işte bu sıralama hatası, şimdi kafamdan geçen bir otobüs dolusu soru işaretinin sebebi.
oysa mutlu insan, mutlu eder değil mi?
peki ben, çaresiz bir kısırdöngü içinde, mutluluğumun nerde başlayıp, nasıl bittiğinin sınırını belirleyememişsem?
birini sevmek, kendimi unutmak oldu her zaman. şimdi unuttuğum kendim, şikayet ediyor: " neden başkasına ait kendi kaderinin tayin hakkı?"
yoo bir kara sevda zulmü değil yaşadığım. anne ve kadın olmanın bünyemde yarattığı depresif ruh halinin dışavurumu..
hep suluboya renkliliğinde değil hayat, işte şimdi kelime köküne indim. sulu-yum bu ara ben, boya-nın ahengine hasret...
biliyormusun, ne büyük bir lükstür çantanı kapıverip evden öylece çıkabilmek...
bir buluşma, alışveriş yada öfkenin biraz dinmesini sağlayabilmek için...
ama yok, bu yolu ben seçtim...
yetersizliklerim, korkularım, hiç bitmeyen isteklerim, apansızca beliren heveslerim, şiddetli gezme merakım olmasına rağmen, sadece "anne" ve "eş" olmayı ben seçtim.
çünkü istiyordum ki, -mesela- sabahları içilen bir bardak çayın ardından eşime işe yollayıp, kahvaltıma kızımla güle-oynaya devam edebileyim,
herşeyi "sadece" ben öğretiyim, hazırlıyım, gün boyu, gece boyu, "ben" olayım onlar için...
unuttum, henüz 28 yaşında olduğumu... dikişe, sinemaya, tasarıma, kemanıma zaman ayırmazsam, beni "ben" yapanlara sırtımı dönersem kendimi kaybedeceğimi unuttum... sandım ki ben "kızım ve eşim"im...
şimdi üzülmemeli esasında değil mi?
hayat bu; başkaları için "birinci adam" olmak da var, "yoldan geçen adamın sesi olmak"da...
oysa ben...
biri için mesela, düştüğünde dizini ilk üfleyen, "geçti annecim" diyip sıkı sıkı sarılan olmak,
diğeri için, "burda yetkili ben olabilirim ama bizim evde kuralları hatun koyar" densin istemiştim...
yani, hep olayım ki onlar için -tüm bencilliğimle-
saçlarımdaki kırlıklar, pişmanlıklarımdan olmasın istemiştim...
şimdi ise ne "ben" olabiliyorum, ne "anne", nede bir "eş"...
