19 Mayıs 2010 Çarşamba

o senin dünyan... en yaşanılası olan...

yaratıcılığının sınırlarını zorlarsan ihtiyacın kalmaz belki barbie bebeklere, ışıklı düdüklü oyuncaklara...
aslında ne yapacağını bildikten sonra, sana yetmeli bir kap, bir kaşık yada ne biliyim basit herhangi bir nesne...
hayat da öyle değil mi? nasıl görürsen onu yaşarsın...

sen sürahiden sadece su mu içiyorsun mesela?
biz onun ağzını açıp dişlerini kontrol ediyoruz mütemadiyen... birde acıktım diye bağırıyor arsız arsız yemek saatinde... doymak da bilmez... (diş sayısı six- artık ingilizce sayıyoruz)
boynuna taktığın kolyenin elele tutuşan bir çift olduğunu düşünüyorsan yanılıyor olabilirsin, dikkatli bak. onlar birbirlerini kendilerine doğru çeken çocuklar...

-neden çekişiyorlar anne, ip mi tutuyorlar orda, kısa hani böyle bizim görmediğimiz...
sanırım biraz romantizm yoksunu olacak benim cüce...
aklında bulunsun, dışarda hava rüzgarlıysa, seksek pekala evde de oynanabilir.... önce hayali rakamları yazarsın, hayali kalemle, gerçek halıya... sonra gayet gerçek bir şekilde zıplarsın kan ter içinde kala kala...
takı toka merakın da bitmez ya hani dişi bir varlıksan... anne de her zaman izin vermezse inci boncuğu ortalığa dökmene... boş boş durmıycaksın elbette... tokaların ne güne duruyor...
belki de eline en çok yakışan takı rengarenk tokalardır...
yada o tokalar belki tavukların yemesi için evin içine serpilmiş minik şekerlerde olabilir... tavuk şeker yer mi hiç deme? yumurta neden lezzetli sanıyorsun akıllım :) ahhh uyduran aklımı seviyim :)
ve sana bir sır veriyim mi çocuk? çözdün sen kadın-erkek ilişkisinin temelini... nutella kavanozunu kaşıklarken, ağzından çıkanlar daha tatlıydı biliyormusun...

-anne, ben Can'la hiç ilgilenmiyorum ama o beni hep itiyor. ben Ege'yle oynarken gelip hep benimle ilgileniyor (ilgilenmek=cümle içinde sık sık kullanıyoruz) ama ben hep Ege'yle ilgileniyorum. istemiyorum Can'ı. o hiç beni rahat bırakmıyor. ben gittikçe yanıma geliyor.
işte bu...
biz buna kaçan kovalanır diyoruz çocuk...
öğreneceksin...
sen bunu öğrenirken de, acaba ben sana yine bu ağzı nutella bulaşığı kızıma baktığım gibi kıskanmadan, sevgi dolu bakabilecekmiyim... gözümün kenarından akacak bir damla yaşın garantisi var evet ama gidip o Can'a (yada adı her ne ise) "heyyy kızımı rahat bırak, görmüyormusun işte, seninle ilgilenmiyor" dememek için kendimi tutabilecek miyim?

peki sen şimdi olduğun gibi yalansız, masum anlatacakmısın bana herşeyini?
ben dinlerken -sadece- senin büyüdüğünü yine ve yeniden anlayıp, yaşlandığımı gözardı edebilecekmiyim?

hani diyorum çocuk, hiç büyümesen...

3 yorum:

Zeynep'in Evi dedi ki...

anlatacak tabiii..
senin gibi..
anne gibi..
arkadaş gibi annesi olduğu için içini korkmadan dökecek annesine=)

nohut oda dedi ki...

keşke büyümeseler hep böyle evin neşesi olarak kalsalar..
ama kanun böyle..

fatoş dedi ki...

nerelerdesin yahu, yine kayıplara karıştın :)