31 Ağustos 2010 Salı

aynılık da bir farktır...

Derin...
-elimi tutmandan hoşlanmıyorum,
-kimse önüme geçmesin yürürken, rahatsız oluyorum.
-bu elbiseyi giymek istiyorum, karışma bana.
-uykum gelirse yatarım, bi daha bi daha söyleme.
-yemek yemedende süt içebilirim, çünkü canım "şimdi" süt içmek istiyor.
-seni, şu odanın kocaman kapısı kadar seviyorum anne.
-nasıl istersem öyle ingilizce konuşurum, çünkü ben ne dediğimi anlıyorum.
-keşke evimiz parkın içinde olsaydı.
-anne çok heyecanlıyım, Emre'ler gelmişmidir acaba?
-off hergün okula gitmek çok sıkıcı.
-bütün dünya balonlardan oluşsaydı...
Duygu...
-off bu yaka kartıyla kendimi damgalı eşşek gibi hissediyorum. sıkıntı !!!
-trafikte sollamak ruhumda yatıyor. tanrım ben bir canavarım !
-döpiyes giydiğimde, ruhum alaturka oluyor. daha bir ciddi seviyorum seni, hatta gönlünüze talibim katibim !
-o raporu enerjim yüksek olduğunda hazırlarsam kusursuz olur.
-ahhh o tatlının şerbetini kaşık kaşık yesem, yemekten önce midem bulanmaz ki. hem çocukmuyum ben yahu !
-kızım, sen benim atlıkarıncamsın... etrafımda dönüp duruyorsun!
-bazen uyduruk kelimelerle derdimi anlatmayı seviyorum. kimse anlamasın, derdim anlaşılmak değilki, kendimce konuşmak.
-keşke, evim sırtımda olsaydı.
-derin, çok heyecanlıyım, sence bu puzzle bitince nasıl olacak?
-off hergün ofis!
-bütün dünya, karamel koksaydı yada vanilya... hımmm nefiss!!!
O bir yay, bende öyle... özgürlüğüne düşkün, başına buyruk, mutluluk balonu, sevgi kelebeği, çokça huysuz, dili sivri ama yaşanılası :)
aramızda 25 yıl fark var ama;
bir pamuk şeker gördüğümüzde gözlerimizdeki ışıltı birbiriyle yarış ediyor...

30 Ağustos 2010 Pazartesi

gayet fashionable :)

insan bazen hiç beklemediği bir anda, bambaşka yerlerde bulabiliyor kendini...
üstelik kafası fevkalade karışıkken,ve o an gardrobu aklının köşesinden bile geçmiyorken, biri tutar elinden, silkeler seni ve bırakırsın geçmiş envanterini bir kenara,
klasik kadın moduna girer, modaya sararsın...
ama aklındaki fikir değişmez, moda sadece kadına yakışıyor :)
defile detayları burda, usta'nın objektifinde...
haftasonumu şölene çeviren kadına bin teşekkür...

beklemek.. umuttur her daim...

bazen acıktığın için beklersin,bazen, o çok istediğin bisikleti almak için...
bazen, yapacağın sürpriz heyecanlandırır seni,
bazende, öylesine başladığın bir resmin bitişi...
şimdilik, beklentilerin ne kadar basit...
oysa ileride,
belki sınav sonucu olacak seni heyecanlandıran,
belki çalacak olan bir telefon, sevdiğinden alacağın haber için,
belki bir mektup, uzaklardan (e-posta da olabilir :) )
yada, kaçmak istediğin acımasız bir gerçek...
ne olursa olsun...
beklemek heyecan katıyor hayata...
ve devamlılık sağlıyor,
yeni güne dair umut salıyor içine...
dilerim, hep heyecan ve mutlulukla karşılayacaklarını beklersin çocuk bu hayatta...
dilerim,
hep beklediklerin, "iyiki" dedirtir sana...

25 Ağustos 2010 Çarşamba

sana diyorum çocuk...

kimsesiz kalma bu hayatta, kimilerinin sesi ol, nefesi ve bazende kimsesi ol...
eğreti olmasın tutuşların, layıkıyla kavrayamayacaksan o eli, bırak hiç dokunma bile...kıymet ver, önem ver ama sakın boşverme...
seni arayanlar olsun hayatında... okeye aranan dördüncü gibi değil, joker gibi değil, bizzat oyunun kurucusu ol...
ve 2 saat mesela, senden haber alamazsa sevdiğin insan merak edebilsin, özlesin sesinin tınısını... öyle boşluk yaratsın yokluğun...
o kadar kocaman aç ki yüreğini, "o ne yapıyor benim için" demeye kalmasın fırsatın... sen kendi sevginle doy ve doyur... çünkü; herkes kendinden sorumludur aşk'ta. sev(eme)diği için yargılama kimseyi, herkes kalbinin büyüklüğü kadar sever... senin evren kadar olsun kalbin...

erkek arkadaşlarının çok iyi birer dost da olabileceğini bil... her erkek arkadaş potansiyel sevgili adayı gibi görünmesin gözüne... bazen bir kadını en iyi, bir erkeğin omzu teselli eder, bunu bil...
duygularından emin olmadan açma kalbini kimseye, bu bir insana yapacağın en büyük kötülüktür.
zamanı saymak yerine, zamanla yaşa...

