24 Haziran 2010 Perşembe

(g)izinde kaybolurken...

buruşuk bir kumaşın, ütüyle düzelmesi gibi kalbim, seni severken...
değdikçe tenime, aktığınca içime daha temiz, daha duruyum...

senden önceydi..
aşk; çağrıldığı her randevuya geç kalmış demekti...
takvim tutmaz acınası bir gerçek gibiydi...
senden önceydi...
kendi coğrafyamda, mevsim normallerinin üstünde bir yağmur gibiydi gözlerim...
ve sen geliyordun...
tüm zamanları aşarak, takvim tutmazlığın canına okuyarak...
şimdi aşk;
afacan bir çocuğun muzip gülümsemesi gibi,
bir annenin çocuğunun üstünü örtmesi,
ağrıyan bir dişin morfinle uyuşması,
okulu kırmanın tarifsiz keyfi gibi...
şimdi aşk,
bana sen, sana ben kokmuşlar gibi...

sana diyorum sevgili...
yalnızlığımı katleden failim... meçhul olamayacak kadar ezberimde adın... yüreğim seni ele veren karakutum...
bunca yaşanmamışlığa rağmen böylesine aşina iken sana,
nasıl ihbar ederim seni?
cezan müebbet, kalbimin en ücrasında...

bir orman kuytusunda keşfedilmeyi bekleyen, adı bile henüz konmamış bir çiçek gibi yaşadığım(ız)...
sevgimle sulasam seni, büyütmeme yeter mi?
çiçeklerle konuş derdi annem,
"denize dökülen zehirli atıklar gibi ağır ağır karışıyor kanıma yokluğun", desem,
kıyamaz, hemen açarmı yapraklarını sevdam(ız)...

ödünç bir tutku değil bu,
ölümüne var, yokluğuna kör...
bize var, başkasına zor...

aşk iki kişiliktir, derler...
peki aşk çift kişilikli mi?
bana ölümüne, sana geçici mi?
bu şehri bir gün sana anlatıcam, sana yaşayacak, sana uyanıcam senli günlerin koynunda...
söyle sevgili...
ben giderken, sen dönmezsin dimi?

bir pazaryeri kalabalığı var yüreğimde,
yolunu kaybetmiş bir turist gibi gezinirsen tüm şaşkınlığınla,
gözlerini sadece acemice elimde tuttuğum tabelama çevir,
yüreğimin krokisi var avuçlarımda...
korkma...
ilerle...
seni sarıp sarmalayacak bir aşk bulacaksın yolun sonunda...

Hiç yorum yok: