elindeki fener ile karanlık ormanda yolumuzu bulmaya çalışıyoruz...
yanımızdan geçen, kurt olduklarından şüphelendiklerimizin egzos(!) sesi ile irkiliyor ve korkmamak için İstiklal Marşını söylüyoruz...
vaktinde varamazsak eve, külkedisine dönüşme korkusu içimizde...
.......................
gerçeği biraz hayale bulayarak yaşamak kolayımıza geliyor çünkü...
bazen kaçmak gerekiyor, zaten yeterince hayal kırıklığı ve özlem içinde geçerken günler biraz Charles Perrault'a kulak vermek biraz da hak vermek istiyoruz...
hem noluyor biliyor musun o zaman,
arkasını dönüp de
-annneeee çok heyecanlıyım
demesi yüreğimi hoplatıyor...
sağ salim içeri girdiğimizde,
-anne sen normal değilsin, diyor...
-peki bu kötü birşey mi, diyorum.
-hayır ben zaten normal olmayan şeyleri çok seviyorum, diyor.
ağzını yediğim...
normal olmayan bir not: bugün okul sonrası Derin benimle ofisteydi ve iş çıkışı Beşiktaş'a indik ofisten birkaç kişi ile... ilk kez bara girdi mercimek... sonra bunu daha çok yapmalıyız dedi...
bu gece için kulağımdaki şarkı "gözlerin doğuyor gecelerime"...
(üzgün surat)
herşey çok güzel olacak!
8 Mart 2013 Cuma
19 Şubat 2013 Salı
bunu yaptığım için kızmaz umarım...
Sevgili günlük,
senle ilk günüm bugün.
sana anlatcaklarım çok artık okumayı yazmayı öğrendik.
bugün sana ne yazacağımı bilmiyorum.
(17 şubat pazar)
ÖZEL OLAN
bugün çok mutluydum.
sabah annem ve anneannem çok mutlu ettiler beni.
bugün çok eylendik
(18 şubat pazartesi)
kızım...
içimin magması...
bide günlüğü var artık,
hadi hayırlısı...
senle ilk günüm bugün.
sana anlatcaklarım çok artık okumayı yazmayı öğrendik.
bugün sana ne yazacağımı bilmiyorum.
(17 şubat pazar)
ÖZEL OLAN
bugün çok mutluydum.
sabah annem ve anneannem çok mutlu ettiler beni.
bugün çok eylendik
(18 şubat pazartesi)
kızım...
içimin magması...
bide günlüğü var artık,
hadi hayırlısı...
3 Şubat 2013 Pazar
biliyorum aslında sen değilsin muhattabım...
çünkü ben bazen kime ne yazacağımı bilemiyorum. kendi kendime konuşuyorum çoğu zaman, bağırıp çağırıyor, öfkemi döküyorum. ama sen değilsin aslında kızdığım.
belki hayatın bana sundukları, sunmadıkları, sunar gibi yapıp vermedikleri veya aslında hiç vermeyecek oldukları...
mutluyum ya ben aslında, şikayete hakkım yok gibi geliyor bazen. şükrediyorum da sıkça..
yine de...
neyin hayalini kurduysam geldi önüme bir bir... bin şükür.
sanırım hayal kurarken daha özenli olmalıyım :)
kızım, annem, kardeşim, geri kalan geniş ailem...
hepsi birbirine girmiş durumda.
kalbim...
sanki bir seçim yapmak zorundayım ve kapana kısılmış gibi hissediyorum kendimi.
kendi telaşım yanında başka kimsenin yükünü istemiyorum hayatımda. bu bencillik sayılmasa keşke.
beklemek zor...
bilememek daha da zor.
kızımın elleri geliyor aklıma, ömrümün geri kalanını onun ellerine bakarak geçirebilirim.
ve gözlerine...
ve burnuna...
konuşurken yüzünün aldığı şekillere...
en büyük korkum kızım bu hayatta. sanırım yaşadığım hayatın ve kızıma yaşattıklarımın etkisi, öyle suçlu hissediyorum ki kendimi O'na karşı...
