27 Kasım 2008 Perşembe

kimin umurumda...

oyuncaklar toplanacak,
ütü yapılacak,
akşam için yemek menüsü belirlenecek, belirlemekle kalmayıp bir güzel pişirilecek ve masa hazırlanacak,
o yemekler binbir oyunla yenilecek (evet haalaa iştahsızlık had safhada)
derin'le bitmek bilmeyen evcilik oyunları oynanacak, şakacıktan çay içilecek,
ev yaşanılası bir hale getirilecek,
derin'in uyuma seansları sonsuz bahaneyle nihayete erdirilecek,
gazetelere göz atılacak,
kafayı dağıtmak için örgü örülecek..
...
...
...
...
bunların hepsi şuan dışarda şakır şakır yağan yağmurun sesine kulak verip camın önüne sinerken elimde yudumladığım çayımı bitirdikten sonra yapılacak...

gün 24 saatmiş hepsini bu kadarcık zaman dilimine nasıl sığacakmışşş...
kimin umurunda...

ruhuma yerleşen tembel kedinin esiri oldum, beni bir güzel yönetiyor ki sormayın...

not: bu yazımı şuan eski şirketimin güzide çalışanı bitanem Hale'm için yazıyorum. bilmem anlatabildim mi Halecan'ım... :)

26 Kasım 2008 Çarşamba

sabah kaprisi.

e:erkek, k:kadın...

e: yavrimu bal var mı?
k: hııııı.
e: biraz alabilirmiyim
k: ..... (sessizce masaya bırakır)
e: iyi uyuyamadın mı?
k: ..... yoooo...
e: peki.
(birkaç lakırdı edilir)
....
....
....
....
....
k: bala dokunmamışsın, istemiştin.
e: hııı evet yaaa reçel iyiymiş hafif mayhoş, o yüzden yemedim.
k: ama canım bal istedi demiştin ve senin için çıkarttım.
e: evet yavrimu da reçel de güzelmiş. hayırdır???
k: bal canım istedi diyip masaya koyduruyorsun ve bir kaşık bile almyorsun. yani "şurda dursun gözümün önünde, ister yerim ister yemem ama burda dursun her an alabilecekmişim gibi" mi demek istiyorsun.
e: oooooo hayırdır yavv. bu kadar mesele olacaksa hemen kaseyi bitiriyim de şu sorun ortadan kalksın.
k: hayır yeme. ben istedim diye yiyeceksen boşver unut gitsin. yani bu bal burda sen istediğin için var ama sen reçeli tercih ediyorsun. tabi bal nasılsa burda dimi, ister yersin ister yemez. bir kaşık uzağında nasılsa... hep aynısınız işte...
e: kimler aynı??? ne demek istiyorsun? sende bir tuhaflık var bu sabah.
k: bende ne tuhaflığı olacak canım. siz erkekler hep aynısınız. herşeyi istersiniz etrafınızda ama çoğu zaman dönüp bakmazsınız bile. "şöyle yamacımda dursun da hele bakalım canım isterse işte" diyebilmek için. o egemenliği kurmak ama kimseye yüz vermemek ister gibi...
e: sen ne demek istiyorsun yaa... tamam tamam derin bu gece uyutmadı seni anlaşılan. demek ki benim "balım" uykusuz bir gece geçirmiş.
k: bana "balım" deme. ben senin karşında olup da yüzüne bile bakmadığın "balın" olmak istemiyorum. ben "balın"sam "reçel"in kim??????
e: (geniş bir gülümseme yayılır ağzına koca kişisinin ve bu oldukça sinir bozucudur) ben şimdi reçelim de "derin" diyicem ve sen iyice köpürüceksin dimi... (nihohahahahaha diye gülmeler devam eder)
k: ne sinirsin yaa. tamam reçelin derin'se mesele yok ama sadece bu sabah için. uyuz...
e: arım balım peteğim, gülüm dalım çiçeğim...
ve hem e hem k: bilsem ki öleceğim, yine seni seveceğim... ( hohoytt )
....
....
olur bazen bana böyle. eserler durduk yere. neyse ki bunu uzatacak kadar gergin değilmişim. canım birazcık şımarmak istemiş...
size de olmaz mı ara sıra...
bu konuşmalar olurken Derin ne yapıyordu derseniz...





uykudan yeni uyanmış bu ennn reçel haliyle bize bakıyordu...









kaprislerinizin zararsız ve kısa sürmesi dileğimle...

