25 Nisan 2010 Pazar

söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil...

ses tellerine yerleşmiş bir tümörün, her sabah çığlık atarak bedenine ne kadar yerleştiğini kontrol eden bir hasta gibiyim, her sabah kalbimi dinlerken...
evet kalbim pompalıyor yine kanımı, nefes alıyorum...
ama...
seviyormuyum???
yine atıyor mu birkaç zaman öncesi gibi?

ilk önce aklıma seni getiriyorum, kalbimden karnıma doğru yayınlan bir sıcaklık varsa, içimdeki kelebeklerin kanat çırpışlarını hissediyorsam yine hafif bir sancı gibi, şükrediyorum Allah'a ve sana...

sonra...

sevdiren sen misin, yoksa sevmek isteyip de bahane yaratan ben mi diye soruyorum kendime... bunun cevabını adım gibi bildiğim(iz) halde...

sadece -an itibariyle- ben artık emin değilim... insan ne kadar kandırabilir kendini? yada kaçma sınırı nedir mesela gerçeklerden?
yoo hayır, "gerçek" derken, beni sevmediğinden bahsetmiyorum. yani bunu düşünmek istemiyorum... yine kaçıyorum dimi... yazarken bile, kendimleyken bile dürüst olamıyorum.

söyle! nasıl unuturum ben, giderken yüreğime çakılı bıraktığın iki paslı çivi gözlerini...
nasıl kuruturum, gözlerime söz geçiremeyen bir kalp dolusu gözyaşımı?
şimdi elime aldığım kemanımdan çıkarırken bir sevdanın hesap tutmaz envanterini, kopardım işte, senin benden koparıp aldığın hayallerim gibi, bir telini...
kemanım bile eksik artık, senin hesabını ondan sorduğum için... yaralıyız biz... bu yüzden mi bu kadar acıklı ses verişi, akord tutmazlığı... bende iflah olmaz bir aşık mıyım şimdi, eksik bir yanını değmez bir sevdaya harcayan...

biliyorum, kimsede kalmadı bendede kalmayacak bu sızı... ama serde sevdalık var, yaşıyorum - yaşatıyorum işte kendime sensizliğin acısını...

kızgınım sana adam... ne kadar seviyorsam o kadar işte... sevmenin getirisi belki yada sevmeyi bilmemenin...
sahi ben bilmiyormuyum sevmeyi? yada belki sen böyle sevilmek istemediğin (ve belkide buna alışık olmadığın için), buna karşılık vermediğin için mi ben kendimi suçluyorum durup durup... bu vazgeçişlerin hesabını niye kendi haneme işliyorum hep... seni severken de, senden vazgeçerken de, kendime kızıyorum aslında farkındamısın?
o zaman senin rolün neydi bu ilişkide... (ilişki ???)
ben yarattıysam hepsini zihnimde, gidişin bu kadar üzmemeli beni?
yada senden gidişim... (senden gidişim dedim, duydun mu?... çünkü vazgeçilmez değilsin bende... bil... yoruldum ben... ve dahası sıkıldım...)

sadece üzülüyorum, bil istiyorum. yansın canın, beni üzdüğün için. bu kadar sevilirken, ağzından çıkan her "keşke" kelimesini, "iyiki"ye dönüştürmek için çırpınırken ben, sen bana nasıl kayıtsızsın böylesine... acıyor ulan canım, acıyor işte...
git...
yaralama artık...

tutar gibi yapıp ucundan, kenarından çekiştirme yüreğimi.
Çünkü; buruşturulmuş olmak hissi nasıldır bilemezsin...

7 yorum:

Zeynep'in Evi dedi ki...

duygu nekadar yakışmışsınız kemanla birbirnize:)

Adsız dedi ki...

resimler çok güzel çekilmiş,çekilende çok zarif...

Yazgüneşi dedi ki...

Duygum döktürmüşsün gene
her satırında biraz yazgüneşi bulmadım desem yalan...

kemana gelince
hadi
beklemden
yeniden...

yaparsın sen ;)

fatoş dedi ki...

çok yakışmış canımmm... yazı da her zamanki gibi etkileyici, gönlüne sağlık...

nehircce dedi ki...

Muhteşemmm ...Yüreğine sağlıkkk

Primarima dedi ki...

Duygu bır kadına bır keman bu kadarmı yakısır hani...
Neden böyle güzel yazarsın ki ?

duygu dedi ki...

-zeynebim,
teşekkür ederim. ceyda çekince fotoları sonuç mükemmel oluyor işte

-gökkuşağı,
teşekkür ederim.

-yazgüneşim,
aynı hislere sahip iki yabancıyız biz... keman işi tamamdır.. hadi çalmaca kopmaca :)

-fatoşum,
teşekkürler canımın içi

-nehircce,
teşekkürler ve kocaman sevgiler.

-ebruşşş,
amanın uçtum yahu... mersi şeker!