bazen kendine güveni yerlerde oluyor, itiraz etmesi gereken yerde sessiz kalışı, tepkileri, kabullenişleri...
biliyorum hiçbir zaman tam anlamıyla iyi olmayacak...
bilebilsem içinde kopan fırtınaları, bana söylediği, yazdığı kelimenin aslında gerçek anlamda ne ifade ettiğini.
belki hepsi benim vesvesem...
o iyi bir çocuk. gelişimi normal... duyarlı...
sorgulaması da duygusal zekasından... ama öyle kanatıyor ki bazen.
keşke beynim ve kalbim bazen tatile çıksa.
keşke bazen ben kızımı alıp bizi kimsenin tanımadığı başka yerlere gidebilsek...
inceleseler beynimi hep bir kaçış noktası aradığımı görecekler.
birine, bir yere, bir ana ait hissedememek kendini. kötü!
sorgulamak!
ben iyi biri değilim çoğu zaman.
iyi biri olmak istediğim için tüm bu çırpınışlar..
çünkü iyi olunca ne yağacağını bilir insan, ya kötü ise..
o zaman korkar,
kendinden bile...
belki hayatın bana sundukları, sunmadıkları, sunar gibi yapıp vermedikleri veya aslında hiç vermeyecek oldukları...
mutluyum ya ben aslında, şikayete hakkım yok gibi geliyor bazen. şükrediyorum da sıkça..
yine de...
neyin hayalini kurduysam geldi önüme bir bir... bin şükür.
sanırım hayal kurarken daha özenli olmalıyım :)
kızım, annem, kardeşim, geri kalan geniş ailem...
hepsi birbirine girmiş durumda.
kalbim...
sanki bir seçim yapmak zorundayım ve kapana kısılmış gibi hissediyorum kendimi.
kendi telaşım yanında başka kimsenin yükünü istemiyorum hayatımda. bu bencillik sayılmasa keşke.
beklemek zor...
bilememek daha da zor.
kızımın elleri geliyor aklıma, ömrümün geri kalanını onun ellerine bakarak geçirebilirim.
ve gözlerine...
ve burnuna...
konuşurken yüzünün aldığı şekillere...
en büyük korkum kızım bu hayatta. sanırım yaşadığım hayatın ve kızıma yaşattıklarımın etkisi, öyle suçlu hissediyorum ki kendimi O'na karşı...
bazen kendine güveni yerlerde oluyor, itiraz etmesi gereken yerde sessiz kalışı, tepkileri, kabullenişleri...
biliyorum hiçbir zaman tam anlamıyla iyi olmayacak...
bilebilsem içinde kopan fırtınaları, bana söylediği, yazdığı kelimenin aslında gerçek anlamda ne ifade ettiğini.
belki hepsi benim vesvesem...
o iyi bir çocuk. gelişimi normal... duyarlı...
sorgulaması da duygusal zekasından... ama öyle kanatıyor ki bazen.
keşke beynim ve kalbim bazen tatile çıksa.
keşke bazen ben kızımı alıp bizi kimsenin tanımadığı başka yerlere gidebilsek...
inceleseler beynimi hep bir kaçış noktası aradığımı görecekler.
birine, bir yere, bir ana ait hissedememek kendini. kötü!
sorgulamak!
ben iyi biri değilim çoğu zaman.
iyi biri olmak istediğim için tüm bu çırpınışlar..
çünkü iyi olunca ne yağacağını bilir insan, ya kötü ise..
o zaman korkar,
kendinden bile...
11 Ocak 2013 Cuma
beyaz melek...
benimde karda yuvarlanan çocukluk fotoğraflarım vardı.
annemin evinden almadığıma nasıl üzüldüm...
bence her insan, en çok kartopu oynarken çocuktur...
meleğim...
nasıl da yakıştı bu mevsim sana...
nasıl da yakıştı bu mevsim sana...
9 Ocak 2013 Çarşamba
Gece andı...
Türk'üm, doğruyum, uykuluyum.