24 Kasım 2008 Pazartesi

sayıklamalar...

hava soğuk,
yüreğim kışı kıskanırcasına buz kesti.
lodos vardı dün buralarda
tarihi iskelenin sulara gömülmesi gibi
göçtü kalbimin sen köşesi...
bugünse özür diler gibi bir güneş...
aldanmadım sarı sıcağına
bilirim kar toplar bu kış güneşi
peki ya sen...
sen yarın bana kar olup yağacakmısın,
yoksa ayazda gittiğin gibi gelip,
sabah çayıma şekerim gibi karışacakmısın.
yoruldum...
seni sevmenin mevsimsel hesaplarından.
ne zaman düşse yüzün,
ömürümün bir gününü gözyaşıyla ıslatmaktan...
seni sevmek...
durup düşünmek, ağlamak...
seni sevmek...
benden vazgeçmek olmamalı...
seni sevmek,
kış güneşi, yaz karı, sonbahar tazeliği yada ilkbahar hüznü gibi,
karıştırmalı içimi,
mevsimleri hiçe saymalı...
seni özlemek...
denize atılan bir ağın bereketiyle dolup taşması gibi
heran bir sürprizle son bulmalı...
ağzım kulaklarıma varmalı...
yoksa zor değil,
"kan kusup, kızılcık şerbeti içtim" demek...
ama gönül demek ister ki...
"aşk başa gelince akıl senelik izne çıkmalı"...
şimdi sen diyeceksin ki...
hep mi beni bulur bu ekşimeler...
hep ben miyim sorulan soruların cevap anahtarı...
sende haklısın...
ben sanırım,
sevmeye yeteneksizim...

18 Kasım 2008 Salı

lütfen artık son bulsun çocuk istismarı...

onlar geleceğimiz... onlar tüm masumiyeti ile hepimizin çocukları. bu kampanyayı desteklemeniz için anne-baba olmanıza gerek yok, insan olun yeter.
insanlık yapın ki bunu yapan hayvan ve sapık beyinliler yok olsun...
çocuklara yönelik cinsel istismarın önüne geçebilmek, -dilerim bir daha gerek kalmaz ama- hakedenin de en ağır cezayı almasını sağlayacak bir kampanya bu. lütfen sessiz kalmayalım...

sevgilerimle...

kumral Ada, mavi Alper...

"karda donmak üzeresin, oysa uyumak tatlı geliyor. ama sen aslında öldüğünün farkında değilsin."

düzenlidir benim hayatım. evim, yaşadıklarım. sıradışılıklar yok değil tabi ama sınırlı. öyle ruhunu özgür bırakanlardan olmadım hiç, olamadım. oysa isterdim bazen nerde akşam orda sabah yaşantıları, boşvermişliği. belki de ondandır birkaç saat öncesinde gözümün önünden geçenler, yüreğimin orta yerine değdi.
ben hiç çok iyi yemek yapan bir erkek tanımadım, hiç kostüm tasarımcısı bir arkadaşım olmadı, eşimle evlenmeden önce birlikte yaşamadık... ben böyleyken, tek bir ortak noktam oldu o filmde gördüklerimden yüreğimin böylesine coşmasına sebep... AŞK...o güçlü, darmadağın, o içten, tutkulu, korkutan, çocuklaştıran, hani o durduran, kısıtlayan, heran bayram coşkusu yaşatan AŞK'tı ISSIZ ADAM filminde böylesine uçurum kenarı tipleri birbirine kenetleyen, darmaduman eden ve çok yabancısı olduğum bu hayatın sanki bir parçasıymışım gibi hissettiren...
son zamanlarda hakkında harika yorumlar okuduğum ama büyüsü bozulmasın diye fragmanını bile görmeden gittim ISSIZ ADAM filmini izlemeye birkaç saat önce. ve şuan içimde kelebekler uçuşuyor, karnımda hafif bir sızı, kalbim ağzımda atıyor. bir aşk nasıl bu kadar göklere çıkarıp ve nasıl aynı hızla yere atar insanı çok iyi bilirim. hani hep öpüp hem ısırmak vardır yaa hani hem yarabandı hem yaradır... işte filmdeki böyle bir aşk...
çağan ırmak'ı şaşıfelek çıkmazı dizisinden beri takip ediyorum ve çektiği tüm film ve dizilerin en sadık izleyicisiyim. her işi layığıyla yapıp, mütevaziliğinden asla ödün vermeyen nev-i şahsına münhasır ender bir kişiliktir bence... yine konuşturmuş aklındaki tilkileri, iyi de etmiş bence...

benim gibi hayatındaki tüm kararları duygularıyla almış, sulu zırtlak, alıngan bir sevgi kelebeği bu film için ancak şunu söyleyebilir... gittim, gördüm, daldım, kayboldum, film müzikleriyle sarhoş oldum, güldüm, zaman zaman utandım ama en çok ağladım, ağladım, ağladım...

