünceden de vazgeçemiyorum... bunun sapkınlık olarak değerlendirilmesinden çekindiğim için kimseyle paylaşamıyorum...

(6) önceleri hiçbir duygumu saklayamazken, şimdi "poker face" denen ifadeyi takınabiliyorum... evet 3 saniye sürüyor belki ama buda bir başlangıç sayılır dimi...

(7) tüm bu yazdıklarımdan sonra kendimi çıplak gibi hissediyorum...


peki neden yazdım bunları...
ve o fotoğraflar da ne öyle?

blog dünyasının en sevdiğim blogcularından biri olan GECE bir ödüle layık görmüş beni... kreatif blogger ödülü... (fiuuvv ne fiyakalı bir isim dimi)
kocaman kocaman teşekkür ediyorum...

aslında ben bildiğin gibi genelde yazı yazıyorum... yukarda yazdığım birçok maddeden anlayacağın gibide paylaşıma çok açık değilim... ama GECE beni, sanırım yazılarım için bu ödüle layık görmüş...
tabi ödülün birkaç maddesi var... öncelikle size bu ödülü veren kişinin linkini veriyorsunuz ve ödülünüzü 7 kişiye paslıyorsunuz... işte ben burda çuvallıyorum. çünkü ödülü vermek istediğim birçok kişi zaten ödüllenmiş durumda... ama 1 kişi var ki kendisinden yeni haberdar oldum... sevgili stitch land... bence bu ödülü çok çok hakediyor...
sonra, sevgili sarhoşbalığım... anneliğine hayran olduğum...

fotoğraflara gelince... ben bu ödülün hakkını vermek istediğim için (naçizane) birkaç küçük çalışmamı paylaşmak istedim...

ilk fotodaki uyku gözlüğünü dün akşam yaptım...(bugünde bir arkadaşıma hediye ettim)
çiçekli tokada, akşam uykusuzluğumdan nasibini aldı...
ve o 3 raf, boş duran duvarın sıkıcılığından kurtulmak içindi... tamamen bana ait...
hani dedik ya ödül kreatif blogger... kıyısından köşesinden bir kreatiflik katayım dedim :)
ve son olarak kırmızı puntolarla numaralandırılmış maddeler, ödülün kurallarına göre,
ödülü alan kişinin kendisiyle ilgili yazması gereken 7 özelliği... oldu mu şimdi...

yani özetle, bu ödülün kuralları şu,
size ödül verene teşekkür etmek (yani o kadarda kaba değiliz canım söylenmese de teşekkür etmesini biliriz)
ödül verenin linkini yayınlamak
ödülün logosunu yayınlamak, (aha unutmuşum)
7 yaratıcı blogger belirlemek
bu bloggerların linklerini vermek,
ödüllendirdiklerinizi haberdar etmek,
kendiniz hakkında 7 ilginç şey yazmak.

bitti sanırım...
ah gece yaaa.. ne zahmetli işmiş bu... hele kendimden böyle bahsetmek...

çok utanıyorum...
















21 Ağustos 2009 Cuma

düpedüz düz mantık bu yahu...

derin - yaaaa yüzüme üfleme, ben rüzgar gülü değilim...


19 Ağustos 2009 Çarşamba

tüm alkışlar yurdum insanına...

çok acayip bir ülkenin pek acayip vatandaşlarıyız...
gülüyorum ağlanacak halimize ama seviyorum ülkemi de, temiz vatandaşımı da...

alkışlar hazırsa, başlıyorum...
1-banyonun lambası yanmayınca elektrikler kesik zannedip, yarım saat gelmesini bekleyen. beklerkende canı sıkılmasın diye televizyon kişiye,
2-3 ay önce aldıkları ve "necmi" ismini verdikleri kaplumbağanın vefat etmesi üzerine, hazin bir cenaze töreni düzenlenip, necmi'yi toprağa verdikten sonra, kaplumbağayı aldıkları dükkana gidip, necmi'nin neden sebepsizce ölmüş olabileceğini sorduktan sonra, dükkan sahibinden kaplumbağanın kış uykusuna yatmış olduğu cevabını alıp vicdan azabı çeken kişiye,
3-tikky olduğu her halinden belli olan hanım kızımız, beşiktaş-taksim dolmuşunda arkadaşına dert yanmaktadır. "şekerim 4.kez girdim öss'ye, kazanamadım.gidicem sonunda Amerika'ya o olacak. böyle böyle beyin göçü oluyor işteeaaa" diyen özgüveni göklerde olan şahsiyete,
4-lisede edebiyat dersinde okuduğu şiir bitince sınıfa dönüp, "bu şiiri ünlü Alman yazar Goethe yazmıştır" diyen hocaya, "niye gö.te yazmış, kağıt bulamamış mı" cevabını veren arkadaşa,
5-ingilizce sınavında "nice........" şeklindeki boşluğu, "nice mutlu yıllara" şeklinde dolduran dahi yada aptal öğrenciye,
6-lisede edebiyat kitabından bir metni tüm sınıfa sesli olarak okurken V.Hugo'yu, beşinci Hugo olarak okuyan sivri öğrencimize,
7-karnesi çokça zayıf notla dolu olan çocuğun annesi, diğer aile fertlerini uyarır. "sakın çocuğun moralini bozmayın, sakın kötü bir söz söylemeyin". uyarılar özellikle babaya yapılır. "hele de sen sakın çocuğun gururunu kırma". baba dayanamaz "karne için ne zaman özür diliyicez" cevabını verir... işte bu mükemmel babaya,
8-bankadaki gişede işlem sırası beklerken, yan gişede işlemini yaptırmakta olan teyzeyi izliyorum... işlemi yapan kadın teyzeye soruyor; "parayı kim alacak teyze, alıcısına ne yazalım?", teyze cevap verir "bu paranın hayrını görme inşallah yazalım"... bu bezgin teyzeme,
9-gece saati eve giderken yolun tenhalığından kırmızı ışıkta geçme cüretini gösteren sürücüye, yurdum polisinin anonsu "o geçtiğin gece lambası değil, çek bakiiim sağa"... görevini büyük bir kibarlıkla yapan polisimize,
gelsin en kocaman alkışlar...

biraz gülümsemek iyi geldi mi???