İlkem; sütümü içmek, dişlerimi fırçalamak.
derslerimi yapmak, annemi üzmemektir.
Ülküm; çalışmak, akıllı bi çocuk olmaktır.
ey canım annecim,
açtığın yatağa, verdiğin pijamayla
koşa koşa gideceğime and içerim.
varlığım uykuya armağan olsun,
ne mutlu Türk'üm diyene.
İyi geceler annecim,
Sağol...
gece andı yazmamızı istedi uykuya hazırlanırken...
bu çıktı...
İlkem; sütümü içmek, dişlerimi fırçalamak.
derslerimi yapmak, annemi üzmemektir.
Ülküm; çalışmak, akıllı bi çocuk olmaktır.
ey canım annecim,
açtığın yatağa, verdiğin pijamayla
koşa koşa gideceğime and içerim.
varlığım uykuya armağan olsun,
ne mutlu Türk'üm diyene.
İyi geceler annecim,
Sağol...
gece andı yazmamızı istedi uykuya hazırlanırken...
bu çıktı...
6 Ocak 2013 Pazar
seviyorum merkez!
dışarıda martı çığlıkları, kızımın odasından gelen uyku homurtusu, annemin okuduğu kitaba eşlik eden loş ışığı ve klavyenin tıkırtısı... bak sana, huzuru tanımladım...
biraz gevşediğim doğru, henüz dokunmadığım ahududulu votka, daha masada duruşuyla çarptı beni.
sanırım mutluluk vücudumda bir yerleri uyuşturuyor.
sana yazacağım bir dünya Derin anısı var...
* ayaklarını yere vura vura kavga ediyor benimle.
* şirketin bahçesindeki çok yaramaz minnak kedimize "çizmeli" ismini taktı geçenlerde.
* gece ben uyutmamışsam O'nu, sabaha kadar kabus oluyor bana... 1000 kez uyanıp beni yanına çağırıyor. manyak mıyım neyim ama bu öyle hoşuma gidiyor ki.
* büyüdüğünde bir kızı olursa adını "Lale" koyacakmış... çocuk okumayı öğrenirken bi milyon kez yazdı ya bu ismi, sempati duydu zaar.
* çok tembel ve alabildiğine yaramaz olduğumuz bir akşam dışarıdan söylediğimiz hamburgeri, sehpaya yerleştirirken, 2 de mum koymuş... bide diyo ki; "böyle şeylere hazır olmalısın, biliyosun sürpriz yapmak benim işim"... öpsem mi yoksa içimdeki sevgi taşmasından dövsem mi bilemedim :)
* her sabah çantasına koyduğum "günün sürprizi" kartları, eve, kenarlarına Derin tarafından çizilmiş minik kalpler ile geliyor ve bazen de minik yazılar ile... bi nevi mutluluk oyunu oynuyoruz.
* jimnastik derslerine başladı tekrar... bir şans daha verelim dedik Beşiktaş'a... 3 ay önce derslere başlamış bir sınıfa dahil olma cüretini gösterdik boyumuza bakmadan. bizim kız pek bi mutlu görünüyordu derste ama eve gelince hafiften bi kıyamet kopardı "ya-pa-mı-yı-cam" şeklinde ve tepinerek. ikna etmek zor oldu ama zafer benim :)
* annem bizimle kalıyor ise, bazı geceler, koynunda yatıyorum. 50 yaşıma da gelsem, yüzümü o boyuna gömme isteğim geçmeyecek heralde. Allah başımdan eksik etmesin.
* bir müzik aleti çalmak istiyormuş ama ne olduğuna karar vermek dünyanın en zor meselesiymiş. keşke hayat bu kadar zor olmasaymış... bu kızdaki melankoli beni öldürecek!
* evin bütün işlerini ona yaptırdığım için kendimi hiç suçlu hissetmiyormuymuşum. hiç mi acımıyormuşum ona. bazen gerçekten çok zalimmişim (!)
* o hayatı boyunca hep kitap mı okuyacakmış, hiç şımarmaya hakkı yok muymuş. anneler çocuklarına böyle haksızlıklar yapmamalıymış.
amaaaaa....