şiddetle tavsiye olunur...

sevgilerimle...

16 Kasım 2008 Pazar

bugün sadece...

derinovski oyun hamurlarıyla oynadı... kendince komiklik yaptı :)









gece bahçesi bitip makapaka da uyunca kendini paraladı... "ditmeeeee, delllll.yüffeennn.... anneeee makapaka ditmesinnnn" diye diye...







bütün gün sadece ve sadece yoğurt yedi... ve ne güzel ki makapaka'yı biraz olsun unutup gülümseyebildi...










ben derinovskinin sadece yoğurt demesine takılmadan (!) sadece tabak tabak soya soslu fıstık içini götürdüm hemde hiç utanmadan... o da bunu umursamadı...










ama gözümü ekrandan ayırmadan tam 1586 kez bu videoyu bu şarkıyı dinleyerek...

ve günden geriye kalan diyaloglar...
ben-annecim hadi o hamurları burnundan çıkar da çiçek yapalım.
derinovski- anne bak kokuyo. mmmıımhhhh mis gibi. yiyim miiii???
ben-annecim bunlarla sadece oyunuyoruz. bak fıstık bundan yermisin?
derinovski- ı-ıhh işikilim (teşekkür ederim)
ben-peki...
...
...
...
...
ben-annecim yemiyoruz amaaaaaa....

offff...

10 Kasım 2008 Pazartesi

yine derin, yeni derin...

günlerden salı... yada çarşamba... yok yok cumartesi de olabilir. ne fark ederki zaten yaptığımız şeyler hep aynı. ben evin düzeninden asayişinden sorumlu bakan, derinovski de beğenmeyip kendince düzen kuran, kural tanımayan, sıradışı bir denetmen. ben düzenlerim, o değiştirir. hemde dakikasında...



benim yaptıklarım kadar giydirdiklerimde beğenilmez kendisi tarafından. bu özgür ruh hiçbir kalıba sığmaz, o bir stil sahibi, o bir moda ikonasıdır.



kırmızı olacak 3 kuruş fazla olacak'gillerdendir. hatta kendiyle yetinmeyip benimde imaj makerlığımı üstlenmiştir. ahh hayat böyle derinle rengarenktir....













çokkkkk eğlenceli bir oyun arkadaşıdır. kıyafetlerini paylaşır. ee malum, havalar soğudu ya onları sıkıca giydirir. ve her nedense hep yemek saati uyuyakalırlar.





ve hergün bir tanesine daha veda etmek zorunda olduğumuz evimizin vazgeçilmezleri olan küçük, minik biblolar, objeler...


biz böyleyiz artık hergün... ortalık dağıtılacak, kılık kıyafet kafamıza estiği gibi giyilecek, süslenilecek, oyun oynanacak ama asssla yemek yenmeyecek. bu da yeni dönemimiz. 1,5 ay sonra 2 yaşımızı doldurucaz. bu da sanırım 2 yaş estirikleri oluyor. yani öyle olduğunu varsaymak istiyorum. bu ani değişikliğin kızımın karakterinde kalıcı olmasını istemiyorum. lütfen ergenlik dönemi gibi geçici olsun ve mümkünse bu son olsun...

lütfen...








kasımın 10'u...


bugün 10 kasım...

bazılarının 10 mart, 25 haziran gibi sıradan bir gün olarak yaşadığı ve gün geçtikçe de millete yaşatmaya çalıştığı gibi...

bazılarının "Mustafa" diye anıp filmini yaptığı ama biz "Cumhuriyet bekçilerinin" Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ümüzü kaybedişimizin yıldönümü...

hani demiş ya o adam filmin afişinde "beni hatırlayınız" diye Atam'ın ağzından, biz hiç unutmadık ki... tüm unutturmaya çalışanlara inat...

seninleyiz, senin yolundayız.. sen rahat uyu, biz Cumhuriyeti yaşatıyoruz inadına tek yürek, tek millet...