düşüncelerinin zihninden akıp gitmesine izin ver, takılma öyle fazlaca bir meseleye, resmin bütününe odaklan, parçalara değil.

büyük olsun düşlerin ve onlara erişmek için didin...
bu kuralı hiç unutma : Değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil, seninle beraber aksın."Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir"diye endişe etme.Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını? Şems-i Tebrizi
günü aydınladığın andaki enerjinle var olursun bütün gün, uyandığında yeni bir gün daha göreceğin için sevinç ve heyecanla dolsun kalbin...

silik olma kimsenin karşısında... kelimelerin, vücudun kadar ağır ve dolu olsun... güven, ifade yeteneğine. insanlarla kurduğun köprüler hep sağlam cümlelerinden geçsin... örnek aldıkların olsun bu hayatta ama kimsenin gölgesine sığınma... senin gölgen sadece duvarda yansıyan aksin yada bir öğle sonrası yaptığın uzun yürüyüşlerde hayat bulsun...
ve çocuk...
aşık ol... sev... sonuna kadar... sevdiğin sürece tazelenir kanın, düzenli atar kalbin... sevdiğin sürece genç kalır ruhun...
ama şunuda unutma : Gidene kal demeyeceksin. ..Gidene kal demek zavallılara, Kalana git demek terbiyesizlere, Dönmeyene dön demek acizlere, Hak edene git demek asillere yakışır. Kimseye hak ettiğinden fazla değer verme, Yoksa değersiz olan hep sen olursun...Nietszche

ağlama bitişlerin ardından, yaşadıklarına sahip çık, şükret... ve bir yenisini daha yaşamak için fırsat ver kalbine, kendine...
bu hayat senin çocuk...
şimdi...
sahne senin ve başaracağını biliyorum...
not: birgün bunları okurken, sallandırıp suratını, öfff anneeee deme :) :)

23 Ağustos 2010 Pazartesi

sen ne dersen, O olurum ben...

çok uç duygularla gezindiğim anlarım oldu hayatta...
kalbimin port diye patlayacağını sandığım da oldu, tuzla buz olup, etime battığını hissettiğim de...
çok kayıplarım oldu, kimi dostça, kimi hunharca...
ne yaparsam yapayım, vazgeçmeyenler oldu, ne yaparsam yapayım kazanamadıklarım da...
şükür ki dolu hep, skor hanem... eksikle gedikle...

ama bana sorarsan, bu hayatta yaptığın en iyi şey ne diye?
kızım, derim...

elinde, nereye koyacağını bilemediği bir puzzle parçasıyla, dünyanın sonuna gelmiş bir ifadeyle koltukta otururken gördüğümde onu, tutup elinden tüm o yanlış yerlere yerleştiriyoruz o parçayı ve O'nun yanlış yapa yapa, o parçayı doğru olan yere yerleştirdiği andaki mutluluğu ve aslında o minnet dolu bakışları var ya, içime içime işleyen... işte o an...

o bakışın alt yazıları geçiyor zihnimden... o ağzını dolduran "annneeeeeee" kelimesi işte, dünyanın hala ve inatla yaşanılası bir yer olduğunu bir kez daha hatırlatıyor bana...

benim bazen sihirbaz olduğumu düşünüyor... bazen canavar... ben bile bilemezken tam olarak kendimi, onun bu hayalüstü yakıştırmaları gülümsetiyor yüzümü...
ve birde olmayanı oldurma telaşı var yaşadığımız... herkesin kafasına göre takılmayı arzu ettiği anlar... ne ben geçiyorum elimdeki kitaptan, ne kızım ayağındaki paletten...
yahu havuzlu bir evde de oturmuyoruz ki, tatil günlerimizi yadedelim...
ne demişti kızım bana,
-anneee sen sihirbaz mısın yoksa?
hımmm...
olabilirim...

o debelenirken bir karış suda iki büklüm, ben, elimde kitabım, kızgın kumlarda değil belki ama gayet nemli bir ortamda dalabiliyorum Aşk'a...
yaşıyorum yahu, çok şükür...

22 Ağustos 2010 Pazar

hiç olmadığım kadar varım...

bişiler oldu, oluyor, bitti, bitecek...
birileri geldi, gelecek de, gidiyor ve tabi gidecek(ler)...


ben kalıyorum (biz), o en savunmasız olduğum hayatımda...
her gelenle tazelenip, gelecek olana hayaller kuruyor ve gidenin ardından sarıyorum yaralarımı...
ben hayatımdaki bu iniş-çıkışlarla var oluyorum.

yoktum sanıyorsun dimi nicedir... öyle bir vardım ki oysa, kendimi hiç bu denli bilmemiştim. hiç bu kadar yüzleşmemiş, böyle acımasızca eleştirmemiştim kendimi...

kızım... büyüyor gözümün içine baka baka...
ben... değişiyorum, herkesin gözüne soka soka...

karışık gidiyorum dimi... ah bu körolasıca baskılar, ne demek istediğim birtek bana kalsın..
sadece,
yaşıyorum çok şükür...

bu sualtı canlıları gibi, binbir renkle ve ne mutlu ki başkalaşarak...