O'nu okula ben götürdüğümde var ya, yüzünde akşama kadar geçmeyen bir sıcaklık oluyormuş...
diyeceğim o ki blog;
bu kız ile olan şizofren ilişkimdir, beni bu hayata sıkı sıkıya bağlayan...
biraz gevşediğim doğru, henüz dokunmadığım ahududulu votka, daha masada duruşuyla çarptı beni.
sanırım mutluluk vücudumda bir yerleri uyuşturuyor.
sana yazacağım bir dünya Derin anısı var...
* ayaklarını yere vura vura kavga ediyor benimle.
* şirketin bahçesindeki çok yaramaz minnak kedimize "çizmeli" ismini taktı geçenlerde.
* gece ben uyutmamışsam O'nu, sabaha kadar kabus oluyor bana... 1000 kez uyanıp beni yanına çağırıyor. manyak mıyım neyim ama bu öyle hoşuma gidiyor ki.
* büyüdüğünde bir kızı olursa adını "Lale" koyacakmış... çocuk okumayı öğrenirken bi milyon kez yazdı ya bu ismi, sempati duydu zaar.
* çok tembel ve alabildiğine yaramaz olduğumuz bir akşam dışarıdan söylediğimiz hamburgeri, sehpaya yerleştirirken, 2 de mum koymuş... bide diyo ki; "böyle şeylere hazır olmalısın, biliyosun sürpriz yapmak benim işim"... öpsem mi yoksa içimdeki sevgi taşmasından dövsem mi bilemedim :)
* her sabah çantasına koyduğum "günün sürprizi" kartları, eve, kenarlarına Derin tarafından çizilmiş minik kalpler ile geliyor ve bazen de minik yazılar ile... bi nevi mutluluk oyunu oynuyoruz.
* jimnastik derslerine başladı tekrar... bir şans daha verelim dedik Beşiktaş'a... 3 ay önce derslere başlamış bir sınıfa dahil olma cüretini gösterdik boyumuza bakmadan. bizim kız pek bi mutlu görünüyordu derste ama eve gelince hafiften bi kıyamet kopardı "ya-pa-mı-yı-cam" şeklinde ve tepinerek. ikna etmek zor oldu ama zafer benim :)
* annem bizimle kalıyor ise, bazı geceler, koynunda yatıyorum. 50 yaşıma da gelsem, yüzümü o boyuna gömme isteğim geçmeyecek heralde. Allah başımdan eksik etmesin.
* bir müzik aleti çalmak istiyormuş ama ne olduğuna karar vermek dünyanın en zor meselesiymiş. keşke hayat bu kadar zor olmasaymış... bu kızdaki melankoli beni öldürecek!
* evin bütün işlerini ona yaptırdığım için kendimi hiç suçlu hissetmiyormuymuşum. hiç mi acımıyormuşum ona. bazen gerçekten çok zalimmişim (!)
* o hayatı boyunca hep kitap mı okuyacakmış, hiç şımarmaya hakkı yok muymuş. anneler çocuklarına böyle haksızlıklar yapmamalıymış.
amaaaaa....
O'nu okula ben götürdüğümde var ya, yüzünde akşama kadar geçmeyen bir sıcaklık oluyormuş...
diyeceğim o ki blog;
bu kız ile olan şizofren ilişkimdir, beni bu hayata sıkı sıkıya bağlayan...
5 Ocak 2013 Cumartesi
aşırı mesai!
bu hayatta gerçekleşmesini en çok istediğin dileğin ne dedim,
-havuzlu bir evimizin olması, dedi.
bu kadardı işte O'na göre herşey.
yalın, net ve aslında bakarsan -kısmen- kanaatkar..
devamında beklediğim birkaç istek daha vardı oysa ama sadece bahçeye birkaç köpek ve kedi kondurdu...
bana sorsan "içinde Derin olan herşey kabulümdür", derdim...
bazı şeyler genetik biliyorum ama ya duygular...
ya o gözünün kenarında akmaya her an meyilli gözyaşı... bu da genetik olabilir mi?
kızım neden Farid Farjad dinlerken yada benim sakinleşmeye en ihtiyaç duyduğum anlarda açtığım Pera Classic serisinde kederle boğulabiliyor.