9 Kasım 2008 Pazar

kıskanıyorum elimde değil...

evet hemde çok kıskanıyorum. gezindiğim blog sayfalarında çarşaf çarşaf yayınlanmış scrapbook çalışmalarını görünce orta yerinden çatlıycak gibi oluyor bu bünye... bende daha fazla dayanamayıp hemen deniyor ve bununla da yetinmeyip burda yayınlıyorum işte. buyrun bakalım ilk scrapbook denemelerim, olmuş mu???







ilgilenenler için çalışmalar www.scrapblog.com'da yapılmıştır.
sevgilerimle...

5 Kasım 2008 Çarşamba

zıplayıver çekirge...

1.çocuk-günaydın baba.
baba-günaydın çocuğum.
2.çocuk-saat kaç baba?
baba- bilmiyorum ama gün ağarmış, sabah olmuş. neden sorduğunu biliyorum. O'da birazdan gelir.
çocuk-baba lütfen dayan biraz daha. biliyorum, o sıkış tepiş depodan sonra burda rahat ederiz diye geldik buralara, herşeyi bizim için yaptın, bizim için katlanıyorsun bunca sıkıntıya. ama geçecek biliyorsun o da büyüyecek. ve artık bizimle uğraşmayı bırakacak.
baba-biliyorum tatlım ama artık yaşlanıyorum, her gece sırtım ağrıyor, başım zonkluyor, hele o afacanın sesi kulaklarımdan hiç gitmiyor. annesi kadar bende sabırsızlanıyorum bir an önce büyümesi için.
anne-sevgilim lütfen böyle söyleme. annesi de üzülüyor O'nu böyle çılgınca tepinirken görünce ama çocuk ne yapsın. havalar soğuyor artık istedikleri zaman dışarı çıkamıyorlar. çocuk da enerijisini harcamak için evde koşturup duruyor.
baba- tamam hayatım O'nu anlıyorum ama sürekli zıplamanın dışında başka yollar da var enerjisini harcayabileceği. dans etsin, hatta top oynasın, ip atlasın. yeterki biraz olsun beni rahat bıraksın. KOLTUĞUM ben yaa KOLTUK. 3 kişiliğim biraz büyüğüm diye her dakika tepemde zıplaması mı gerekiyor. eee bu da can yani. hayır bişi değil, canım minderlerimin içi pörsüdü bu afacan yürümeye başladığından beri. ne zaman uyansa benim minderler bir yerde, yastıklar bir yerde. ben bütün halimle güzel bir koltuğum yaa. dağıtmasın artık beni.
anne- şişşt tamam tatlım, biraz daha sakin olmaya çalış noolur. geliyor bak.



ilk gösterimde video oldukça takılarak ilerliyor ancak 2. kez izlerseniz kesintisiz olacaktır.

bu video 23 dakikalık çekimin sadece 40 saniyesidir. biri bu kızı durdursun...

not: koltukgiller- baba: 3'lü koltuk, anne: 2'li koltuk, 1. ve 2. çocuklar da tekli koltuklar olarak rol dağılımına katılmışlardır.

sevgilerimle...

4 Kasım 2008 Salı

mustafa filmi...

4 Kasım 2008

Yılmaz ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr
Mustafa’ya gittim...
Sarhoş.
Kafayı bulunca ağlayan...
Hoyrat.
Soğuk.
Kalpsiz.
Çevresine eziyet eden...
İtiraz edeni asan...
Arkadaşlarını satan...
Goygoycuların dolduruşuna gelen...
Milletten bihaber.Hatta milleti küçümseyen...
Alay eden.
Hesabını kitabını bilmeyen...
Batı hayranı.
Sefa düşkünü.
O balo senin...Bu balo benim, gezen.Zampara.
Cephede bile karı-kız düşünen...
Savaşmadığı için sıkılan...
Ordu varken, çete kurmaya kalkan...
Devrimleri intikam için yapan...
Dinsiz.
Kendi heykellerini diktiren...
Megaloman.
Bencil.
Günde 3 paket sigara içen.Usul usul intihar eden...
Psikolojik bunalımda...
Yalnız.Çaresiz.Basiretsiz.Zavallı bir adam.
*Mustafa’daki Mustafa bu.*Anafartalar 1 saniye.İşgal 2 saniye.Tası tarağı toplayıp kaçmak için, sığır sürüsünün çıkardığı toz bulutundan bile tırsan... Sığır sürüsüyle düşman ordusunu ayırt etmekten aciz biri... Başkomutanlık meydan muharebesi desen... Taktiğini falan başkasından araklamış zaten.*Hak edilmiş bence Oscar...En azından Nobel.