17 Ağustos 2009 Pazartesi

çoktan seçmeli...


derin - anne sukutur mu (scooter) istersin, çulakola mı (çikolata)?
ben - hımmm çikolata olsun ama çok sütlü... scooter için ben biraz küçüğüm düşersem dizlerim acır.


derin - anne ben kilamingo (flamingo) mu olucam, karga adam mı (kardanadam)?
ben - hımmmm bu pembe halinle bence kilamingo olsan çok yakışır sana...


derin - anne ben mi küçüküm, sen mi büyüksün...
ben - ikimizde aynıyız sanırım... hem büyük, hem küçük...


akşam baba gelir...
naaptınız bakalım bugün kızlar?


derin - annem çok küçüktü, sukuturdan düştü, ben onun bacağını öptüm geçti, kilamingo besledik bizim balkona geldi... babaaaa biliyomusun ben büyüdüm...


baba - ????!!! siz bugün fazla uyuyamadınız galiba...


16 Ağustos 2009 Pazar

birgün yine ben böyle...

Derin'le ömrümün en huzurlu, en sabırsız, en konuşkan ve bir insanın yaşayabileceği her ne varsa, onun "en" olanını yaşarken, anlıyorum ki...
ben hiç birşey görmüyorum,
hayal kuramıyorum,
sağırım
ve baya baya otun tekiyim işte...

bu kız (Derin... ve aslında her çocuk) benim pek bir sağlam olan gözlerime taktığım kavanoz dipli bir büyüteç, işitme cihazı, beynimin hayal kurduran ekstra sağ lobu gibi... hayata farklı bakıyorum onunla...

daha nasıl çizdiricem karizmayı, nelere şaşırıcam bilmiyorum...

yahu çocuk anlatıyor sana güzelce. azıcık ters köşeye yat, en saçma olandan başla anlattığını tahmin etmeye... çocukla çocuk ol işte... bırak ebeveyn ayaklarını...

bak ne diyor sana..

derin - anneeeee böyle açmış kollarını, uçucak şimdi, böyle benim saçıma konucak, bak bak "tık tık" diyoooo ya anneeee... söyle gelmesin...

ben- annecim arı mı var odada, ben görmüyorum. (örgümü örüyorum ve kızıma hiççç bakmıyorum... utanç!!!)

derin- haaaayııırrr arı diil. böyle siyah siyah, bak kollarını böööle kafasının üstüne koymuş, böyle bak atlıycak şimdi.

ben- annecim Esma'nın sana anlattığı canavardan mı bahsediyorsun. canavar diye bişi yoktur. esma sana şaka yapmış (haaalaaa bakmıyorum O'na)

derin- haayyııırr canalar diil. canalar demiyorum (zaten diyemiyorsun kuzucum, canalar diil o canavar). bak hani böööle 3 vaaaar, 6 vaaaar, bak "tık tık" diyooo. kollarını kaldırmış böööle, anneee uçucak mı oooo, söyle uçmasın...

ben- (etrafıma bakınırım nihayet veee) haaaaaaa....

(itiraf ediyorum, kendimi mal gibi hissediyorum, bakınız neden bahsediyor)
küçülüyor ve Derin'in arkadaşı oluyorum, hani böyle en kadim olanından...

hadi kaçalım uçucak şimdi ve bizi yiyiceeeekkkk... hahahaaaa hahahaaa.... bahçede alıyoruz soluğu...
aslında bu hayal kurmaca oyunuymuş... ben çürük elma oldum... :)


not: saat, köy evimizin duvarındaki 20 yıllık duvar saati... tepedeki yıldızımsı şekli kafa gibi düşünürsek, gerçekten kollarını yukarı kaldırmış gibi durmuyor mu yaa... 3 vaaaar, 6 vaaar... daha ne olsun :)

14 Ağustos 2009 Cuma

bir tatil böyle geçti....




itiraf ediyorum aslında içimde hiç fotoğraf çekme isteği olmadan, gezip gördüğüm, yiyip-içtiğimin tüm bencilliğimle bana kalmasını istediğim bir yaz oldu benim için.

ama biri vardı ki,
kare kare çeksem fotoğrafını doymam...
kuzenim.
kıskanılacak kadar şirin bir yüze sahip ve bunun fazlasıyla farkında...
not: imleci slide'daki fotoların üzerine getirseniz açıklamaları okuyabilirsiniz...

9 Ağustos 2009 Pazar

çok gittim, eksik döndüm...


çabucak geçen 1 ayın ardından nerden başlamalı ki söze...
düşündüm...
düşündüm...
en iyisi sadece "burdayım, iyiyim" demek...
3 gün oldu geleli...
ama ruhum uçağı kaçırmış olacak ki hala oralarda...
adapte ol duygu...
evinle ilgilen duygu...
istanbul'un sıcağında kavrul,
tatil fotolarını düzenleyip, bakaaa bakaaa serinlemeye çalış duygu...
hemen...

yani demem o ki,
gittim, gördüm ve kuyruğumu kıstırıp döndüm...

mutluyum...