üstelik daha aşk acısı nedir bilmeden, bu hayatta başarısızlık nedir tatmadan, haksızlığa uğramamışken...
yinede takdir ediyorum... enerjisini düşüren kimseye, olaya, mekana..vs. tahammülü yok.
bunları yok sayarak kendini koruyor. bence mutlu hissetmenin bir numaralı altın kuralı...
beni iyiden iyiye tüketmeye başlayan iş hayatına karşı bu ara gardımı fena aldım. bir dizi karar geçti kara kaplı defterimden...
yazmayı, asla unutmamam gerekip zihnimin karanlığına çoktan gömülenleri, yüzümde kimi zaman kaybolan gülümsemeyi borçlu bana iş hayatı...
zamanımdan, kızımdan, sosyal hayatımdan çaldı...
oysa bu ara...
öyle çok pamuklara sarılmıştı kalbim, yazacaktım sana, diyecektim hani bak gözüme, nasıl da ışıldıyor dimi diye soracaktım...
sen bil...
ben yine de çok mutluyum...
geçenlerde mercimek ödevini yaparken, biraz tartıştık, çıktım odasından. bir süre sonra sakince yanına gidip konuşmaya çalışırken,
-seninle tartıştığımızda kalbim paramparça oluyor, dedim.
-benimse her yerim paramparça oluyor, gözüm bile, dedi...
kahkaha atacaktım onun yerine aynı şiddette sarıldım...
şapşal çocuk, insanın gözü paramparça olur mu üzüntüden hiç...
Laf!
-havuzlu bir evimizin olması, dedi.
bu kadardı işte O'na göre herşey.
yalın, net ve aslında bakarsan -kısmen- kanaatkar..
devamında beklediğim birkaç istek daha vardı oysa ama sadece bahçeye birkaç köpek ve kedi kondurdu...
bana sorsan "içinde Derin olan herşey kabulümdür", derdim...
bazı şeyler genetik biliyorum ama ya duygular...
ya o gözünün kenarında akmaya her an meyilli gözyaşı... bu da genetik olabilir mi?
kızım neden Farid Farjad dinlerken yada benim sakinleşmeye en ihtiyaç duyduğum anlarda açtığım Pera Classic serisinde kederle boğulabiliyor.
üstelik daha aşk acısı nedir bilmeden, bu hayatta başarısızlık nedir tatmadan, haksızlığa uğramamışken...
yinede takdir ediyorum... enerjisini düşüren kimseye, olaya, mekana..vs. tahammülü yok.
bunları yok sayarak kendini koruyor. bence mutlu hissetmenin bir numaralı altın kuralı...
beni iyiden iyiye tüketmeye başlayan iş hayatına karşı bu ara gardımı fena aldım. bir dizi karar geçti kara kaplı defterimden...
yazmayı, asla unutmamam gerekip zihnimin karanlığına çoktan gömülenleri, yüzümde kimi zaman kaybolan gülümsemeyi borçlu bana iş hayatı...
zamanımdan, kızımdan, sosyal hayatımdan çaldı...
oysa bu ara...
öyle çok pamuklara sarılmıştı kalbim, yazacaktım sana, diyecektim hani bak gözüme, nasıl da ışıldıyor dimi diye soracaktım...
sen bil...
ben yine de çok mutluyum...
geçenlerde mercimek ödevini yaparken, biraz tartıştık, çıktım odasından. bir süre sonra sakince yanına gidip konuşmaya çalışırken,
-seninle tartıştığımızda kalbim paramparça oluyor, dedim.
-benimse her yerim paramparça oluyor, gözüm bile, dedi...
kahkaha atacaktım onun yerine aynı şiddette sarıldım...
şapşal çocuk, insanın gözü paramparça olur mu üzüntüden hiç...
Laf!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)