Yılmaz Özdil.

evet kesinlikle filmden çıkan sonuçlar bunlar. eklemek istediğim ise filmin ilk yarısında Atatürk'ün kendisine dinsiz diyenlere inat T.B.M.M'yi açma tarihini daha önceden ilan edilen 22 nisan tarihi yerine cuma gününe denk gelen 23 nisan tarihine ertelemesi ve cuma günü cuma namazından sonra kuran okunup hatim edilerek, kurban kesilerek besmeleyle T.B.M.M.'nin açılması. ancak 2. bölümde de bunun o zamanki şartlarda öyle olması ve kendini ispatlaması gerektiği için yaptığını izliyoruz büyük bir öfkeyle. ve yine filmin 2. yarısında Atamızın Cumhuriyet'i ilan ettikten sonra köşesine çekilip herşeyden elini eteğini çektiğini ve halkın durumunu hiç gözlemlemeden sadece etrafındaki şakşakçılardan bilgi aldığını ve dışarıya çıkıp halka karıştığında onların şikayetleri karşısında çok şaşırdığını ve çok da bunaldığını görüyoruz. bunalıyor, balolara gidiyor, kafasını dağıtıyor biraz dans ediyor, sonra uyuşana kadar içiyor. film oldukça basit, düz ve duygudan yoksun. Atatürk'ü inanılmaz hırslı biri olarak izliyoruz üzerine basılan tek özelliği bu. film, müzikleri sayesinde biraz etkileyici hale geliyor. (müzikler goran bregoviç) tabi inanılmaz bir arşiv çalışması var burdaki emeğe saygısızlık etmek istemem ama hayalimdeki filmin yakınından bile geçmeyen bir görüntüler yumağı diyebilirim Mustafa için.

yine de yorumlar size kalmış, izlemeyin demiycem en azından gidip "Atatürk nasıl anlatılmaz" onu görün derim.

sevgilerimle...

uyuştum...

önce bloglar kapandı, sonra yeni adres bulunup taşınıldı, ele güne duyuruldu, yeni adres içe sinmediği için hiçbirşey yazılmadı, sonra bloglar açıldı, eski adrese koştum ellerim sonuna kadar açık... ama bişey oldu sanki hoşgeldin bile diyemedim bloğuma. uyuştum.
bu birkaç gün içinde sanal alemde bunlar olurken benim dünyamda hummalı bir hazırlıkla görkemli bir nişan töreni yaşandı. yakışıklı kardeşim gönlünün prensesini evliliğe ikna edip vakit kaybetmeden ilk basamağı çıktılar. tabi ben hem abla hemde artık "görümce" olduğum için kılık kıyafet hazırlığı, izzet ikram tantanası, davetli listesi, konfetiler, derinişkomun prenses kostümü, kocaman sivri topuklu şıkıdım ayakkabılar derken iyice bitap düşen bu bünyeye birde, "nişan bizi kesmez hadi toplaşın gençler eğlenceye" gazıyla 25-30 kişi hoopp gecelere akıp sabahı etmeden eve girmek yok diye yemin etmiş gibi eller havaya, "oturanın yüzü çabuk kırışsın" beddularıyla coşup tepinip iyice kurtlarımızı döktük. eee bu bünye artık bir çocuk annesi ve tüm enerjisinin %75'ini zaten nişanda kızıyla tüketmiş bir zavallı. reva mı bana bu olanlar... amaan canım bitanecik kardeşim var, bir kez de nişan törenimiz oldu ... uyuduk uyandık geçti işte hepsi... yüzümüzde tebessümü kaldı kocaman....

bu arada coşkulu bir şekilde Cumhuriyetimizi kutladık ve hatta o akşam merakla beklediğim Mustafa filmine gittim. ancak koca bir hayalkırıklığıyla salondan ayrıldım.
birazdan başka bir post daha yayınlayacağım. tam da benim bu filmden anladıklarımı kalemine ve yazılarına çok saygı duyduğum Yılmaz Özdil son derece doğru bir biçimde yazmış.

önce nişandan bahsedip Cumhuriyetimiz kutlamasını sonraya bırakmamın sebebi olayları sondan başa doğru yazıyor olmamdır. bu konuda çok hassasım özellikle açıklama yapmak istedim.

biraz kendime geliyim sonra paylaşımlara devam...

sevgilerimle...